Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Tubitak Ansiklopedi Biyolojik Yaklaşım Nedir?

        Psikolojide biyolojik yaklaşım, evrimsel yaklaşım, psikodinamik yaklaşım, bilişsel yaklaşım, davranışsal yaklaşım, hümanistik yaklaşım gibi, psikolojik araştırmalarda belli kavramları ve yöntemleri benimseyen ekollerden biridir. Biyolojik yaklaşım gelişimsel psikologlar, sosyal psikologlar, klinik psikologlarca benimsenebilmektedir. Psikolojinin alt alanlarındaki psikoloji araştırmacıları, kullandıkları yöntemler ve psikolojik olguları açıklamada kullandıkları kavramlarla bir yaklaşımın çatısı altında buluşurlar. Biyolojik yaklaşımda buluşanlar, kromozomlar, özellikle sinir sisteminde ifade edilen genler, nöron adı verilen beyin hücreleri ve onları destekleyen glia hücreleri, nöronlardaki protein yapıları, hücre içi sinyal yolakları, nöronların birbiriyle iletişim için kullandıkları özel kimyasallar olan nörotransmitterler, nöromodülatörler, hormonlar ve nöronların elektriksel aktivitesi üzerinde yoğunlaşırlar. Biyolojik yaklaşımda en temel varsayım, gözlemlenebilen ya da örtük tüm psikolojik süreçlerin sinir sisteminin işleyişinde bir yansımasının bulunuyor olmasıdır.

        17. yüzyıldan itibaren Luigi Galvani, Johannes Müller, Pierre Flourens ve Hermann von Helmholtz gibi fizyologların öncülük ettiği sinir sisteminin yapısı ve işleyişi ile ilgili çalışmalar 19. yüzyıla doğru ivme kazanarak, psikoloji biliminin odağındaki sorularla örtüşme göstermeye başlamıştır. Duyum ve algı süreçlerinin beyinde özelleşmiş alt alanlar, sinir yolakları ve belirgin elektriksel aktiviteyle eşleştirilmesinde elde edilen deneysel bulgular, öznel psikolojik deneyimlerin somut bir biyolojik izdüşümü olabileceği düşüncesini kuvvetlendirmiştir. Bunun devamında, Charles Darwin ile özdeşleşen doğal seçilim yoluyla evrim teorisinin de psikoloji üzerine etkileri olmuştur. Evrim teorisi, canlıların dış görünüşüne ve organlarının yapılarına olduğu kadar davranışlarına da işlevsel bir anlam yüklemektedir. Canlı türlerinin evrimsel süreç boyunca karşılaştıkları problemleri çözmelerinde yardımcı olan uyum süreçleri hem fiziksel özelliklerini hem de davranış dağarcıklarını kapsamaktadır. Fiziksel özelliklerin nesilden nesile aktarılırken gösterdiği kademeli değişimi ve bu değişimin amacını fosil kayıtlarından, anatomik karşılaştırmalardan çıkarsamak mümkündür. Oysa davranışın amacı ve evrimi ise fosil kayıtlarında her zaman bariz izler bırakmaz. Ancak davranışı destekleyen sinir sistemi bileşenleri ve bu bileşenleri belirleyen genetik kodlar, psikoloji biliminde davranışın evrimsel açıdan çalışılmasına imkan tanıyan nesnel bir zemin hazırlamıştır. Örneğin, beyin kütlesinin beden kütlesine oranının artması, beyindeki korteks yüzeyinin genişlemesi ve beyin dokusundaki hücre yoğunluğunun artması insan türlerine sayısız davranışsal ve bilişsel uyum süreçleri geliştirme imkanı sunmuştur.

        Tüm bu tarihsel gelişim, biyolojik yaklaşımda bir noktayı daha ortaya çıkarmıştır: İnsan, zaman içinde bu genetik ve biyolojik mekanizmaların kontrolü altında, nesilden nesile ve kendi yaşam süresi boyunca değişim geçiren tek tür değildir. Aksine DNA, kromozomlar ve genler tüm canlıların genetik ortak paydasıdır; üstüne üstlük fiziksel özelliklerimizde de sinir sistemi anatomimizde de diğer canlı türleriyle ortak yapısal ve işlevsel özellikler bulunmaktadır. Bu durum, biyolojik yaklaşımda "karşılaştırmalı araştırmaların" benimsenmesini sağlamıştır. Karşılaştırmalı psikoloji araştırmalarında, psikolojik olguları ve bunların altında yatan fizyolojik ve biyolojik süreçleri irdelemek amacıyla farklı türler mercek altına alınır. İnsan dışında türlerin (örn., fare) araştırmalarda kullanılması, insan deneylerinde mümkün olmayan deney yöntemlerinin kullanılarak insan davranışına da ışık tutacak detaylı bilgilere ulaşılmasını mümkün kılar. Örneğin, biyolojik yaklaşım çerçevesinde düzenlenen karşılaştırmalı bir davranış genetiği deneyinde, canlının hayatında diğer her şey sabit tutulurken bir gen tamamen ya da kısmen susturulabilir; genin ifadesi sadece bazı organlara ya da yaşamın bazı evrelerine sınırlandırılabilir ya da normalde olmayacak organ sistemlerinde, gelişimsel zamanlarda gen ifadesi oluşturulabilir. Benzer şekilde deney hayvanları ve insan arasındaki sinir sistemi bileşenleri ve nörokimyasallardaki ortaklıktan hareketle, hem karmaşık psikolojik süreçlerin biyolojik ve fizyolojik altyapısı farklı denek türlerinde kontrollü olarak çalışılabilir hem de insanlarda çeşitli psikolojik rahatsızlıkların tedavisinde kullanılabilecek güvenli ilaç moleküllerinin saptanması mümkün olabilir. Biyolojik yaklaşımda, insandaki zihinsel süreçler de beynin elektriksel (elektroensefalograf, magnetoensefalograf v.b.) ve metabolik aktivitesini (pozitron emisyon tomografisi, işlevsel manyetik rezonans v.b.) ölçen beyin görüntüleme yöntemleri ile takip edilebilir.

        Biyolojik yaklaşım, indirgemeci olduğu yönünde eleştirilere maruz kalmaktadır. Biyolojik yaklaşımı benimseyen psikologlar, genlerden moleküllere, hücrelere, nöronlar arası iletişime, sinir ağlarına, beyin sistemleri, sinir sisteminin tümüne ve nihai olarak davranışa ve bilişe ulaşmayı hedefler. Biyolojik yaklaşımda bütüncül bir psikoloji anlayışı için psikolojik süreçleri farklı seviyelerde çalışan biyolojik yaklaşımı benimsemiş araştırmacıların iş birliği ve etkileşimi elzemdir.

        YAZAR

        Bengi Ünal