Karanlık her yerde
ABD’de 1970’li yılların ilk yarısında, ırkçılığın yoğun şekilde yaşandığı, beyaz polislerin siyahlara eziyet etmekten çekinmediği bir şehirdeyiz. Ana karakterimiz Ron Stallworth (John David Washington), Colorado Springs Polis Merkezi’nde çalışan ilk Afrikalı Amerikalı… Aslında bir çeşit ‘halkla ilişkiler projesi’ olarak orada bulunduğunun farkında ama işini hakkıyla yapmak, herkesin saygısını kazanmak istiyor ve bir gün, telefon üzerinden Ku Klux Klan’la iletişim kuruyor.
İşte bu yüzden, Ron’un ses ve beden olarak iki farklı kişi olması, kuşkusuz birçok sorunu beraberinde getiriyor. Ayrıca, en başından itibaren mükemmel bir plan yapılmadığı açık. Bu yüzden birçok aksaklık yaşanıyor; hatta iş sık sık tehlikeye giriyor ve tüm bu sakillikler, film boyunca sadece gerilim değil komedi sahnelerine de vesile oluyor. Telefonda Ron’un ırkçılığına hayran kalan Ku Klux Klan mensupları ise gerçekten ayrı bir komedi. Belki de filmde ırkçılığın manasızlığını en iyi gösteren sahneler bunlar… Ama Spike Lee’nin komedi, gerilim ve matrak bir ırkçılık eleştirisinin ötesinde filmi politik ve düşünsel bir zemin üzerine inşa ettiği kesin.
Spike Lee, meselenin üç farklı cephesini getiriyor karşımıza. Irkçılığa karşı devrimi ve gerektiğinde silahlı mücadeleyi öneren Kara Panterler (Black Panthers), hikâyenin üç ayağından biri. İkinci ayağında, siyahları şiddet kullanarak sindirmek isteyen Ku Klux Klan; üçüncü ayağında ise polis örgütü, yani devlet duruyor… Kara Panterler ve Ku Klux Klan’ın uzlaşmasının mümkün olmadığı çok açık. Devleti temsil eden polis teşkilatının ise denge işlevi görmesi gerekiyor. Ancak 1972 itibarıyla denge, tümüyle siyahların aleyhinde... Daha da önemlisi, olaylar o şekilde sürdüğü ve çözüm getirilmediği sürece Ku Klux Klan zihniyetinin ülkeyi savaşa götüreceğini hissetmek mümkün.
Dolayısıyla, Ron Stallworth karakteri, filmin başında devlet tarafından sağlanması gereken dengenin simgesi, ırklar arası barışın ve ülkenin geleceğinin teminatı gibi görünüyor. İşte bu yüzden Spike Lee’nin filmi nereye bağlayacağını sonuna kadar merakla bekledim. Stallworth, bir denge unsuru olabilir ve Spike Lee, her şeyi tatlıya bağlamaya gayret eden, seyirciyi ferahlatan bir finalle bitirebilirdi filmi. Ama ‘Karanlıkla Karşı Karşıya’, ‘Başkanların Hizmetkârı’ (The Butler–2013) gibi ırklar arası barışı iyi kalpli insanların varlığına bağlayan ‘Tom Amca’nın Kulübesi’ tarzında iyimser bir film değil. Final sahnesiyle birlikte Spike Lee’nin sadece 1972’yle değil, günümüzle ilgili bir film çektiğini de anlıyorsunuz. Irklar arası barışın teminatlarından biri olması gereken polis teşkilatının 1972’den bu yana ne kadar değiştiği sorusuyla yüzleşiyor, Trump’ın Nixon’ın yerini aldığı bir ABD’de barış özleminin ne kadar gerçekçi olduğunu sorguluyorsunuz.
'Karanlıkla Karşı Karşıya’ hayalciliğin ya da iyimserliğin peşinde değil. Bunun yerine daha önemli bir işlev üstleniyor ve durumun vahametini göstererek herkesi uyarıyor. Kaldı ki, Spike Lee, ABD için kurtuluşun nerde olduğunu biliyormuş gibi yapmıyor. Sözgelimi filmde, olumlu yönde değişen ya da aydınlanan bir karakter yok. Tam aksine, herkes aynı kalıyor; konumunu koruyor. Polis kesinlikle umut değil, sorunun bir parçası olarak çiziliyor.
