Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Bir zamanlar bütün arkadaşlarım genel yayın yönetmeniydi. Çok kısa süre içinde hepsi teker teker koltuklarını kaybetti, ama arkadaşlığımız baki kaldı. Hatta 15 sene önce Hürriyet gazetesinin neredeyse bütün gazetelerin tepe editörlerini aynı karede birleştirdiği o fotoğraftakilerin hiçbiri bugün o koltukta oturmuyor.

Epey bir zaman önce, Sedat Ergin beş sene yönettiği Milliyet’ten ayrıldığında Serdar Turgut’la onu yemeğe çıkarmıştık. Bebek Oteli’nin artık olmayan ama medya tarihindeki yeri önemli balık lokantası Les Ambassadeurs’da buluşmuştuk. Tarihleri tam kontrol etmedim, ama ondan galiba kısa süre sonra aynı yerde Hürriyet’in başyazarlığından alınan Oktay Ekşi’yi bu sefer Ertuğrul Özkök yemeğe davet etmişti, Kanat Atkaya’yla ben de bu vedaya ortak olmuştuk.

Ertuğrul Özkök görevden alındığında yemeğe çıkmadık. Ama sanki görevden alınacağını bilirmiş bu karardan kısa süre önce Serdar Turgut’la birlikte onunla Sunset’te buluşmuştuk. Bugüne kadar gördüğüm en enerjisi düşük, sessiz Özkök’tü masadaki.

Ertuğrul Özkök ve Sedat Ergin sayısını hesaplayamayacağım kadar uzun süredir her sabah telefonlaşırlar. Ben de aynı şehirde yaşadığımız yıllarda Serdar Turgut’la her sabah telefonlaşırdım. Sunset’teki yemeğin ertesi sabahı “Hürriyet’te işler iyi gitmiyor galiba,” demiştim. Özkök bize en ufak bir ipucu bile vermemişti, ama yemek o kadar sıkıcı geçmişti ki bir şeyler olacağı belliydi. Kısa süre sonra telefonda Özkök’ün görevden alınmasını konuşuyorduk.

KABUL GÖRMEYEN İSİM

Yakın tanıdığım bu gazetecilerin koltuklarını kaybetmelerinin ardından yaptığımız buluşmalara ben “Ölü Genel Yayın Yönetmenleri Derneği” adını takmıştım. Veya “Dead Editors’ Society.” Ama bu isim Sedat Ergin’in eşi Canan tarafından beğenilmedi; zaten Sedat Ergin de daha sonra ölü editör olarak kalmayıp Hürriyet’in başına geçti. Çetin Emeç gibi hem Milliyet hem Hürriyet’i yöneten üç gazeteciden biri. (Taylor Swift’in gelecek ay çıkacak yeni albümünün adı “The Tortured Poets Department.” Yani “İşkence Görmüş Şairler Dairesi.” Belki buradan yeni isim türetebilirim ama kabul göreceğini zannetmiyorum.)

Farklı gazeteler, farklı coğrafyalar, farklı zaman dilimleri ve farklı gruplaşmalara rağmen koltuk ve konumdan bağımsız olarak buluşmalarımız aralıklarla devam etti. Turgut, Özkök ve Ergin eski Hürriyet’çiler olarak zaten uzun yıllardır arkadaşlar. Ben aralarına sonradan katıldım ama epey bir mazim var: Özkök’ün yanına gideli 30 sene oldu neredeyse.

O gün Hürriyet’in barında “Bütün yazarlarınız dinozor,” demiştim. O “Ya Serdar Turgut?” diye karşı manevra yaptığında ağzımı açamadım ama. Özkök onu keşfedip star yapmıştı, daha sonra beni yazar olarak keşfeden de Serdar Turgut oldu. Sedat Ergin ise: “Başlangıçta Sedat vardı!” Bu cümleyi ve kodlarını ben değil, masadaki en yetenekli mizah yazarımız yazacak.

Geçen yaz dördümüz muazzam bir yaz akşamında yemekte buluştuk. Bu buluşma haddinden fazla ses getirdi. Türk medyasında tanınan aktörlerin azalması, gazetecilerin birbirinden kopması yüzünden olacak, çok konuşuldu. Ben o akşam “Her çeyrekte bir bu akşam yemeklerini tekrarlayalım,” dedim. Tabii bencil bir istekti, Türkiye’ye geliş tarihlerime göre uyduruyordum.

Geçen hafta hiç hesapta olmayan bir İstanbul seyahati çıktı ve toplam 48 saatliğine geldim. Gelmemi mecbur kılan işlerimin arasına bir de mümkün olduğu kadar çok lokanta sıkıştırmaya, bir de bu yemek buluşması ayarlamaya çalıştım.

Organizasyonun beyni ebedi genel yayın yönetmeni olarak Ertuğrul Özkök. Birkaç mekan önerisi üzerine WhatsApp’ten karşılıklı fikir teatisinde bulunuldu. Ben ısrarla Bebek Oteli’nin alt katındaki Dragon’da buluşmayı önerdim, çünkü eskiden balıkçı oradaydı. Dragon da benim Turgut’la ilk iş görüşmeyi yaptığım yer. Ama biraz sıkıcı ve demode dendi ve es geçildi. Sonunda Araka’da karar kılındı. Ben daha önce birkaç kere gittiğim ve yazdığım halde reddetmedim, çünkü kim bir Michelin yıldızlı lokantaya bir kez daha gitmeyi reddedebilir?

