'Sınır'da yaşayanlar
“Sınır” (Grans), (İsveçli yazar) John Ajvide Lindqvist'in kısa öyküsünden sinemaya uyarlanmış bir film...
Lindqvist'i yazar olarak, son yılların en özgün ve heyecan verici vampir filmlerinden “Gir Kanıma”dan (Låt den rätte komma in) hatırlıyoruz.
“Sınır”ın ana karakteri Tina da “Gir Kanıma”nın genç vampiri gibi yalnız biri... Ama insanlardan uzak değil. Gümrükte çalışan bir polis memuru... Çevresindeki herkesten farklı bir dış görünüşe sahip. Ayrıca insanüstü bir özelliği var... Koku alma yeteneği gerçekten inanılmaz. Birkaç metre önünden geçen insanların ne taşıdığını anlayabilmenin ötesinde insanların korkularını, heyecanlarını, utançlarını ya da suçluluk duygularını hissedebiliyor.
Ayrıca dış görünüşü nedeniyle, karşımıza çıktığı ilk andan itibaren çocukluktan bu yana insanların yanında yaşadığı acı ve sıkıntıları anlayabiliyoruz.
Film, Tina'nın geçmişte yaşadığı acıları göstermek yerine hissettirmeyi tercih ediyor. Seyircinin zekâsına, sezgilerine güvenen, duygu sömürüsünden uzak doğru bir karar bu...
Tina'nın günlük hayatında yaşadığı sıkıntılar da birkaç sahne hariç açıkçası pek vurgulanmıyor. Tina nasıl insanların duygularının kokusunu alıyorsa, bizim de onun duygularını hissetmemiz isteniyor. Hissediyoruz da...
Filmin adı “Sınır” hem Tina'nın çalıştığı yeri hem de toplumla arasındaki sınırı işaret ediyor. Tina yalnız; ama tümüyle insansız bir hayatı sevmiyor. Ev arkadaşı Roland'la (Jörgen Thorsson) ilişkisinin derecesini anlamaya çalışan babasına (Sten Ljunggren) “Evde birisinin olmasını seviyorum” anlamına gelen bir yanıt veriyor...
Roland “hayat arkadaşı”ndan ziyade ev arkadaşı. Aralarında güçlü bir ilişki ya da sevgi bağı olmadığı belli...
Tina'nın bakımevinde kalan babasıyla daha yakın, sıcak bir ilişkisi var.
Filmin Tina'yı tanıdığımız “ilk perdesi”, Vore'nin (Eero Milonoff) gelişiyle sona eriyor.
Vore ile Tina, dış görünüşleri itibarıyla bir elmanın iki yarısı gibiler... Diğer insanların arasında farklı bir canlı türü gibi duruyorlar. Zaten Tina, onu daha görmeden, kokusundan anlıyor kendisi için özel biri olduğunu...
Birbirlerine çok benziyorlar ama toplumla kurdukları ilişkiler çok farklı... Vore, toplumla uyumsuz, yalnız yaşayan biri. İnsanların ondan rahatsız olmasına aldırış etmiyor. Rahatsız edici davranmaktan çekinmiyor... Vore, insanlara benzemek yerine kendisi gibi davranıyor.
Tina, Vore'nin kendine güveninden etkileniyor. Onunla birlikte kendi bedenini, ruhunu ve kişiliğini yeni baştan keşfediyor; o güne kadar savunduklarını sorguluyor. Tina ile Vore'nin ilişkisinde böcek, önemli bir metafor. Filmin ilk sahnesinde Tina'nın yerden aldığı böceğe uzun uzun baktıktan sonra bıraktığı sahneyi unutmamak gerek... Tina, Vore'yi tanıyana kadar kendine sınırlar koyan, içgüdülerini baskılayan ve aslında kendini tanımayan biri.
Filmin antolojilere geçecek kadar tuhaf ve şaşırtıcı sevişme sahnesine kadar olan kısmı, bence gerçekten heyecan verici...
Tina ve Vore, “öteki”lerin ya da dışlanmış bireylerin toplumla olan ilişkilerinde iki farklı ucu simgeliyorlar. Birisi uyumu, diğeri isyanı temsil ediyor...
Tina'nın Vore'nin kendinden sakladığı dolabın kapağını açtığı anda kutunun içinde karşısına çıkan sürpriz de çarpıcı... “Sınır” özellikle bu sahnesi itibarıyla David Lynch'in “Eraserhead”i gibi sıra dışı, tuhaf filmleri de getiriyor akla.
Ne var ki, tam da filmin, “Gir Kanıma”da olduğu gibi toplum dışı kalan iki insanın sevgi ilişkisi üzerinden gelişeceğini düşünürken gerçekten beklenmedik şeyler olup bitmeye başlıyor. “Sınır” nerdeyse tür değiştirerek, polisiye ve fantezi kulvarına giriyor...
Sorun aslında tür değiştirmesi değil. Filmin ortaya attığı soru ya da meselenin değişmesi...
Belirli bir noktaya kadar, hikâyenin Tina'nın kendi geleceğiyle ilgili alacağı bir karara kilitleneceğini düşünüyoruz. Çünkü Vore ile ilişkisi öyle bir yere geliyor ki Tina'nın ya topluma dahil olmayı sürdürmesi ya da kendi yolunu araması gerekiyor...
Filmde Tina yine bir yol ayrımına geliyor ama bu kez ne yapacağını tahmin etmek
pek zor değil. Daha da tatsız olan yanı, hayli sıradan, tanıdık bir ikilemle karşılaşması. Tina, ahlaki bir yol ayrımına geliyor. Uyum ya da isyan değil; iyilikle kötülük arasında karar vermesi gerekiyor. Üstelik, iyiyle kötü bir Hollywood filmindeki gibi net şekilde ayrılmış durumda...
Eski usul sinemayı daha çok sevenler için kuşkusuz tatmin edici, anlamlı bir final olabilir; çünkü “neden – sonuç ilişkileri” eksiksiz şekilde kuruluyor, tüm sorulara açık yanıtlar veriliyor... Dahası, Tina'nın geçmişindeki tüm gizemler aydınlanıyor; babasıyla, ev arkadaşıyla, Vore'yle olan ilişkileri yeni bir safhaya geliyor ve yan öykü olarak filme giren polisiye entrikanın ana hikâyeyle olan bağını keşfediyoruz. Özetle, seyircinin tüm beklentilerine yanıt veriliyor, karanlık nokta kalmıyor. Ama tüm bunlar bence “Sınır”ı sıradanlaştırıyor...
İlk yarısı seyircinin sezgilerine seslenen bir film seyrederken, ikinci yarıda ani “twist”lerle seyirciyi şaşırtmayı amaçlayan bir polisiye çıkıyor karşımıza.
Tina ve Vore gibi iki ana karaktere sahip bir filmin anaakım sinema seyircisine seslenmesi pek mümkün değilken, senaryonun neden böyle yollara saptığını anlamak pek mümkün değil.
Yine de ilgiye değer bir film olduğu inkâr edilemez. Ali Abbasi, özellikle kurduğu dünya itibarıyla takdire değer bir yönetmenlik sergiliyor.
Göran Lundström ve Pamela Goldammer'in Oscar'a aday gösterilen yaratıcı makyaj çalışmalarının filme katkısı da çok önemli...
Tina'da Eva Melander, Vore'de Eero Milonoff'un oyunculuklarını da unutmayalım. Her iki oyuncunun beden dilleriyle harika bir iş çıkardığını düşünüyorum.
Belirli bir noktadan sonra hoşlanmadığım sulara giren “Sınır”ı her şeyiyle beğendiğimi söylemem mümkün değil ama yine de sıra dışı, tuhaf bir film seyretmek isteyenlere gönül rahatlığıyla önerebilirim...
6/10