Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam 'Başbakana mektup gönderiyorum çantasına koyup eve götürüyor'

        Kimse sizin 87 yaşında olduğunuza inanmıyor?

        Ama doğrudur, 1924'te Aksaray'da dünyaya gelmişim ne yapayım. Köküm Giresunludur. Babam ve dedem 1912'de Kilyos'a yerleşmiş, 5 tane ekmek fırını açmışlar. Biliyorsun ki ekmeğin iyisini Giresun yapar. 4 kardeşim var, hepimiz farklı işler yaptık. Çok şükür muvaffak olduk. Zaten kardeşlerimin de hepsi vefat etti. Ben 4. sıradaydım fakat 6 ay önce benden küçük olan kardeşim de gitti. Bir ben kaldım.

        Siz niye baba mesleğini devam ettirmediniz?

        Ettirmedik çünkü ekmekçilik çok zor iştir. Baktı ki biz yokuz, babam da bir süre sonra fırınları kapattı. Pertevniyal Lisesi'ni bitirdikten sonra daha okula gitmedim. Mobilya fabrikası kurdum önce Topkapı'da. Ürettiklerimi Kapalıçarşı'da satıyordum. Devlet ve askeriyeye de satışlarım olmuştu. Müteahhitlik de yaptım. 1985'te ortağımın ölümüyle tüm işlerimi kapattım. 1991'de Balıklı Rum Vakfı'nın başına geçtim.

        Mobilyacılıktan hastane yönetmeye uzun bir yol olmalı?

        Hayır gayet kısa. Hastane yönetim kurullarını genellikle doktorlar değil tüccarlar teşkil eder. Yönetecek olanlar tüccar olmalıdır. 1991'de bu iş bana teklif edildiğinde baktım ki Balıklı Rum perişan bir haldedir. Biraz da o nedenle giriştim. 2 doktor, 80 personelden oluşuyordu.

        Şimdi en başarılı olduğu ünite olan madde bağımlılığı tedavi merkezi de sizden önce yokmuş galiba?

        Tabii yoktu. Evvela dedim ki; memlekete ne lazım? Esrar, eroin, kokain, alkol kullananların beladan kurtarılması.

        Niye evvela böyle dediniz?

        Mobilya fabrikamda çalışan iki genç vardı. Esrarkeş. Çok üzülürdüm hallerine. Uğraştım, gece gündüz. İyileştikten sonra ustalığa terfi ettiler, ardından ev sahibi oldular. Bu mevzunun üstünde çok duruyorum ben. Çünkü özbeöz çocuklarımdan başka, bağımlılığa batan çocuklara hep kendi çocuklarım gibi bakmışımdır, nedense. İçim parçalanır. Giderek bu hastalığın -ben madde bağımlılığını hastalık kabul ederim-yaşı düştü. 13 yaşında gelen var buraya. Olmaz. O yüzden çok güçlü bir doktor kadrosu kurdum. Şimdi Avrupa'dan bile hastaların geldiği kalburüstü bir bağımlılık tedavi merkezi olduk. Fakat onları kabul edemediğimiz oluyor.

        Niye?

        Evladım 24 yatağımız var. Burada en mühim olan iki vaka var: Biri alkol, biri eroin. Alkolün çökerttiği evleri yıllar içinde gözümle gördüm ben. İçkiye çok karşıyım ben. Hayatımda ne cigara içmişim ne içki.

        Hiç mi?

        Gençliğimde belki Boğaz'a karşı bir iki yudum almışımdır. Biraz da çok çalışkanımdır. Mezeye oturacak vaktim de pek olmamıştır. Neyse işte alkolizm tedavisi bölümümüzde 17 senede 1 yatak boş kalmamıştır. Hastaları 15 gün tedavi ettikten sonra 2 sene boyunca her cumartesi günü mecbur ediyorum bana gelmeye. Ders veriyoruz, içki içip içmediğini kontrol ediyoruz. Tabii bunun karşılığında hiçbir ücret talep etmiyoruz. Bu yöntemle yüzde 95'lik muvaffakiyet elde ettik. O kadar ki neşeli bir muvaffakiyet. Evlerinden piknik sepetiyle yiyecekler getirip hastanenin çamlık tepesinde iyileşmeyi kutlarlar her ayın ilk pazar günü. Eroin bağımlılarındaki başarı oranımız ise yüzde 65. Ama yılmıyoruz, parası varmış yokmuş bakmadan durumu kötü olanları imkânlarımız dahilinde tedavi etmeye çalışıyoruz.

        Radikal'de yazdığımız iki Özgür'ü de kabul ettiniz zaten?

