Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Sadece birkaç küçük değişiklik yaparak bildiğimiz dünyayı bambaşka ve şaşırtıcı bir yer haline getirmek mümkün... Genelde zaman yolculuğunu ya da paralel evrenleri konu alan kurmaca eserlerde karşılaşırız bu durumla.

        Aklıma ilk gelen örnek, Haruki Murakami'nin “1Q84” romanı... Aomame adlı karakter, bir gün trafik sıkışıklığından kurtulmak için otobanda taksiden iner ve acil çıkış yolunu kullanır. Bir süre sonra açıklayamadığı şeylerle karşılaşmaya başlar. Dünya, aynı dünyadır ama bazı küçük farklılıklar vardır. Artık başka bir zaman boyutuna geçmiştir...

        “Yesterday”in ana karakteri Jack Malik (Himesh Patel) de bisikletiyle geçirdiği kazadan sonra başka bir zaman boyutuna ya da paralel evrene geçiyor. “1Q84”ün kahramanı gibi o da başlangıçta hiçbir şey fark etmiyor çünkü dünya, bildiğimiz dünya ve her şey aynı... Hastaneden çıktıktan sonra kendisine hediye edilen gitarla “Yesterday”i çaldığında ise bir tuhaflık olduğunu anlıyor... Önce her şeyi kötü bir şaka zannediyor ama akşam evde Google'a girdiğinde The Beatles grubunun ve o muhteşem şarkılarının hiç varolmadığı bir dünyada yaşadığını keşfediyor...

        Malik, hayatının o anına kadar elinden geleni yapmış ama hiçbir yere gelememiş bir müzisyen... Menajerliğini yapan yakın arkadaşı Ellie (Lily James) ve birkaç kişi dışında şarkılarını seven kimse yok. İşte bu yüzden, The Beatles'ın hiç varolmadığı bir dünya, onun için büyük fırsat anlamına geliyor ve şansını denemeye karar veriyor...

        “Yesterday”, üç aşağı beş yukarı tahminlerimize uygun şekilde gelişen bir “kendini iyi hisset filmi” (feel-good movie)... En güçlü yanları, başarıdan ziyade başarının anlamı üzerinde yeniden düşünmemizi sağlaması ve hikâyesini anlatırken zihnimizde ahlaki bir ikilemi tartışmaya açması...

        Film boyunca, The Beatles grubunun hiç varolmadığı bir dünyada Malik'in yaptığının ahlaklı bir davranış olup olmadığını sorguluyoruz... Malik, kaza sonrası karşısına çıkan dünyada yasalar nezdinde kesinlikle hırsız değil. Peki, ya kendi vicdanında?

        Sadece yorumcu olsa kuşkusuz hiçbir sorun yok. Ama sözleri ve müziğini hatırlayıp söylediği her The Beatles şarkısı, herkes tarafından müzikal dehasının ürünü olarak kabul edilince işler giderek çatallaşıyor.

        Zengin bir süper star olmak bir yana, The Beatles'ın müzikal mirasına tek başına sahip çıkmak Jack Malik'in dengelerini giderek bozuyor...

        Tam da burada, Ed Sheeran'ın Malik'e “Hey Jude” şarkısının hikâyesini sorduğu sahneyi hatırlamamak imkânsız. Sheeran, deneyimli bir müzisyen olarak bu şarkının arkasında bir hikâye olduğundan o kadar emin ki... Zaten ona göre başka türlü olması mümkün değil... Sheeran'ın “Hey Jude” yerine “Hey Dude” önerisi komik ama aynı zamanda The Beatles seven herkes için rahatsız edici. Zaten tam da bu amaçla konmuş filme...

        Filmin bir noktasında, Malik'in şarkılara sahip çıksa dahi onların arkasındaki hikâyeleri hiçbir zaman tam olarak anlayamayacağını hissediyoruz. Zaten Malik'in en büyük rahatsızlığı, şarkıların hikâyelerini sahiplenmek noktasında açığa çıkıyor. Malik'in Liverpool'a gittiği sahneyi unutmamak gerek. Liverpool, şarkıların arkasındaki geçmişin simgesi...

        Jack Malik'in İngiltere'de bir otelin çatısında “Help Me”yi söylediği sahne, yaşadığı bütün çıkışsızlığı yansıtıyor aslında... Malik, orada çaresizce gerçekten yardım istiyor ve yardım, hiç beklemediği kişilerden geliyor...

        Filmdeki sürpriz gelişmeleri ele vermemek için manevi anlamda ona yardım eden kişilerden söz etmek istemiyorum. Ama konserden sonra kuliste karşılaştığı kişiler sayesinde Malik suçluluk duygusunu belirli ölçülerde aşarak rahatlıyor; The Beatles şarkılarını insanlara ulaştırmanın keyfini yaşıyor. Bu sahnenin peşinden hayran olduğu kişiyi ziyaret ediyor ve kendisi için hayatta neyin önemli olduğunu kavrıyor.

        Her iki sahne de duygusal ve anlamlı... Mizah duygusu da taşıyan bu sahnelerde The Beatles şarkılarının masum güzelliğiyle çağdaş müzik endüstrisinin ticari çarkları arasındaki kontrast daha da belirgin bir hale geliyor...

