Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

BUGÜN 24 Nisan. Bundan tam 97 yıl önce bu topraklarda binlerce yıl sulh içinde yaşayan Ermenileri sistematik ve planlı biçimde yok etme harekâtına start verildi. Sadece Ermeniler değil, Süryaniler de Anadolu'dan silinecekti. Ve büyük ölçüde silindiler. 1915'e dek sayıları milyonlarla ifade edilen Hıristiyanlar artık Türkiye'de yok denecek kadar az.

1915, 20. yüzyılın sayılı katliamlarından biriydi. Giydirilen kılıf ise vatan hainliğiydi. Birtakım Ermeni komitacıların, dış güçlerin tahrikiyle Osmanlı'ya karşı giriştikleri silahlı mücadele bütün bir halka mal edildi. İttihat ve Terakki hükümeti bu insanlık dışı operasyonun adını tehcir koydu. Suriye'nin Der Zor çölünde neticelenen o zorunlu "yolculuk" boyunca yüz binlerce Ermeni ya hastalıktan, ya açlıktan öldü ya da öldürüldü. Kadınlar tecavüze uğradı. Karınlarındaki bebeklere dahi acınmadı. Yanlarında götürebildikleri tek tük ziynetleri yağmalandı.

Geriye kalan evlerine, fabrikalarına, bağlarına bahçelerine el kondu. Devlet himayesinde yaratılan yeni ulusal burjuvazi arasında parsellendi. Günah üzerine günah, haram üzerine haram eklendi. Kendilerine adres gösterilen Der Zor çölüne varmaya başaran Ermeniler ya bir şekilde kaçtı (ve bugün Ermeni diasporası dediğimiz topluluğu oluşturdu) ya da orada katledildiler. Toplu halde. Bu dramın ortasında sayısız Türk, Kürt, Alevi; Ermeni komşularına el uzattı. Binlercesini gizledi, korudu. İttihatçıların yaptıkları bütün Türkiye'ye asla mal edilemez.

Peki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak eşit haklara sahip olmaları gerekirken devlet katında gayrimüslimlere hâlâ en hafifiyle "yabancı" ama daha ziyade "dış mihrak" uzantısı olarak bakıldığını kim inkâr edebilir? Hani emniyette, Meclis'te, orduda var mı bir tek üst rütbeli gayrimüslim? Osmanlı zamanında bilmem kim paşa veya vekil vardı diye övünüyoruz; iyi de neden şimdi yok?

Ergenekon davasının özü, tam olarak dipdiri ayakta duran bu İttihatçı zihniyet. Ergenekon tayfasının Rum Ortodoks Kilisesi'ni etkisizleştirmek üzere devlet eliyle 1921'de kurulmuş ve herhangi bir cemaati bulunmayan Türk Ortodoks Patrikhanesi'nde toplanmaları tesadüf olabilir mi? Ya Ermeni Patriği Mesrob Mutafyan'a yönelik suikast planları? Onu beceremediler.

Hrant Dink maalesef aynı şansa sahip olamadı. Ve "Hrant'ın ölümünde Ergenekon parmağı olduğu kesin". Bu sözler meseleye en çok kafa yoranlardan biri olan Radikal yazarı Avukat Orhan Kemal Cengiz'e ait. 2007 yılında Malatya'da misyonerlik yaptıkları gerekçesiyle vahşice öldürülen 1'i Alman 3 kişinin aileleri adına davalara katılan Cengiz, "Eğer 5 yıldır gayrimüslimlere yönelik suikast düzenlenmediyse bunun en büyük sebebi Ergenekon davasıdır" diyor. Ve ekliyor: "1915'te kurulan düzen ilk kez yargı önüne çıkıyor."

Darbe dahil her nevi karanlık işlere bulaştıkları muhtemel bu güruhun yargılanması gerçekten tarihi önem atfediyor. Ama uzun tutukluluk süreleri, sırf bazı listelerde isimleri görünüyor diye muhtemelen masum olan insanların içeri tıkılması gibi bir dizi hukuksuzluk davayı gölgeliyor. Ancak Cengiz'in vurguladığı gibi bu davadaki esas eksik, İttihatçı damarın yeterince araştırılmaması. Oysa sanıklardan Ergun Poyraz'ın kaleme aldığı "Misyonerler Arasında Altı Ay" gibi gayrimüslimlere karşı kin ve nefret pompalayan yayınlar bu ırkçı zihniyeti gözler önüne seriyor.

Malatya katliamı ve Rahip Santoro ile Hrant Dink cinayetlerini aynı zincirin halkası olarak gören Cengiz, 1915'e kadar uzanan zihinsel suç haritasını deşifre etmek için "Elimizde altın fırsat, hatta bir maden var" diyor. Peki bu fırsattan neden yararlanılmıyor? Çünkü 1915 ile yüzleşmeye halen hazır değiliz de ondan.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar