Ağlar gezerim geceleri...
La Llorona, Meksika kökenli bir masal karakteri... Asıl ismi Maria. Söylenceye göre, başka bir kadın için kendisini terk eden eşinden intikam almak için iki oğlunu nehirde boğarak öldürünce vicdan azabıyla aklını kaybediyor ve şuursuz halde çocuklarını arıyor. Birkaç gün sonra da nehir kıyısında cansız bedeni bulunuyor. İşlediği günah nedeniyle öbür dünyaya kabul edilmeyince, iki dünya arasında dolaşan, huzursuz ve mutsuz bir ruha dönüşüyor.
Sürekli ağladığı için “La Llorona” diye anılan Maria, Meksika folklorunda “gecenin karanlığında çocuklarını arayan lanetli bir kadın” olarak biliniyor. Anneler bir türlü uyumak bilmeyen ya da gece yatağa girmek istemeyen çocuklarını “Ya La Llorona sizi bulur ve kendi çocuğu sanıp götürürse!” diye korkutuyorlar. La Llorona aynı zamanda uğursuzluğun simgesi. Ağlarken onu duyanların başının derde girdiğine inanılıyor...
Filmin yapımcısı, korku gerilimde marka haline gelmiş Conjuring Evreni'nin yaratıcılarından James Wan... “Lanetli Gözyaşları”, Rahip Perez (Tony Amendola) karakteri üzerinden filmin ortalarına doğru Conjuring Evreni'ne bağlanıyor zaten... Hatta bir anlığına “tanıdık bir sima”yı dahi görüyoruz.
Conjuring Evreni'nde geçen filmlerde gerilim, özellikle ilk bölümde karanlık ve belirsizlik üzerinden inşa edilir; finale doğru korku, şok ve hareket öğesi giderek yükselir... “Lanetli Gözyaşları”nda gerilim ve şok korku efektleri, bizim yerli korku filmlerinde olduğu gibi çok fazla gecikmeden hemen başlıyor. Özellikle ilk bölümde filmin korkutma stratejisi, La Llorona'nın (Marisol Ramirez) aniden ortaya çıkması fikrine yaslanıyor.
Yönetmen Michael Chaves'in ilk uzun metrajlı filminde yüksek bütçenin desteğiyle çok özenli, profesyonel bir iş çıkardığı belli... Sözgelimi, Anna (Linda Cardellini) ve iki çocuğunu sabah okul servisine yetişme telaşı içinde tanıdığımız sahnedeki uzun çekim gayet güzel... Chris'in (Roman Christou) gece vakti, kız kardeşiyle birlikte annesini beklediği otomobilden çıkıp La Llorona'yla karşılaştığı sahnedeki gerilim duygusu gerçekten azımsanamaz. Belki de filmin en iyi sahnesi...
Chaves, korku – gerilim türünde Hollywood'un belirlediği standartların altına düşmüyor belki; ama özellikle finale doğru kayda değer, akılda kalıcı sahnelerin azaldığı kesin...
Sorun yönetmenlikten ziyade hikâye ve senaryodan kaynaklanıyor. Benzer birçok Hollywood filminde olduğu gibi, La Llorona varlığını önce sezdiriyor, sonra gücünü artırıyor, finale doğru ise işi gösterişe döküyor... “Lanetli Gözyaşları”nın senaryosu bu bildik, tanıdık formata farklı bir hava getiremiyor.
Sözgelimi, La Llorona gibi kötü bir ruhun nasıl alt edileceği sorusu, yani zayıf yanlarının ortaya çıkması bir anda hikâyeyi daha ilginç ve heyecanlı hale getirebilir aslında... Böylelikle taraflar arasındaki rekabet artar ve siz de filme daha çok bağlanabilirsiniz... Ama “Lanetli Gözyaşları”nda her şey son derece düz ve renksiz ilerliyor. La Llorona'nın giderek daha güçlü ve yenilmesi zor hale gelmesi filmin lehine çalışmıyor.
Ayrıca başlangıçta Anna ve çocukları üzerindeki gücü ve etki alanı sınırlıyken sonlara doğru neden o kadar güçlendiğini pek anlayamıyoruz. Bazen ondan bir kapıyı kapatarak kurtulabiliyorlar. Ama sonra duvarları geçip burunlarının dibinde belirebiliyor... Tüm bunların nedeni, korku şovunu her şeyin üstüne koymak; daha doğrusu, seyircinin böylesi bir şov için bilet aldığını düşünmek... İşte bu yüzden, son yıllarda bütün Amerikan korku gerilim filmleri birbirlerinin karbon kopyası gibiler... Böylesi bir ortamda “Ayin” (Hereditary) gibi orijinal hikâyeler birer mücevher gibi parlayabiliyor.
“Lanetli Gözyaşları”nın hikâyesinde ne yazık ki öylesi bir potansiyel yok. La Llorona'ya ruhen biraz daha yakın olsak, mesela onu masum genç kadın haliyle tanısak, her şey belki biraz daha ilginç hale gelebilirdi. Ama 1673 yılında geçen açılış sahnesinde bu fırsat tümüyle tepiliyor. O sahnede film bizi bir daha hiç karşılaşmayacağımız bir çocukla özdeşleştiriyor, La Llorona'ya onun gözüyle bakıyoruz...
Hikâyeyi şöyle bir ters çevirip alt metinlerine baktığımızda da muhafazakâr bir yaklaşım görüyoruz. La Llorona'nın erkeksiz aileleri seçmesi kuşkusuz tesadüf değil. Koruyucu erkeğin olmadığı yalnız anneleri hedef alıyor... Oysa tam tersi olsa, yani yalnız anneler yerine eşleri aldatan erkekleri hedef seçse, belki masalın anlam ve içeriğini daha çok güçlendirebilirdi. Burada ise “kadının düşmanı yine kadın” gibi manasız bir alt metin var...
Anna'nın dindar olmaması da filmin altını çizdiği noktalardan biri. Doğaüstü olan her şeyi batıl inanç olarak gördüğü için, sosyal hizmetler görevlisi kimliğiyle Patricia'ya (Patricia Alvarez) zarar veriyor aslında, onu ve derdini anlayamıyor. Sonra da aynı dert gelip kendisini buluyor... Anna'nın La Llorona'yla başetmek için inancı sağlam erkeklere sığınması da artık tadı tuzu kaçmış bir klişe... “Lanetli Gözyaşları”, Kilise'den kopan ve sadece Tanrı'ya inandığını söyleyen eski rahip Rafael Olvera karakterini sürüyor önümüze... Yani, son tahlilde, kötülükle sadece Katolik Kilisesi ya da onun eski mensupları savaşabiliyor.
“Lanetli Gözyaşları” özel efektlerinin ve prodüksiyon kalitesinin yüksekliğiyle korku gerilim sevenleri mutlu edebilir ama kendi adıma beğendiğimi ya da etkilendiğimi söylemem mümkün değil.
Filmin notu: 5