Göçmenlik hiç bitmez
Göçmenlik, yerleşik hayata geçişle sona eren bir süreç değil… En az birkaç kuşak süren, belki hiç bitmeyen bir ruh hali…
Çin kökenli ABD'li yönetmen Lulu Wang'ın yazıp yönettiği, otobiyografik yanlar taşıyan “Elveda” (The Farewell), “hiç bitmeyen” göçmenliğin, iki ülke arasında kalmışlığın, aidiyet meselesinin ve Çin – ABD arasındaki kültürel farkların keşfine çıkan bir film...
Filmin ilerleleyen bölümlerinde, ana karakter Billi'nin (Awkwafina) Çin'de doğduğunu, çocukluğunun bir bölümünü orada geçirdikten sonra ailesiyle birlikte ABD'ye yerleştiğini öğreniyoruz. Billi, New York'ta ailesinden ayrı, kendi başına yaşasa da hayatını hâlâ bir raya oturtamamış durumda. Burs başvurusundan olumsuz yanıt alması, sorunlarını daha da artırıyor...
İşlerin yolunda gitmediği böylesi bir dönemde, büyükannesinin (Shuzhen Zhao) çok ömrü kalmadığını öğrenince “sahte bir düğün”e katılmak üzere Çin'e gidiyor. Düğün düzmece; çünkü asıl amaç, akciğer kanserinin son aşamasında olduğunu bilmeyen büyükanneyi şüphelendirmeden ailenin bir araya gelmesi...
Anne (Diana Lin) ve babası (Tzi Ma) Billi'nin Çin'e gelmesinden yana değiller. Geleneklere uygun olarak gerçekleştirilecek “düğün tiyatrosu” sırasında büyükannesi karşısında duygularını saklayamamasından korkuyorlar. Billi de gerçeğin büyükanneden saklanmasını anlayamıyor. Changchun'a gittiğinde herkesin Nai Nai (Mandarin dilinde büyükanne) dediği büyükannenin düğünü ne kadar ciddiye aldığını görünce daha da rahatsız oluyor...
Billi, iki ülke arasında kalmış biri... ABD'de yaşıyor ama tam anlamıyla Amerikalı olduğu söylenemez. Yıllar sonra döndüğü Çin'e de yabancılaşıyor. Doğduğu, çocukluğunu geçirdiği Changchun artık bildiği şehir değil. Çince'de adı "uzun ilkbahar" anlamına gelen şehir eski kişiliğini kaybetmiş durumda. Sözgelimi, bir zamanlar bahçesinde oynadığı ev yok artık. Birbirine benzeyen onlarca yüksek binanın gökyüzüne doğru uzandığı Changchun'da hafızasındaki şehri bulamıyor... Üstelik Çincesi de iyi değil. Çin'de herkes onu Amerikalı olarak görüyor. Amerikalıların gözünde ise hep Çinli olarak kalacağını biliyor... Sonuç olarak, nerede yaşarsa yaşasın, hayatı boyunca birilerinin onu bir şekilde hep “yabancı” olarak göreceği kesin...
Aidiyet duygusu biraz da insanın kendisiyle ilgilidir.... Billi'nin nereye ait olduğunu tam olarak kestiremediğini hissediyoruz. Yönetmen Lulu Wang, bu aidiyet meselesini “ev fikri” üzerinden de ele alıyor... Sözgelimi, New York'ta tek başına oturduğu dairenin, Billi için ruhani anlamda hiçbir zaman gerçek ev olamayacağı belli. Changchun'a gittiğinde, büyükannesinin evinde değil otel odasında kalması da üzüyor onu. New York'taki daireye giren kuşla, Changchun'da otel odasında gördüğü kuş, hem her iki mekân arasındaki benzerliğin altını çiziyor hem Billi ile “yanlış yere girmiş kuş” arasında paralellik kuruyor... Finalde, Billi'yi New York'taki boş dairede gösteren kadrajlar, kuşkusuz tesadüf değil. Billi, fiziksel anlamda bir dairede yaşıyor olsa da ruhsal anlamda evsiz biri... Evin boşluğu, cansızlığı, Billi'nin ruhundaki boşluğun yansıması...