        Tabii ettim çünkü kızın hamile olduğunu işitince dayanamadım. Derhal alın hastayı dedim. Yalnız buradan çıktıkları zaman onlara iş bulmamız da lazım. Biz tedavi ediyoruz ama aynı sokağa dönerlerse ne gibi bir netice alırız? Hiç. Bu konuda tecrübem çoktur. Tedavi olan çok çocukları işlere yerleştirdim, öyle tamamen kurtuldular. Hatta 10 sene evvel Sabancı, Eczacıbaşı gibi firmalara 'İkişer çocuk sizlere göndereyim ben. Çalıştırın, tertemizdirler, hem size faydaları olur, hem sizin onlara' dedim. Hiç kimse cevap vermedi maalesef. Memleketimizdeki bir felaketi dikkate almamalarına çok üzülmüştüm. Aşağıdaki otomobil tamircileri daha merhametli çıktı. Onların yanına 5 tane çocuk verdim, şimdi usta oldular. Üstüne evlendiler. Nikâhlarına çağırdılar beni, yüzükleri taktım. Bir baba olarak bu çocuklarımızı kurtarmamız lazım, hükümetimize de söylüyorum.

        Ne diyorsunuz?

        Bir sürü yazışmalar yapıyorum. Başbakanımızın hanımı bir ekip yolladı buraya. Kafamdaki projeyi onlara da anlattım.

        Ne projesi?

        90 yataklı yeni bir bağımlılık merkezi ilave etmeliyiz. Bağımlılık tedavisi için bizim hastaneye yatmayı bekleyen kişi sayısı günde 60-70'i buluyor. Yetişemiyoruz. Çünkü bütün Anadolu'dan bize gönderiyorlar. Valiler, kaymakamlar bana telefon açıp 5 hasta, 10 hasta gönderiveriyor. Kimseye de olmaz diyemiyorum, kötü huyum. Bir gün Urfa Valisi başlarına iki polis koyup bir otobüs dolusu hasta göndermeye kalktı. Aman dedim, Vali Bey ne yapıyorsun, burası boş değil ki? Yola çıkardım artık demesin mi. Mecbur olmuştum da, onları Akliye Servisimize yatırmıştım. Olmayacak iş tabii ama ne yapayım. Yine de tedavi oldular mis gibi. Aralarında bir ressam vardı, bak şu duvardaki resmi bana yapıp hediye etmişti, teşekkür niyetine.

        Her gün hastaneye geliyor musunuz?

        Tabii. Bazılarına tuhaf gelecektir, bir tarafta akliye, bir tarafta bağımlılık, bir tarafta geriatri merkezi olan bir yere bir tüccar niye her gün şevkle gelir? Geliyorum çünkü tedavi olduktan sonra odama gelip bana teşekkür ettiklerinde hissettiğim duyguyu başka şeye değişemem. Mutluluk. Geçenlerde Afyon'dan karaciğeri bitmiş, hanımıyla kavgalı bir alkolik hasta yatırdık. İyileştirdik, hanımla barıştırdık. Ellerinde iki küçük çocuk, teşekküre gelmişler. İstanbul'u verseler böyle tatmin olmam ben. Bu gece gündüz çalışmam, bu yaşta hâlâ bu işlerin peşinden koşmam ondandır. Bırakırsam korkarım bozulur diye. Burada kurduğumuz tıp hizmeti sistemini, milyonlarca lira verseniz yeniden inşa edemezsiniz. Yılların emeği ve tecrübesi vardır.

        Hastanede niye hiç Rum hasta yok?

        Rum mu kaldı efendim memlekette? Kalanların da şimdilik bir bağımlılık ve akliye problemi yok. Sadece 3 Rum aileyi İhtiyarhanemde misafir ediyorum.

        Siz azınlık mülklerinin iadesiyle ilgili AİHM'ye gidilmesine karşıydınız. Neden?

        Benim memleketime karşı hiç kimseye dava açmam ben. Elâleme gidip de yapmam bunu. Şimdi hepsini iade ediyor işte devlet. AİHM'ye gitmek hiç iyi bir fikir değildi. Ben her zaman hükümetle pazarlığa oturmaktan yanayım. Bu mallarımı iade et, niye aldın diye ona söylerim ki bu hükümet anlıyor bizim dilimizden.

        Hükümetle iletişiminiz nasıl?

        Valla ben tutup Başbakan'a mektup yazıyorum, alıp okuyor. Çantasına koyup evine götürüyormuş, 'Bakalım Dimitri ne diyor iyice anlayayım' diye. Eski hükümetler biz bir şey dediğimizde yüzümüze bile bakmazdı. Diyeceğim şu; evet biz Rumlar çok çektik ama bu hükümetten değil. Maalesef İsmet İnönü'yle başladı bizim zorluklarımız. Onun zamanında sadece Rumlar, Ermeniler değil Türkler de çekti. Dertler Atatürk'ün ölümünden sonra başlar bizim memlekette. Mesela Atatürk Rumları çok severdi. Tüm hizmetçileri Rumdu. En sevdiği Marika'yı yetimhaneden yanına almıştı. 105 yaşında yeni öldü Marika. Atatürk'ün gömeklerini ütüleyen, yatağını yapan kadındı.