Yahudi düşmanlığının da altını çizen Spike Lee, ayrımcı nefretin ve ırkçılığın milliyetçilikle, dinle olan bağlantısını ortaya koyuyor; Klan’ın Protestan ve milliyetçi yanını vurguluyor. Filmde sadece dengesiz, arızalı, şiddet düşkünü ırkçılar yok. Şiddet karşıtı, düzgün insanlar gibi görünen ırkçılar da var…
ABD üzerinden, dünyanın her yerinde yaşanan ırkçı nefret üzerine de düşündürüyor film. 1972’de siyasi doğruculuk pek yoktu… Bugün her yerde var ama biliyoruz ki, siyasi doğruculuk ırkçı nefretin panzehri değil. Sadece saklı kalmasını sağlıyor, o kadar… Moral bozucu ama dünden bugüne değişen çok şey yok. Özgürlük ve demokrasi isteyen ırkçılık karşıtlarına yöneltilen ‘ya sev ya terk et’ söylemleri dünyanın her yerinde hep aynı değil mi?
‘Karanlıkta Karşı Karşıya’ ile cesur bir işe imza atan Spike Lee’nin yönetmenliğini, anlatımını baştan sona çok sevdiğimi söyleyebilirim… Bu film onun ustalık dönemi eserlerinden biri… Spike Lee, sade anlatımı sevmez ama gösterişten hoşlandığı da söylenemez. 1960’lı ve 1970’li yılların politik Amerikan sinemasının özgür ruhu vardır filmlerinde… Sinemasının Scorsese’yle ‘yakın akraba’ olduğunu düşünürüm hep. Her filminde çok iyi tasarlanmış biçim oyunları vardır mesela. Bu filmde en çok ilk bölümde, Kara Panterler toplantısındaki çekimlerini ve kurgusunu sevdim. Sahne, Kwame Ture’nin (Corey Hawkins) konuşmasının dinleyiciler üzerindeki derin ve dönüştürücü etkisini, karanlığın içinde belirip kayb olan yakın planlarla harika bir şekilde anlatıyor.
Yönetmen Spike Lee, oyunculardan Adam Driver'la sette..‘Karanlıkla Karşı Karşıya’da Spike Lee, David W. Griffith’in 1915 yapımı ‘Bir Ulusun Doğuşu’ (The Birth of a Nation) adlı ırkçı filmiyle hesaplaşmayı da ihmal etmiyor. Spike Lee, film dilinin evrimi açısından bir mihenk taşı olan ‘Bir Ulusun Doğuşu’nun Ku Klux Klan ideolojisine ne kadar çok hizmet ettiğini ısrarla vurguluyor. Bir sahnede ‘Rüzgar Gibi Geçti’yi eleştiren Spike Lee, dönemin popüler kültürüne damga vurmuş ‘blaxploitation’ filmlerine de gönderme yapıyor.
‘Karanlıkla Karşı Karşıya’yı saç, makyaj, giysi tasarımı ve sanat yönetimiyle bir dönem filmi olarak mükemmel bulduğumu söylemeliyim. Terence Blanchard’ın müzikleri bizi adeta 1972’ye ışınlıyor. Sadece şarkılar değil, o dönemin müzikal ruhunu yansıtan elektro gitar soloları da harika. Ron’u oynayan John David Washington (Denzel Washington’un oğlu) başta olmak üzere Flip’te Adam Driver, Ron’un telefonda kafaya aldığı Ku Klux Klan lideri David Duke’de Topher Grace ve Patrice’de Laura Harrier de çok iyi performanslar sergiliyorlar.
Son olarak görüntü yönetmeni Chayse Irvin’in, eski usul 16mm ve 35mm filmler kullanarak, 1970’li yıllar sinemasının görsel dokusunu ustalıkla yakaladığını belirtelim. Bildiğimiz 2.35:1 formatından biraz daha geniş bir kadraj formatının (2.39:1) kullanıldığı ‘Karanlıkla Karşı Karşıya’nın bu yılın Oscar ödüllerinde adından söz ettireceğini tahmin etmek pek zor değil. Kesinlikle kaçırmayın.
Filmin notu: 8