“Elveda”yı seyrederken vatan ve ev mefhumlarının mekânlar kadar insanlarla olan ilişkisi üzerine de düşünüyorsunuz... Sadece Billi için değil, Çin'den uzakta yaşayan tüm aile mensupları için, büyükanne sadece bir aile büyüğü değil aslında. O aynı zamanda onlar için Çin anlamına geliyor... Filmin, Billi'nin büyükannesiyle yaptığı bir telefon konuşmasıyla başladığını unutmamak gerekiyor. Yüz yüze görüşmeseler bile birbirleriyle irtibatı yıllar boyunca hiç kaybetmediklerini anlıyoruz. Böylelikle büyükannenin, Billi'ye Çin'i sürekli yaşattığını hissediyoruz. İşte bu yüzden, Billi için büyükannenin ölüme yaklaşıyor olması, bir aile büyüğünü kaybetmenin ötesinde, “ülkeyi, yuvayı kaybetme korkusu”nu getiriyor beraberinde. Bu korkuyu sadece Billi'de değil, babası, annesi ve amcasının gözlerinde de görüyoruz. Çünkü aileyi ayakta tutan, onlara ülke - yuva hissini veren büyükanne... Onun gidişiyle son bağların kopacağını hepsi biliyor.
Lulu Wang, büyükanneye tedavisi mümkün olmayan kansere yakalandığını söylemek veya söylememek ekseninde ABD ve Çin kültürlerini de karşılaştırıyor. Belki ABD'de ve birçok Batı ülkesinde hasta haklarına aykırı, kural dışı bir uygulama bu... Çin'de ise doktorlar kararı aileye bırakıyor... Amcası, kararın doğruluğunu sürekli sorgulayan Billi'ye bir sahnede Batı ve Doğu arasındaki farktan söz ediyor. “Batı'da birey kendi sorumluluğunu taşır, Doğu'da sorumluluk paylaşılır” anlamına gelen birşeyler söyledikten sonra büyükannenin hastalığının yükünü bütün aile olarak paylaşmaları ve o acıyı çekmeleri gerektiğini belirtiyor. Diğer bir deyişle, “büyükanne hasta olduğunu bilmeden huzur içinde yaşamalı ama biz onun yerine acı çekmeliyiz” demek istiyor. Wang, tartışmayı filmin başka sahnelerinde de sürdürüyor. Mesela, İngilizce bilen genç bir Çinli doktor Billi'ye, ölüm korkusu ve çaresizliğin hastalara çok daha kötü etkileri olduğunu söylüyor. Bizim zihnimizde de süren tüm bu tartışmaların ekseninde Billi'nin film boyunca geçirdiği değişim kuşkusuz önemli...
“Elveda”yı tüm bu düşündürdükleri, akla getirdikleri ve altan alta tartıştığı noktalar kadar anlatımıyla da beğendim... Lulu Wang, Çin'i egzotizm peşindeki bir Batılı gibi anlatmıyor. Aile buluşmaları, döner masada yemek, düğün töreni, şehrin gündüz ve gece halleri; sakin, abartısız bir sinemayla geliyor karşımıza. Kamerası ve kurgusuyla sade bir anlatım tutturan Wang, Changchun'un mimari dokusuna özel vurgu yapmayı tercih ediyor. Eski usul apartmanları, orta sınıfın yaşadığı küçük daireleri filmin görsel dokusunun merkezi haline getiriyor.
Wang, Çin'de sadece kapitalizmin değil karanlık işlerin de geliştiğini filmin arka fonunda gösterdikleriyle ima ediyor. Ucundan köşesinden şöyle bir gördüğümüz restoran ve otel partileri yeni zenginlerin hayat biçimine işaret ediyor...