        Mallarınızı alınca Balıklı Rum'un hayatı nasıl değişecek?

        Neyi ne kadar iade edecekler, resmi olarak elime henüz bir yazı gelmiş değil. Ama bir kısmını hastaneye harcayacağım. Bir ek bina yapmak istiyor ama yapamıyordum. Onu yaparım. Fakat mülkleri bina olarak teslim ederlerse nasıl işlem yapacağımızı bilmiyorum. Niye biliyor musun? Bu karşımızdaki koskoca Yeditepe Göğüs Hastalıkları Hastanesi'nin mülkü de bize ait ama onlardan aylık kira bedeli olarak 750 lira alıyoruz. Sembolik bir şey. Çünkü onlar da bizim gibi hizmet veriyor, iyilik yapıyor, tedavi ediyor. Kimsenin zor durumda kalmasını istemeyiz.

        Odanızda niçin Bülent Arınç'ın fotoğrafı asılı?

        Çok seviyorum da ondan. Arada bir sabah kahvaltısına gelir. Çok samimidir. Birbirimize dertlerimizi açarız. Mesela bu Azınlık Kanunu'nun çıkacağını bana bir müjde olarak 4 ay evvel söylemişti. Sevdiğim siyasi kişilerin fotoğrafını asmayı severim. Bak en tepede Atatürk'ümüz! Altında da Bülent Arınç.

        Kendi fotoğrafını görünce şaşırdı mı?

        Güldü. 'İyi ki' diyor, 'gençlik fotoğrafımı koymuşsun. İhtiyar halimi koyma'. Ben de 'Şu halin de genç, ben seni öyle görüyorum' dedim. Ben hükümetle çok iyi anlaşıyorum çünkü ulaşabiliyorum. Ne zaman bir şey sorsam, cevabını alırım. O yüzden oyumu AK Parti'ye veriyorum.

        Sizi 28 Şubat'ta irticacı diye fişlemişler, doğru mu?

        Evet. Bir Rum nasıl irticacı olur diye sorarsanız hanımım Müslüman'dı. 3 yıl önce vefat etti.

        Eşiniz Müslüman diye mi fişlediler? Nasıl oldu?

        Koca bir fişleme listesi var, en başta benim adım. İki kişi odama geldi, yanlarında da bir başkomiser. Kütüphaneme bakıyorlar. 'Kimsiniz, niçin kitaplarımı karıştırıyorsunuz' dedim. 'İrtica yapıyormuşsun sen' dediler. 'İrtica nedir? Bu sefer sinirlendi, 'İrtica nedir bilmiyor musun sen' diye. İşte o zaman ben de espriler yapmaya başladım.

        Ne dediniz?

        'Ben Hıristiyanım, öyleyse bu irtica nedir İncil'e bakacağım, bir saniye bekleyin' dedim. Bu sefer ortaya çıktı ki; benim hanımın Kuran dersleri verdiğini öğrenmişler, o yüzden fişlenmişiz. Gerçekten de 23 fakir çocuğa bakıyor, haftada iki kere de Kuran öğretiyorduk. Ne var? dedim, 'Bu suç mu?' Bu fakir çocukların hayatı için iki yol var dedim: Ya Kuran öğrenecekler ya da..

        Ya da İncil deseydiniz, iyice işler karışsaydı?

        Artık onu demedim. 'Ya Kuran öğrenecekler ya da her gün bu hastaneye gelen bağımlılardan olacaklar' dedim. Ve devam ettim: 'Eğer biraz din korkusu olursa uyuşturucudan uzak dururlar. Ama inşallah sizin çocuklarınız o belalara bulaşırlar da bana gelirler. O zaman onları almam.? Tutanak tuttular, sonra da çıktılar gittiler. Rezillik. Bazıları idrak edemiyor.

        Neyi?

        Ben Hıristiyanım. Hanımım çok dindar bir Müslümandı. Onu 11 kere hacca göndermiştim. Ömrümüzde birbirimize bir gün karışmadık, hep saygılı olduk. Aynı mahallede büyümüştük, ne benim ailem ne de onun ailesi 'Evlenmesinler' demedi. Böyle yaşamak da mümkün ama işte bazılarının kafası bunu almıyor. Hanımımı çok özlüyorum. Dertlerimi dinler, sonra 'Bundan sonrasını yukarıya bırak, hayırlısı sana gelir' derdi. Çocuklarım sağ olsun, beni hiç yalnız bırakmıyorlar ama hanımımın yokluğunu hâlâ kafamı yastığa koyunca içimde hissediyorum.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