        Zaten Malik'in Los Angeles'a gelmesiyle müzik endüstrisi, filmin “kötü adam”ı haline geliyor. Özellikle de Kate McKinnon'ın kendine özgü beden dili ve mizahi tarzıyla yorumladığı menajer Debra Hammer karakteri, tümüyle kazanca endeksli bir anlayışı simgeliyor. Debra, sadece şarkıların maddi getirisiyle ilgilenen, imaja, şekle bakan yüzeysel biri...

        Bu arada, Malik'in kendisine yabancılaştığı geniş katılımlı pazarlama toplantısı sahnesini de unutmayalım. Malik'in rahatsızlıkları, her şeyin satış ve kâr anlamına geldiği samimiyetsiz ortamlarda başlıyor...

        Filmde kendisini canlandıran Ed Sheeran'ın ise müzik endüstrisinin aydınlık ve umut verici yanını temsil ettiği söylenebilir. Sheeran'dan söz etmişken Jack Malik'in birbirinden güzel The Beatles şarkılarıyla ilk başta hiçbir yere gelemediğini belirtelim... Gavin (Alexander Arnold) hiçbir karşılık beklemeden stüdyosunu açmasa, Ed Sheeran televizyonda şarkısını dinleyip etkilenmese Malik belki yine hiçbir yere gelemeyecek... İşte bu yüzden, Sheeran filmin anahtar karakteri. Şarkıların değerini herkesten iyi anlayarak Malik'e sahip çıkması ve Malik şöhretin doruğundayken ona ısrarlı şekilde “Hey Jude”ün arkasındaki hikâyeyi sorması filmin seyrini değiştiren anlar...

        Danny Boyle, “Shallow Grave”den bu yana hep sevdiğim bir yönetmen oldu. Boyle, hikâyenin, senaryonun özünü çok iyi açığa çıkarır, filmlerine kişilik vermesini bilir. Hızlı kurguyu, hareketli kamerayı sever; oyuncularına geniş alanlar açmayı ihmal etmez.

        “Yesterday”, Danny Boyle'un usta profesyonelliğinin bir örneği. Ama Richard Curtis faktörünü gözden kaçırmamak gerek. Yazarlık ve yönetmenliği bir arada götürdüğü “Love Actually” ve “About Time” gibi çok sevdiğim filmleri bir yana, İngiliz romantik komedisinin medarı iftiharı “Dört Nikah Bir Cenaze”, “Notting Hill” gibi filmlerin de onun kaleminden çıktığını hatırlatmak isterim. Curtis, tüm bu filmlerde Britanya sinemasında çok rastlamadığımız sıcak bir duygusallığı İngiliz mizahıyla birleştirir.

        Hikâyesini Jack Barth ile yazdığı “Yesterday” de tipik bir Richard Curtis filmi... Komik, eğlenceli, düşündürücü ve yer yer çok duygusal... Film sona erdiğinde de kendinizi iyi hissetmeniz mümkün.

        “Yesterday”i sevdim ama Danny Boyle'un karakterlerin psikolojilerini ve iç çatışmalarını çok derinlemesine ele almadığını söylemem gerek... Boyle, The Beatles şarkıları ve Malik'in ahlaki ikilemi üzerinden filmi çok iyi götürüyor. Buna karşılık, Malik - Ellie ilişkisini sağlam bir romantik komedi hikâyesi haline getiremiyor. Malik ve Ellie'nin geçmişi, ilişkilerinin öncesi ikna edici şekilde anlatılamıyor. Zaten bir noktadan sonra, birbirlerini çok sevdiklerini ama “film gereği” ayrı kalmaları gerektiğini hissediyorsunuz. Curtis'in bu ilişkiyi iyi yazamadığını düşünüyorum. Özellikle de Ellie karakterini... Ama Lily James, elinden geleni yaparak Ellie'yi yine de ikna edici bir ana karakter haline getirmeyi başarıyor. Genç oyuncu Himesh Patel de Jack Malik'te inandırıcı bir performans sergiliyor.

        “Yesterday” gönül rahatlığıyla önerebileceğim bir film. The Beatles hayranıysanız hiç kaçırmayın... Gülüyor, eğleniyor ve bir de üstüne harika şarkılar dinliyorsunuz. Malik'in bir türlü çıkaramadığı “Eleanor Rigby” hariç... Çünkü “Eleanor Rigby”, filmde Malik'in neden asla The Beatles'ın yerine geçemeyeceğini simgeleyen bir şarkı... Malik'in o şarkının sözlerini hatırlamak için gösterdiği çaba sırasında şarkıyı dinleme arzusu duyuyor ama bir türlü bütününü dinleyemiyoruz. Biz de tıpkı Malik gibi şarkıya film boyunca "sahip olamıyoruz"... Bir sanat eserinin “asla ele geçirilemeyecek ruhu”nu anlatması nedeniyle “Eleanor Rigby” bölümü bence filmin en parlak fikirlerinden biri...

        7/10

        Diğer Yazılar