Film boyunca, hâlâ sürdürülen geleneklerin de altını çiziyor. Mesela, mezar ziyareti sahnesi... Öyle bir geleneği başka ülkelere taşımaları pek mümkün değil... Lulu Wang, Çin'i, Çin sınırlarının dışında yaşamanın, yaşatmanın zor olduğunu ima ediyor sanki...
Filmde Billi'nin açmazlarını, sıkıntılarını anlatan çok hoş sahneler var... Mesela, Billi'nin bir yetişkin olduğunu neredeyse unutarak çocuk gibi annesine sızlandığı, “Mutsuzluğumun nedeni sizsiniz” dediği ev sahnesi... Yüzük ararken halının üstünde oturan Billi, sanki oyununa ara vermiş bir çocuk gibi koltukta oturan annesine hesap soruyor...
Dönüş gününde havalimanına giderken, anne babası takside uyurken Billi'nin değişen ve gelişen Changchun'un birbirine benzeyen gökdelenlerine umutsuz, hüzünlü bakışı da filmin güçlü imgelerinden biri... İlk bölümde, Billi'nin kira borcu olduğunu öğrendiğimiz çamaşırhane çekimi de bence güzel... Billi'nin mekânın içindeki çamaşır makinelerinin içinde küçüldüğü, anlamlı bir kadraj var orada.
Filmin açılış kadrajındaki duvar resmi de dikkat çekici. Hastane duvarındaki bu yeşil ağırlıklı doğa tablosundaki sahte ve basit huzur duygusu, filmin aşağı yukarı hiçbir anında yok. Apartman daireleri, oteller, caddeler, sokaklar ve betona gömülmüş görüntüler arasında doğaya, yeşile pek rastlamıyoruz. Bu yüzden, Billi'nin çocukluğunda oynadığı bahçeye duyduğu özlem daha anlamlı hale geliyor.
“Elveda” sakin, hüzünlü ve biraz da umutsuz bir film... Wang, umutsuzluğu ve hüznü, film boyunca hiç vazgeçmediği ince mizah duygusuyla dengeliyor. Başta Awkwafina ve Shuzhen Zhao olmak üzere oyuncu kadrosunun filme olan katkısı önemli... Duygularını göstermekte zorlanan gergin ve sert annede Diana Lin'i ve az konuşan hüzünlü babada Tzi Ma'yı unutmayalım. Billi rolündeki Awkwafina belki her şeyin merkezinde ama sonuçta ansambl (ensemble) tarzında bir aile filmi seyrediyoruz.
Tam da burada, Lulu Wang'ın geniş perde formatı 2.35:1'i filmin dramatik yapısına çok uygun şekilde kullandığından söz etmek istiyorum. Bu tür aile dramlarında yönetmenler aslında daha dar formatları tercih ederler. Mesela, Noah Baumbach “Marriage Story”de doğru bir kararla 1.66:1'i kullanmıştı. Wang, 2.35:1'i 1950'li yıllarda CinemaScope formatını keşfeden ilk yönetmenler gibi, çerçevenin içine daha çok şey sığdırmak için kullanıyor. O yüzden önlerden seyretmenizi tavsiye etmem.
Wang, gerekirse gerçek mekânlarda çok rahat kullanabileceği Arri Alexa Mini kamerasıyla aile toplantısı, yemek, düğün gibi sahnelerde birçok karakteri aynı çerçevenin içinde görüntülüyor. Tele objektiflerle çekilen Amerikan usulü yakın plan yüz çekimlerinden ziyade geniş açı hissi veren objektifler kullanmış. Mekânı derinlemesine kullandığı kadar çerçevesini yatay olarak da tasarlamış... Kalabalık içinde konuşan karakteri merkeze aldığı çekimleri var mesela. Özetle Lulu Wang, ansambl sahnelerin çok olduğu aile filmine özgü bir kadraj anlayışı yakalamayı başarıyor.
Vatanları ve yeni evleri arasında kalan göçmenler üzerine çok film seyrettik ama “Elveda”nın, onların arasında sivrilmeyi, akıllarda kalmayı başaracağını düşünüyorum.
7.5/10