Araka bu sefer benim hatırladığımdan bile etkileyiciydi. Ama ne yiyip içtiğimizi yazmayı Ramazan’dan sonraya bırakmaya karar verdik. Çünkü masadaki ortak kanı korkuydu. İçki içiyorlar, yemek yiyorlar diye hedef gösterilmek değil; yazdığımız kurumlara bizim yüzümüzden verilecek abartılı bir cezadan korkuyoruz. Normalde ceza bir kesilecekse biz yazınca beşe katlanabilir.

PEKİ NELER KONUŞTUK

Yediğimiz içtiğimiz bize kalsın ama ne konuştuğumuzu sorarsanız onu da hatırlamıyorum. Ertesi gün dedikodu yapmak için telefonda da aynısını söyledim: Üç-dört saat çok fazla eğlendik, çok güldük, hatta son yıllarda en keyifli geçen akşam yemeğiydi. Ama aklımda ne konuştuğumuza dair hiçbir şey kalmadı.

Abartmıyorum, üç genel yayın yönetmenin olduğu masada en fazla 30 saniye siyaset konuşmuşuzdur. O da hem yerel seçimler hem de Amerikan seçimleri dahil: ABD’de Trump, üç büyük şehirlerde CHP; Adana, Eskişehir ise AK Parti. Bu kadar.

Ben bir ara yazıtipleri üzerine yazdığım yazıyı bir kez daha masada anlattım ve Türkiye’de köşe yazarı font’u olarak bilinen karakterden ne kadar nefret ettiğimi kustum. “Bu font’u değiştirmek Türk basınını en imkansız işidir,” dedim. “Kimsenin gücü yetmedi bugüne kadar.”

Aramızda sadece Sedat Ergin’in yazıları hala basılı kağıtta yayımlanıyor. Ama diğer üçümüz kağıttan gazete okumadığımız için bu yazıtipinin kullanılıp kullanılmadığını bilmiyorduk. Ergin köşesini gösterince teyit ettik. Özkök aniden “Bu font kötü değil ki,” deyiverdi. Evet, Türk basının değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddesi bu yüzden hala yürürlükte. Türkiye Türklerindir.

Medya dedikodusu yaptık mı? Dördümüz birbirimizle uğraşmaktan, birbirimizin esprilerini ödünç alıp birbirimize karşı kullanmaktan başkalarına sıra gelmedi. Masanın hedefinin Sedat Ergin olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Yazılarını çok uzun sürede yazmasıyla tanınan Ergin’in rekorunu ben egale etmeye niyetliyim. 20 dakikada köşe yazısı yazabilen Özkök’ün aksine son aylarda ben tek bir yazıyla dört-beş saat uğraşır oldum. Serdar Turgut ise biz konuşurken o an üç-dört köşe yazısını kafasında hazırlamıştı, geriye sadece kağıda dökmesi kaldı.

Masaya dinleme cihazı yerleştirmiş olan birileri varsa bu buluşmadan kayda değer bir istihbarat toplamayacak açıkçası. Kendi aramızda geliştirdiğimiz esprili bir dilimiz olduğu için şakalarımıza da gülmeyecekler doğrusu. Ama hiçbirimiz de yan masa duyar mı, telefonlar dinleniyor mu, fişleniyor muyuz diye kendimizi sansürlemedik.

YIKILMADIK AYAKTAYIZ

Sadece Türkiye’deki pek çok aklı başındaki kişi gibi artık biz de sadece kendi dünyalarımıza çekildik, kendi gündemlerimizle ilgileniyoruz. Serdar Turgut yakında ameliyat olacağı için doktorunun kendisini öldüreceğinden endişe ediyor. Ayrıca benim ona sürekli ölen insanları—kendi tanımadıkları dahil—anında haber vermemden şikayetçi. Sedat Ergin’den bugün yazmaya başlasa sekiz cilt 30 sene sürecek anılarını zorla anlattırıyoruz. Özkök ise artık tamamen bir Netflix bağımlısı ve hemen eve gidip televizyon başına geçmek için sabırsızlanıyor. Bahsettiği hiçbir diziyi bilmiyorum çünkü ben kendi kendime bir Fransız entelektüel rolü biçip her söyledikleri üzerine sosyolojik tespitler yapıp onları sinir ediyorum.

Siyaset konuşmadık, çünkü ilgilenmiyoruz. Medya dedikodusu yapmadık çünkü hepimiz, Özkök’ün tabiriyle, birer Kafka karakterleri gibi her sabah olmayan bir işe gidiyoruz. Dedikodu yapmaya değecek bir kişi bile kalmadı zaten. Ülkeyi de kurtarmadık, çünkü hiç kurtaramamıştık. Ama hiç olmadığı kadar neşemiz yerindeydi. Hatta en keyifli buluşmamızdı diyebilirim. Yıkılmadık ayaktayız. Dahası, hala alanlarımızın en iyisiyiz ve bunu uzun vadede sürdürebilmek hiç kolay bir iş değil.

Ertesi sabah uyandığımda bunca yıldan, badireden, yorgunluktan sonra bile gülebilmek, hiç sıkılmamak, eğlenebilmek, enerjimizi koruyabilmek bana iyi geldi. Biz medya elitiyiz ve her zaman var olmasını biliriz.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar