Yunan adalarıyla ilgili süregelen muhabbete bir katkıda da ben bulunayım. Yunanistan, evet genel olarak Türkiye’den daha ucuz gibi görünüyor, ama adadan adaya fark var. Gördüğünüz ve çok ucuz gözüken adisyonların hemen tamamı orta ve alt sınıfa hitap eden, daha ucuz Yunan adalarından paylaşılıyor. Bodrum’la Mikonos’u kıyaslamak gerekiyor oysa, Sakız’ı değil. Tıpkı Bodrum gibi Mikonos’ta da ucuza denize girebilmek, makul bir bütçeyle akşam yemeği yiyebilmek mümkün değil.
Yunanistan’ın imkanları Türkiye’den daha fazla. Daha fazla adaları var ve bu adaları müşteri kitlesine göre ayırmayı biliyorlar. Sakız gibi alt-orta sınıfa hitap eden, bizde Avşa ya da Erdek’e tekabül eden bir yeri Mikonos yapmaya çalışmıyorlar. Dolayısıyla her bütçeden insanın tatil hakkına saygı gösteriyor turizm politikası. Ama daha az adası olan İtalya’da da benzer bir ayrışma var: her yer zenginlere hitap etmiyor, Elene Ferrante’nin fakir karakterleri de yazlarını Ischia’da geçirebiliyor. Ben geçen yaz arkama bakmadan orta sınıftan kaçmıştım ama aklımda mükemmel bir deniz ve domates kaldı.
YANLIŞ POLİTİKALAR
Demek ki turizm politikalarında da bizde hiçbir alanda işlemeyen şehir planlamacılığının önemi büyük. Örneğin yıllarca İzmirlilerin yazlık beldesi olarak ağırlıklı olarak İzmirlilere hitap eden Çeşme ta Özal’ın inşa ettiği otobana dayanan yanlış politikalarla kontrolden çıktı, olmadığı bir şeye dönüştürüldü. Kendi kimliğini koruyamadı, bugün de astronomik fiyatlarla ne yazlıkçıları ne de dışarıdan gelenleri memnun edebiliyor. Oysa İzmirliler dünyanın başka hiçbir yere bağlanmayan o dev otobanı yapılırken çok memnundu, sadece kendilerinin kullanacağını düşünüyordu. Halbuki otoban beldenin dışarıya açılması, ister istemez de bozulması demektir. Muhafaza etmek, nedense, hep muhafazakarlıkla övünen Türklerin doğasında olmayan bir davranış şekli.
Batılı korumayı ve farklı gelir gruplarına göre bölgeleri ayrıştırmayı biliyor. Ortalama bir Yunan da bu bilinçte ve bütçesine göre tatil yapıyor. Ama Türk tatilci özeniyor. Özendiğine ulaşamayınca da öfkeleniyor. Ama dünyada hiç kimse Kate Moss’la komşu şezlonglarda güneşlenme ayrıcalığının asgari ücretle satın alınacağını garanti etmedi.
Bu asgari ücret kazananın tatil yapma hakkı yok denemez. Türkiye turizmindeki bir sorun turizm politikaları ve medyanın pompalamasıyla insanların Çeşme ve Bodrum gibi merkezlere yönlendirilmesi. Türkiye’de herkes Çeşme ve Bodrum’da tatil yapmak istiyor ama bütçesi yetmiyor. Sakız ve Kos’u ise sadece yurtdışında olduğu için ayrıcalıklı, özel bir yer sanıyor ve hava atıyor. Avşa’yı beğenmiyor mesela, illa da zenginlerin olduğu yere gitmekte ısrarcı. Zenginlerin gittiği yerde de bir su şu kadar diye şikayet ediyor.
Türkiye’de daha dar gelirliye hitap etmesi gereken tatil beldelerinde fiyat politikaları da giderek Çeşme ve Bodrum’la yarışmaya başladı, anladığım kadarıyla. Orta sınıf bu yüzden tatil yapmakta zorlanıyor, çünkü “sezon iki ay zaten” mantığıyla esnaf kendini bilmeden, coğrafya tanımadan kazıklamaya kalkıyor. Yunanistan ve İtalya’da olup bizde olmayan bir de esnaf ahlakı. Geçen yazdan bu yana Yunanistan’da fiyatların sabit kaldığını gözlemledim. Hatta Yunanistan, orta sınıfın üstüne hitap eden adalarında da genel olarak kazıklamıyor. Arap ve Ruslara hitap eden Mikonos gibi adaların dışında Yunan adalarından astronomik bir hesapla kalkmak çok mümkün değil.
Ahlak sadece esnafın fiyat politikasıyla ilgili değil. Tatil beldelerinde çalışanlar da bir yerlerde tatil yapıyor ve kendilerine nasıl davranılmasını istiyorlarsa başkalarına öyle davranıyorlar. Her bireyin eşit olması, bir arada yaşama fikri, genel olarak demokrasiyle alakalı bir bilinç bu. Yunanistan’ın demokrasinin doğduğu topraklar olduğunu unutmayalım. Aramızda binlerce yıllık bir zihniyet farkı var.
Her bir bireyin içselleştirdiği medeniyet geleneği zaten insanların denize girmesinin önüne özel güvenlik, valet ve ‘beach club’ işletmecisi engeli koymuyor. Yunan adalarında da ‘beach club’lar var, buralara da şezlong ve şemsiye parayla satılıyor. Daha üst sınıfa hitap eden adalarda bu ücret kişi başı 20 Euro mesela, bir de ulaşım ücretini eklemek gerek. İstiyorsanız kumda havluyla oturun ya da bütün günü şezlongda sadece 20 Euro harcayarak geçirin, kimse karışmıyor.
VATANDAŞ VE HALK HEP KARŞI KARŞIYA
Birkaç gün önce Fransa’nın Biarritz şehrindeydim ve aristokratların tatil beldesi olarak bilinen bu şehirde tek bir ‘beach club’ görmedim. Aksine sahili herkes eşit şekilde paylaşıyor, zengini, göçmeni, fakiri, halkı ve vatandaşı huzur içinde denize giriyordu. Ama aynı sahilde tek bir çöp, kamusal huzuru bozacak herhangi bir davranışa da rastlamadım. Halk da vatandaş da bu sahilin bir nimet olduğunu, korunması gerektiğini bilerek davranıyordu.
Bu söylediklerimi Batı’da tatil yapan hemen herkes memlekete dönünce tekrarlar. Hatta sık sık “Yurtdışında havlumuzu atıp istediğimiz yerde denize giriyoruz,” da derler. Batı ülkelerinde genelde “Halk plaja akın edince vatandaş denize giremedi,” manşetleri de atılmaz. Üstelik Batı’da da plajlar tıklım tıklımdır. İnanmayan Weegee’nin meşhur Coney Island fotoğrafına baksın.
Ama bizde halkın plaja akın etmesinin, yazlıkçıların halk plajına gitmemesinin, pek çok kişinin kalabalıktan isyan etmesinin pek de haksız sayılmayacak nedenleri var. Artık klişeleşen bu halk-vatandaş manşeti aslında haklı bir isyanın ürünü. Alay edilmek yerine bu manşeti attıran şartları ortadan kaldırmak gerekiyor. İstatistikler o manşeti attıran dinamiklerin hala değişmediğini gösteriyor. En basit örnekleri vereyim: Türkiye’nin yüzde 74’ü hala dişlerini fırçalamıyor, ortalama bir Türk haftada iki kere yıkanıyor ve bu oran yıllardır değişmiyor. Bu bireysel tercihler halk plajlarındaki davranış biçimlerine de ister istemez yansıyor. “Vatandaş” ne yapsın?
‘Beach club’ sistemi berbat, halk plajıysa bir kabus. O zaman çözüm Yunanistan mı? O da değil. Çözüm halka vatandaş arasındaki ayrımın eriyeceği, sermayenin ahlaki sorumluluğa kavuşacağı, bireylerin demokrasi ve özgürlükleri sindirebileceği bir süreç. Bugün başlasak belki 100 yılda yakalayabileceğimiz bir seviye.