Beni yeniden futbolla ilgilenmeye iten olay Türkiye-Portekiz maçında Arda Güler’in kadroda olmamasından dolayı teknik direktör Vincenzo Montella’ya duyulan öfkeydi. Türk futbol izleyicisi genelde teknik direktörlere karşı genç bir futbolcunun safını tutmaz. Önemli takımlar çalıştırmış bir teknik adamı da öyle bir kalemde silmez.
Ama Portekiz maçı krizinde alışılmadık bir durum vardı. Montella başarılı denebilecek futbolculuk kariyerinden sonra istikrarsız bir teknik direktör oldu. İyi takımlarda çalıştı ama ciddi başarılara ulaşamadı, macerası kısa sürdü. Ya kovuldu, ya ayrıldı. En çok belki de Adana Demirspor’da başarılı olmuştu, zaten bu nedenle milli takıma getirildi. Ama neresinden bakarsanız bakın dışarıdan gelip Türk futbolunda devrim yapacak bir Derwall, Milne, Feldkamp değil, daha çok İtalya doğumlu bir Yılmaz Vural’ı andırıyor. Verdiğim örneklerden futbolu en son zaman takip ettiğim anlaşılmıştır.
Futbol izleyicisi belli ki Montella’ya yeteri kadar saygı duymuyor, duymadığı için ona haddini bildirebileceğini düşünüyor. Çekya maçındaki galibiyetten sonra birkaç gün önce teknik direktöre karşı Arda Güler’in safını tutanlar, utanma duyguları varsa, utanmış olmalı. Herhalde Roma’da yetişmiş bir teknik direktör işini biraz da olsa biliyordur, en azından Mustafa Sandal’dan daha iyi biliyordur değil mi?
Hiç tanımadan, hakkında hiçbir şey bilmeden bile dünyanın üçüncü kalite futbol ligine sahip ülkede çalışan bir teknik adam hakkında bazı varsayımlarda bulunulabilir: Çalıştıracak başka takım bulamadığı için buraya geldiği veya anormal para teklif edildiği için, tıpkı Suudi Arabistan’a gidenler gibi, Türkiye’yi seçtiği düşünülebilir mesela. Ama bir de kendini burada kanıtlayıp Türkiye’yi bir sıçrama tahtası olarak kullanma arzusu olma ihtimali var. Bunun için de başarılı olmak zorunda. Başarıya mecburiyet büyük bir hırs demek. Nitekim böyle giderse imkansızlıklardan bir başarı üretip bir süre sonra da daha iyi bir lige ya da ülkeye gidebilir—kariyerinde bir sene ya da yarım sezon çalıştırıp ayrılma trend’i gözüküyor. Türk seyirci belki o zaman Montella’ya saygı duyar.
*
Kendini kanıtlamak isteyen hırslı insanlardansa markalara tapınmayı daha çok seviyoruz millet olarak. 19 yaşındaki Emre Belözoğlu şu an Arda Güler’in olduğundan çok daha iyi bir futbolcuydu, ama milletin onun etrafında kenetlendiğini hatırlamıyorum. Hatta kamuoyu Fatih Terim ve onun arasında seçim yapmak zorunda olduğunda hiç genç oyuncuyu korumadı. Kimsenin gücü Fatih Terim’e yetmiyor tabii. Calabrialı olsa Montella’ya da laf etmek de sıkardı ya, neyse…
Emre Belözoğlu artık Galatasaray’da daha fazla ilerlemeyeceğini anlayınca İtalya’ya gitti ama Türkiye onu affetmedi. Belki de bu travma yüzünden istediği kadar ilerleyemedi. Arda Güler ise kendisini kanıtlayamadan Real Madrid’e transfer oldu. Sadece bu kritere göre birinin diğerinden daha başarılı olduğu söylenemez. İki durum birbirinden farklı.
Real Madrid’in parıltı gördüğü futbolcuları transfer edip yatırım yapacak kadar geniş imkanları var. Arda Güler de onlar için bir yatırım; dönüş alırlarsa kazanmış olacaklar, alamazlarsa harcadıkları para sizin-benim bir-iki kere taksiye binmemizden farksız bir masraf kalemi olarak yazılacak.
Arda Güler’e daha çok fazla yatırım yapılması gerektiği Çekya maçında ortaya çıktı. Geleneksel olarak Gençlerbirliği altyapısında yetişen pek çok oyuncu gibi hala çok zayıf, çelimsiz, sık sık düşüyor. Türk futbolunun altyapısının beslenme ve antrenmana dair bütün eksiklerini onda görmek mümkün. Sokaklardaki Türk erkekleri nasıl sağlıksız-çelimsiz görünüyorsa Türkiye’nin en kıymetli futbolcusu da sahada onlardan farksız.
