20 bin yıl önce Avrupa'da...
“Alfa Kurt” günümüzden 20 bin yıl öncesinde Avrupa'da geçiyor... Yeşilin, ağacın olmadığı çorak bir bölgede açılıyor film. Bütün canlıların çetin bir yaşam mücadelesi verdiği, tarıma uygun olmayan topraklardayız... Bir grup insanın bir havyan sürüsüne sürünerek yaklaştığı ilk sahne, insanların kabileler halinde “avcı toplayıcı” olarak yaşadığı bir çağı işaret ediyor.
Av sırasında tecrübesizliğiyle dikkat çeken genç, filmin ana karakteri... Bir “flash-back” sahnesiyle onun kabile lideri Tau'nun (Johannes Haukur Johannesson) oğlu Keda (Kodi Smit-McPhee) olduğunu öğreniyoruz. Keda, çevresindeki diğerleri gibi güçlü kaslara sahip değil. Tam aksine, uzun boylu, incecik bir delikanlı... O narin haliyle, “Ejderhanı Nasıl Eğitirsin”de (How to Train Your Dragon – 2010) çam yarması kaba saba Vikingler arasında “yabancı madde” gibi duran Hiccup'ı hatırlatıyor. Keda'nın da Hiccup gibi başta babası olmak üzere kabiledeki herkese erkekliğini kanıtlaması gerekiyor... Ama çıktığı ilk avda çaylaklığının kurbanı oluyor ve öldü sanılarak uçurumun kenarındaki bir kaya çıkıntısının üzerinde bırakılıyor. Saatler sonra kendine geldiğinde yağmur sularının yardımıyla uçurumdan kurtuluyor ama asıl yaşam mücadelesi tam da o noktada başlıyor. Çünkü tek başına yolunu bulması, sakat ayağıyla ilerlemesi, yiyecek bulması ve kar başlamadan sağ salim kabilesine ulaşması pek de kolay değil.
“Alfa Kurt” işte bu zorlu yolculuğun öyküsü... Aynı zamanda bir arkadaşlık filmi. Keda, saldırı sırasında yaraladığı kurtun hayatını kurtarıyor ve yolculuğuna onunla birlikte devam ediyor. “Alfa Kurt”u, vahşi doğada yolculuk, yaşam mücadelesi, insan – hayvan arkadaşlığı ya da tarih öncesi macera filmlerinden ayıran önemli bir özelliği var. Hikâyenin özüne indiğinizde aynı zamanda merhamet üzerine bir film olduğunu görüyorsunuz.
Filmin ilk bölümünde babası Tau, Keda'ya alfa kurtlardan söz ederken liderliği güç kullanımı üzerinden tanımlıyor... Başka bir sahnede ise yakaladıkları hayvanı öldürmesi için bıçağı uzattığı Keda kendisinden istenileni yapamıyor. Hem de kabiledeki diğer erkeklerin önünde... Zayıf olanın ayakta kalamadığı, erkekliğin fiziksel güç üzerinden tanımlandığı, insanla hayvanın rekabet ettiği bir çağda Keda'nın avına karşı gösterdiği merhamet, gereksiz bir lüks gibi görünüyor ilk başta... Bu davranışı, narin ve “androjen” görünümüyle birleştiğinde onu çağının dışında bir erkek olarak kodlamamıza yol açıyor. Ne var ki, yolculuğu sırasında yaşadıkları dikkatle analiz edildiğinde Keda'nın erkekliği ve fiziksel gücüyle değil, asıl olarak merhameti sayesinde ayakta kaldığını görüyoruz... Yaraladığı kurdu öldürmek için mızrağını kaldırdığı an, bir kırılma noktası... Kurdu öldürmekten vazgeçip onu iyileştirmeye karar vermesi, yolculuğun seyrini değiştiriyor ve Keda, kendine bir can yoldaşı buluyor.
“Let M e In”den ( 2010) hatırladığımız, X-Men serisinde Nightcrawler karakterini canlandıran 1996 doğumlu Avustralyalı oyuncu Kodi Smit-McPhee film için çok doğru bir seçim olduğunu, üstüne düşeni fazlasıyla yerini getirerek gösteriyor. “Atomic Blonde”da (2017) oynayan ve son haftalarda “The Innocents” dizisiyle daha çok tanınır hale gelen İzlandalı aktör Johannes Haukur Johannesson da Tau'da başarılı bir performans çıkarıyor.
Son olarak, tarih öncesinin özenli bir prodüksiyon tasarımı, kostüm ve makyajın yanı sıra sadece bu film için hazırlanmış primitif konuşma diliyle de inandırıcı bir şekilde kurulduğunu belirtelim.
Filmin notu: 7