Orada bir okul var uzakta…
Geçtiğimiz Berlin Film Festivali’nde Türkiye’yi temsil eden ‘Okul Tıraşı’, Panorama bölümünde gösterildi ve FIPRESCI (Uluslararası Film Eleştirmenleri Federasyonu) ödülünü kazandı. Söz konusu ödülün Panorama bölümünde verilen tek resmi ödül olduğunu düşünürsek kayda değer bir başarıydı bu…
Ferit Karahan’ın yönettiği ‘Okul Tıraşı’, Doğu Anadolu bölgesindeki bir yatılı erkek okulunda geçiyor. Henüz akıllı telefonların yaygınlaşmadığı, sinyal bulma sorunlarının yoğun olarak yaşandığı bir dönemde… Açılış sahnesinden itibaren 11 yaşındaki Yusuf’un (Samet Yıldız) bakış açısından izliyoruz olup bitenleri… Senaryoda ‘ikinci odak’ olarak Ekin Koç’un canlandırdığı Selim öğretmen var; ama yönetmen Ferit Karahan film boyunca birkaç sahne dışında ısrarla Yusuf’u takip ediyor.
Film, öğrencilerin toplu banyo saatinde açılıyor… Hamam tası nedeniyle tartışan üç çocuk, Hamza öğretmen (Cansu Fırıncı) tarafından cezalandırılıyor. Acımasız cezanın kurbanlarından biri, arkadaşlarına göre daha ufak tefek olan Mehmet… Daha ilk gördüğümüz andan, akran zorbalığı kurbanı olduğunu hissediyoruz.
‘Hissediyoruz,’ diyorum çünkü film hikâye akışı kadar hissettiklerimiz ve aklımızdan geçen düşünceler üzerinden de ilerliyor. Sözgelimi, hamamdaki ceza sonrasında seyrettiğimiz yatakhane sahnesinde, Yusuf’un Mehmet’i elinden geldiği kadar korumaya çalıştığını anlıyor, arkadaşlıklarının öncesi hakkında fikir sahibi oluyoruz.
Ertesi sabah Mehmet’i yarı baygın halde görmemizle birlikte ‘Okul Tıraşı’, gerilim öyküsü kıvamında ilerlemeye başlıyor. Çünkü seyirci olarak Mehmet’in ciddi sağlık sorunu yaşadığını hemen seziyoruz ama öncelikle Yusuf’un bunu öğretmenlerine kabul ettirebilmesinin kolay olmadığını da anlıyoruz. Müdür (Mahir İpek) dahil herkesin başka dertleri var ve bir erkek okulu olması itibarıyla ufak tefek vakaların ardı arkası kesilmiyor. Daha önemlisi, öğretmenlerin sorunu çözmek için harekete geçeceği noktada dahi birçok zorlukla karşılaşacaklarını biliyoruz. Öncelikle, okul ‘dağ başı’ diye tarif edilen bir yerde… En yakın sağlık kuruluşunun uzaklığı bir yana, yolların kapanmasına neden olan yoğun bir kar yağışı var… Cep telefonlarının iyi sinyal alamadığı hesaba katıldığında sorun daha da büyüyor…
Gerilim gerçekten iyi işliyor. Çünkü aile sıcaklığı ve ebeveyn şefkatinden mahrum olan küçük Mehmet’in o savunmasız hali bizi hemen yakalıyor. Nasıl yakalamasın ki? Mehmet bembeyaz yüzü, açamadığı gözleri, hareketsiz bedeniyle hoyratlığın ortasında masumiyetin, kırılganlığın simgesi gibi yatıyor ve her geçen an onun aleyhine işliyor…
Ferit Karahan iyi düşünülüp kurulmuş bu gerilim öyküsünü telaşsız, sakin ama zamanı iyi kullanan bir sinemayla anlatıyor. Nadiren sabitlenen hareketli kamerasıyla olayları yakından takip ediyor. Genel planlara, uzaktan yapılan çekimlere seyrek olarak yer veriyor. Kamera sık sık Yusuf’un peşine takılıyor; yetişkinlerin davranışlarını, tepkilerini onun bakış açısından, bazen alt açılardan gözlüyor… Karahan’ın seçtiği dar görüntü formatı, öncelikle bakış açımızı sınırlayarak kadraja odaklanmamızı sağlıyor ve dikkatimizi belirli noktalarda yoğunlaştırıyor. Daha önemlisi, dış mekânlarda, karlı manzaraların tadını çıkarmamızı engelliyor. Karın, Mehmet için ifade ettiği tehlikeyi düşündüğümüzde doğru bir seçim bu… İç mekânlarda ise dar format klostrofobiyi artırıyor, görüş alanımızı kısıtlayarak gerilimi yükseltiyor.
Bu arada, müziksiz anlatımın da tıpkı dar kadraj tercihi gibi filmin lehine işlediğini düşünüyorum. ‘Okul Tıraşı’ anlatıdan pek kopamadığınız, genellikle diken üstünde seyrettiğiniz bir film… Müzik kullanılmaması, bizi kendi duygularımızla baş başa bırakıyor.