Montella da bu futbolcunun henüz hazır olmadığını, Avrupa Şampiyonası’nda henüz tam kapasiteyle mücadele edemeyeceğini biliyordu. Ama kamuoyu baskısıyla onu oynatmak zorunda kaldı, tahammülü kalmayınca da oyundan alıp Cenk Tosun’u soktu. Maçın sonucunu da Tosun’un attığı gol belirledi. Almanya’da yetişmiş Cenk Tosun’un. Bu gol altyapısı sağlam bir ülkenin oyuncusuyla Türkiye’de yetişmiş bir oyuncu arasındaki farkı da gösterdi.
*
Maçı Montella için izlemek istiyordum ve bu yüzden de futbol paketi bulunan bir işadamı tanıdığımın Paris’in 16. arrondissement’ındaki malikanesine kendimi davet ettirdim. İçeri girdiğimde maç çoktan başlamıştı ve hiç bilmediğim bir dünyanın ortasında buldum kendimi.
En son futbolcu söyleşimi yapalı 20 sene olmuştur herhalde. O zamandan bu zamana futbol üzerine çok az söz kaldım.
Fatih Terim’in ikinci kez Galatasaray’ın başına getirilmesinden sonra kendi kendime verdiğim sözü tuttum ve sadece taraftarlığı değil, futbolu da izlemeyi bıraktım. Zaman içinde önümüze saçılan çirkinlikleri ve Türk futbolunun sürekli düşme eğrisinde olması pek bir şey kaybetmediğimi kanıtladı.
Çekya-Türkiye maçı başladığında tek bir futbolcunun bile adını bilmiyordum. Bu yüzden ev sahibimin bugüne kadar maç esnasında maruz kaldığım diğer yorumlardan çok daha nitelikli analizlerini ve verdiği bilgileri merakla dinledim. Bir ara “Bir kanalım olursa sizi yorumcu yapacağım,” dedim. “Bana bir televizyon kanalı satın alır mısınız?”
Ev sahibi futbolcunun kondisyonu, kramponlarının çimenle uyumu, gerçekten sakatlanıp sakatlanmadığı, atılan topların nereye gideceği gibi teknik bilgilere hakimdi. Ama kimi sorarsam sorayım özgeçmişine dair en ayrıntılı bilgileri de veriyordu.
“Bu İtalyan liginde oynuyor,” dedi. “Bu şu anda Almanya liginde. Şu İngiltere’de, bu da Fatih Terim tarafından Panathinaikos’a getirildi ama o kovulduktan sonra da kaldı.”
Bir ara “Türk milli takımında hiç Türkiye’de oynayan futbolcu yok mu?” diye sordum.
*
Fransa’nın 2027’de Cumhurbaşkanı olması muhtemel politikacısı Marine Le Pen’in babası Jean Marie Le Penzamanında Fransız Milli Takımı’nın ne kadar “Fransız” olduğunu sorgulamıştı. 1998’de Dünya Kupası’nı kazanan futbolcuların çoğu Afrika kökenliydi ve faşist politikacı Le Pen’e göre bu Zidane gibi oyuncular Fransız değildi. Fransa en azından milli takım bazında bu entegrasyon sorununu yıllar içinde çözdü ve en kıymetli futbolcusunun bir göçmen çocuğu olduğu takımın Fransızlığı çoktandır sorgulanmıyor. Marine Le Pen de babasını partiden attı.
Çekya maçını izlerken ikinci sorumu sordum: “Sahi Türk Milli Takımı’nda hiç Türk var mı?” Kastım Le Pen’in aksine etnik köken değildi.
Milli takımımızda Türkiye liglerinde oynayan kaç futbolcu olduğu gibi kaçının Türkiye’de yetiştiği de merak ettim. Zira bütün kurumların geriye gittiği, futbolun kayda değer hiçbir başarısının olmadığı, hatta işinin ehli olmayan isimlerce yönetilip giderek çürüdüğü bir dönem iyi futbolcu üretemez. En azından hipotezim bu yöndeydi. Sonra hipotezimi test ettim.
*
Bilmeyenler için hatırlatma, futbol hala 11 kişiyle oynanıyor. Çekya maçında Montella’nın sahaya çıkardığı 11 oyuncunun büyük çoğunluğu ya yurtdışında oynuyor ya da Avrupa altyapısında yetişmiş.
İlk 11’de yer alan Türkiye’de yetişmiş ve halihazırda Türkiye liginde top koşturan oyuncular: Mert Günok (Beşiktaş), İsmail Yüksek (Fenerbahçe), Barış Alper Yılmaz (Galatasaray). Kerem Aktürkoğlu (Galatasaray) 76. dakikada oyuna girdi.
İlk 11’de yer alan yurtdışında yetişmiş ve yurtdışında top koşturan oyuncular: Salih Özcan (Borussia Dortmund), Kenan Yıldız (Juventus), Hakan Çalhanoğlu (Inter Milan). Orkun Kökçü (Benfica) 87. dakikada oyuna girdi.
