Türkiye’nin her zeminde bölgeye ve dünyaya ifade ettiği gerçek, İsmail Haniye suikastından sonra herkes için daha yakıcı hale geldi. Barışa dair tüm girişimleri bir şekilde saf dışı edenler ya da sessiz ve duyarsız kalanlar şimdi bölgede yayılan ateşin sorumlusu olarak tarihe geçecek. Barıştan her geçen gün uzaklaştığımız da sır değil.
Netanyahu’nun ABD kongresinde yaptığı konuşma ve üst düzeyde görüşmelerden sonra sürecin hızlandığı konusunda hemen herkes hemfikir. Ayrıca bu sözde konuşma ya da temaslara gerek kalmadan da ABD’de İsrail’e verilen desteğin ne düzeyde olduğu ortada.
Kongre konuşmasından sonra dikkat çeken bir başka husus, İsrail’deki mevcut yönetimle ABD siyasetinde (esasen ekonomisinde, medyasında ve akla gelebilecek tüm alanlarda) ortaya çıkan “teolojik dayanışma”. Süreci anlama konusunda hafife alınan bu boyutun yeni dönemde çok daha fazla tartışılacağını buraya not ediyorum. Ayrıca Türkiye’de işin bu tarafını tartışacak ve anlaşılır kılabilecek ciddi bir birikimin olmaması da büyük bir zaaf.
İSRAİL'İN ÇÖKEN EFSANESİ
7 Ekim sonrasında gündeme gelen bir başlığın, İsrail tarafında daima güncel olduğunu unutmamakta yarar var. Güvenlik ve istihbarat anlamındaki efsanesi/itibarı yerle bir olan İsrail, o günden itibaren katliamlarla Gazze’yi yerle bir ederken, bir yandan da “itibar”ını yeniden elde etmenin peşinde oldu. Gerçekleştirilen suikast ve saldırılar, Hamas’ı zayıflatmak, Lübnan ve bölgedeki diğer ülkelerde Tahran’ın vekâlet güçlerini geriletmek amacını taşıyor. Ama aynı zamanda İsrail, kendi etrafında oluşturduğu ve bölgedeki pek çok rejime korku salan istihbarat imajını kurtarmanın da peşinde.
İstihbarat ve güvenlik konusunda çok daha ciddi bir sorun yaşayan diğer ülke ise İran. Kasım 2020'de İsrail, İran’da nükleer bilim adamı Muhsin Fahrizade’yi öldürdü. Kasım Süleymani, Şam’daki İran Konsolosluğu’na yönelik saldırı ve daha pek çok hadise İran içinde üst düzeyde bir istihbarat zaafına ve sızıntısına işaret ediyor. Haniye suikastı bu algıyı en üst seviyeye taşımış durumda.
Bu durum sadece Tahran yönetimi açısından değil, ona bağlı olarak hareket eden vekil güçlerin İran'a güveni konusunda da ciddi sorunlar oluşturmaya aday. Üst düzey bir Hizbullah komutanının öldürülmesi tek başına aynı etkiyi uyandırmazdı. Ama Haniye suikastı, çok kritik isimlerin, İsrail’den çok uzakta ve daha korunaklı olduğu düşünülen bir yerde hedef alınabileceğini ortaya koydu. Yeni cumhurbaşkanının yemin töreninden hemen sonra, başkentte ve üstelik misafirlerin bir kısmı ülkeden ayrılmamışken.
HAMAS, MASADA İSTENMİYOR
İsrail, bir yandan Filistin’e yönelik katliamlarını sürdürürken, bir yandan da “her yerde varım” imajı vermeye çalışıyor. Haniye üzerinden İran’ın itibarını sarsarken, vekil güçlere ve nerede duracağı konusunda inişli çıkışlı tavırlar gösteren pek çok Arap rejimine mesaj veriyor.
Muhtemeldir ki Hamas’ın önemli isimlerine yönelik bu saldırıları devam ettirecek ve bununla da onları zayıflatacağını ya da parçalayacağını öngörüyor. Çünkü sürecin devamında gerçek anlamda Filistin halkını temsil eden bir yapıyla muhatap olmak istemiyor.
Ne Gazze’deki katliamların, ne de bu saldırıların ve liderleri yok etme stratejisinin sonuç vermeyeceğini, Hamas’ı ve genel anlamda Filistin direnişini yakından bilen herkes öngörebilir. İsrail'in gözü dönmüş hali bu gerçeğe kapalı.
BARIŞ UZAKLAŞIYOR
İran’ın beklenen misillemeleri üzerinden yapılan tartışma ve öngörülerin şöyle bir zorluğu var. Pek çok tablo göründüğünden daha farklı. Ürdün Dışişleri Bakanı'nın, bunca yıl sonra İran’a giderek sükunet mesajı götürmesi, Tahran’ın bu konuda geri adım atmayacağı yönündeki tavrı dahil hiçbir mesele olduğu gibi anlaşılacak durumda değil. Buna benzer pek çok temas ve görüşmenin devam ettiğine kuşku yok. İran’ın çok da sürpriz olmayan araç ve yöntemlerle misilleme yapacağından da. Tüm dünya bunu adeta olimpiyat izlercesine takip ediyor zaten.
Asıl sorun şurada. Barışa dair hamlelerin ilerleyeceği zeminler iyiden iyiye daralmış durumda. İsrail’in barış değil, artık tüm dünyaya ilan ettiği teolojik yol haritasında ilerlemeyi istediği de açık. Yüzyılların hafızasıyla farklı bir alan açabilecek tek alternatif Türkiye. Ama bunu ancak bölge ülkelerinin makul, kararlı ve gerçekten barışa katkı sağlayacak ortak iradesiyle hayata geçirebilir.
İsrail ve onun arkasındaki güçlere yaslanarak varlığını koruyan bunca rejimle bu ne kadar mümkün sorusu yerinde elbette. Ama söz konusu rejimlerin ortaya çıkması muhtemel büyük savaşta bu konforlarını nasıl koruyacağı çok daha büyük bir soru.