Belki müdürün olaylara dahil olmasından sonra, revirin kaygan girişi ve çekmeyen cep telefonu gibi ayrıntılarla trajikomik bir kara mizahtan söz edilebilir ama kısa ve gelip geçici anlar bunlar… Baskın olan duygu, endişe ve çaresizlik… Çünkü yapılacaklar sınırlı. Ana akım filmlerde olduğu gibi sorunları bireysel kahramanlık ya da fedakârlıklarla çözmek mümkün değil… Tam aksine, pasif şekilde beklemek zorundalar. Bu pasiflik ve çözümsüzlük, okuldaki asıl yanlışları daha da görünür hale getiriyor. Filmin kalbindeki asıl mesele de zaten bu yanlışlar…
‘Okul Tıraşı’, öyle çok derinlerinde gizlenmeyen alt metinlerinde öncelikle Mehmet’i o noktaya getiren neden – sonuç ilişkileri üzerine düşünmemizi sağlıyor. İlk sahneden itibaren, disiplin, otorite ve cezalandırmanın her şeyin önüne geçtiği çok sert bir erkekler dünyasına adım attığımızı anlıyoruz. Belki kimse kötü adam değil ama eğitmen-öğrenci ilişkilerinde sevgi ve şefkatin izine rastlamak çok zor. Okul idaresinin, ceza ve tehdit üzerine inşa edildiğini görüyoruz.
Aslına bakarsanız, küfür, şiddet dili, şiddet ya da sigara gibi kötü alışkanlıklar ve hoyratlık konusunda öğretmenlerle öğrenciler arasında tam bir uyum var. Birbirlerini ayna gibi yansıtıyorlar… Aralarındaki en önemli fark, otorite ve cezalandırma yetkisinin sadece bir tarafta olması… Her iki taraf için de belirleyici olan bürokrasiyle gelen hiyerarşi… Müdür yardımcısının kendinden izin almak için odasına gelen Yusuf’a ‘Şu an izindeyim sana izin veremem’ demesi, bürokrasinin altını çizen ayrıntılardan sadece biri… ‘Müdür’ün özel aracının kış lastiği problemini döner sermayeden çözmek isteyen muhasebeci’ sahnesinde olduğu gibi bürokrasinin ve kuralların her şeyin üstünde bir güç olduğunu anlıyoruz. Kaldı ki, filmin bütününe baktığımızda müdür dahil öğretmen-öğrenci herkesi alttan alta otorite ve ceza alma korkusunun yönettiği aşikâr…
‘Okul Tıraşı’ ilk bakışta düz bir öyküye sahip gibi görünüyor ama bir yerden sonra beklemediğimiz yönde şaşırtıcı gelişmeler oluyor ve o gelişmelerin altından yine sistemin sonucu olan korkular çıkıyor.
Ferit Karahan, Gülistan Acet’le birlikte yazdığı senaryoda karakterleri iyileri kötüler diye ayırmıyor; suçluyu işaret etmeye çalışmıyor. Daha çok sistemin nasıl işlediğini göz önüne seriyor. Sözgelimi, öğretmenleri de kendi sıkıntıları içinde gösteriyor. Her şeyden önce sürgün yeri olarak görülen bir yerde olduklarını biliyorlar. Öğretmenlerin ve öğrencilerin kendilerini çok uzaklarda hissettiği bir yer okul…
Türkçe bilmeyen ve evine gitmek isteyen Kürt öğrenciye, Kenan öğretmenin (Melih Selçuk) ‘Ben de evime gitmek istiyorum’ dediği ve ona kantinde ‘Casper’ seyretme izni verdiği sahneyi unutmamak gerek. Orası herkesin evini özlediği bir yer…
Bir sahnede çocukların ailelerine kadar uzanıyor ve orada da herkesin kendi dertlerine gömülmüş olduğunu görüyoruz. Öte yandan, erkek çocukların dünyası da çok masum değil. Belli ki, özellikle Mehmet gibi hassas çocuklar için zor ve yıpratıcı bir dünya…
Her şey bir hayat kurtarma hikâyesi üzerinden gelişse de derinlerdeki alt metinlerin ergenlik psikolojisinden otoriter iktidar eleştirisine kadar uzandığı söylenebilir. Ama benim için belirleyici olan, Ferit Karahan’ın kendi yatılı okul deneyimlerinden de beslenen hikâyenin gerçekçiliği ve inandırıcılığı oldu.
Anlatımın da bu inandırıcılığa yaptığı katkının altını çizmek gerek. Uzun bir takip çekimine dayanan açılıştaki hamam sahnesi mesela… Onlarca çocuğun yer aldığı bu sahne, bizi bir anda o okula götürüyor, o dünyayı gerçek kılıyor. Karahan benzeri uzun çekimlerde kalabalık öğrenci gruplarını sahici ve doğal mizansenlerle filme dahil etmesini iyi biliyor. Görüntü yönetmeni Türksoy Gölebeyi’nin özenli kamera çalışması, gerçekçi renk paleti ve aydınlatmasıyla filme çok şey kattığını da söylemeliyim.
Hazır görüntülerden söz etmişken finale doğru Yusuf’un pencereden, bizim ise camdaki yansımadan dışarıda olup bitenleri izlediğimiz uzun çekimi de sevdiğimi belirtmek isterim.
Öğretmenleri canlandıran Ekin Koç, Mahir İpek, Melih Selçuk, Cansu Fırıncı ve Münir Can Cindoruk’un etkili bir ekip oyunculuğu örneği verdikleri filmde Yusuf’ta çocuk oyuncu Samet Yıldız da üstüne düşeni yerine getiriyor.
Ferit Karahan’ın Antalya’da Altın Portakal kazanan filmi ‘Cennetten Kovulmak’ı çok beğenmemiştim. Ama ‘Okul Tıraşı’ gelecekteki işlerini merak ettiren sağlam ve akılda kalıcı bir film. Umarım, çok gecikmeden seyircilerle buluşur.
7/10