İlk 11’de yer alan yurtdışında yetişmiş ama Türkiye’de top koşturan oyuncular: Mert Müldür (Fenerbahçe), Ferdi Kadıoğlu (Fenerbahçe). Kaan Ayhan (Galatasaray) 46., Cenk Tosun (Beşiktaş) da 76. dakikada oyuna girdi.
İlk 11’de yer alan Türkiye’de yetişmiş ama yurtdışında top koşturan oyuncular: Arda Güler (Real Madrid), Merih Demiral (Al-Ahli), Samet Akaydın (Panathinaikos).
Bu dağılıma bakarak Türk Milli Takımı’nda Misak-ı Milli sınırları içindeki futbol dünyamızın çok sınırlı etkisi olduğunu görmek mümkün.
*
Dışarıda yetişmiş Cenk Tosun gibi oyuncuların Türkiye için oynamalarının nedeni yetiştikleri ülkenin milli takımlarında büyük ihtimaller yer bulamayacaklarından dolayı profesyonel bir tercih. Tosun özelikle ilginç bir örnek, Almanya Milli Takımı’nda başlayıp Türkiye’ye geçti.
Onun gibi yurtdışında yetişen oyuncular da Türk futbol kulüplerinde yer bulabildikleri için geliyor; rekabet hala dışarıda olduğu kadar sert değil. Dahası, yurtdışında yetişmiş olmalarından dolayı gelen sağlam altyapıları Türkiye’deki forma rekabetinde kendilerine avantaj ağlıyor. Almanya’nın beğenmediği Türkler buradaki en iyilerden daha iyi olabiliyor. Forma oynamak, oynamak para demek.
Türkiye’de yetişip yurtdışına transfer olan Arda Güler altyapı eksikliğimizi çürütecek örneklerden biri olarak sayılabilir. Ama bir kez daha vurgulamak gerekir ki Türkiye’de yetişip yurtdışına transfer olan futbolcular çok genç gidiyorlar, uzun vadede ne bu büyük takımlara ne getireceklerini şimdiden kestirmek zor. Çekya maçında Türkiye’nin yediği golde Arda Güler’in hatası henüz Real Madrid seviyesinde—bir Kylian Mbappé—olmadığını gösterdi. Yurtdışında oynayan bir başka oyuncu, Samet Akaydın ise önemli olmayan bir lige “dayı” torpiliyle gitti. Demiral’ın oynadığı Arap liginin de paradan çok ciddiye alınır tarafı—şimdilik—yok. Yurtdışındaki “gururlarımız” çok da göğsümüzü kabartmasın. Görünen Türkiye’nin milli takımının bile yurtdışına muhtaç olduğu. Oysa böyle değildi. Şenol Güneş’in teknik direktörlüğünde Dünya Kupası’nda üçüncülüğü kazanan milli takımın hemen hemen bütün oyuncuları Türkiye liginde top koşturuyordu. Aralarında elbette altyapısını gurbette almış oyuncular da vardı ama ağırlık Türkiye’de yetişen, kendi kariyerini Türkiye’de kanıtlamış futbolculardaydı.
Tamam, Türkiye dünya futbolunda o kadar yakından takip edilmiyordu. Ama şartlar aynı olsa bile, bugün o kupada payı olan oyuncuların hiçbiri kendi geleceklerini Türkiye’de görmez, beyin göçü olarak adlandırılan veya hayal kuran birçokları gibi kapağı yurtdışına atmak isterdi.
Türk futbolcular da birkaç örnek dışında Galatasaray’da, Beşiktaş’ta, Fenerbahçe’de kaldılar çünkü milli takımla birlikte kulüp futbolu da yükseliyordu. Gidenler de gittikleri yerde başarılı oldu. Ama çoğumuzun ülkemize inancı vardı. Futbolcuların da. O yılların Türkiye’nin dünya sahnesinde yükselmeye başladığı, hepimizin yaşam kalitesinin yükseldiği ve demokrasinin yerleşmeye başladığını düşündüğü yıllardı.
Hiçbir toplumda kurumların performansı diğer etkenlerden bağımsız ölçülemez.Türkiye yabancı hocaya, yurtdışında yetişen futbolcuya muhtaç olup, genç futbolcular daha gözlerini açamadan yurtdışına transfer olmanın hayalini kuradursan. Evinde maç izlediğim dostumun işret ettiği gibi Euro 2024’te Almanya milli takımının kaptanı ve yedek oyuncusu Türk. İşviçre Milli Takımı’nın başında da bir Türk teknik direktör var. Türk Milli Takımı ne kadar Türk diye merak ediyordum, aradığım yanıtın çok daha fazlasını buldum.