Sessiz ol, hayatta kal!
Sürpriz bir sekansla açılıyor ‘Sessiz Bir Yer 2’ (A Quiet Place Part II). Gerçi önceki filmde hayatını kaybeden Lee Abbott rolündeki John Krasinski’nin yeni filmin oyuncu kadrosunda yer alması nedeniyle tahmin edilebilir bir sürpriz bu… Ama yine de ilgiyle seyrettiğimiz bir ‘flash-back’ olduğu kesin. Abbott ailesinin geçmişindeki bazı boşluklar dolarken, ikinci filmin karakterlerinden Emmett’i (Cillian Murphy) de tanıyoruz. Böylelikle, ilk filmi seyretmeyenler için Abbott’ın ölümü dışında çok fazla soru işareti kalmıyor geriye.
Öykü açısından taşıdığı işlevsellik bir yana, yönetmen John Krasinski’nin ritmini çok iyi planladığı bir açılış sekansı izliyoruz. Rahatsız edici tuhaf bir sessizlikten, ilk filmde hiç tanık olmadığımız türden huzur verici gündelik hayat seslerine geçiyoruz. Bir süre daha sakin tempoyla ilerledikten sonra ise ürpertici korku gerilim sahneleri peş peşe gelmeye başlıyor. Krasinski’nin hareketli uzun çekimler ile kısa planlardan oluşan hızlı kurguyu kaynaştırdığı sekans, ilk filmden alışık olmadığımız farklı imgelerle dolu.
Gezegenimizi av sahaları haline getiren yaratıkları bu kez geniş ve açık alanda tam bir kıyım gerçekleştirirken görüyoruz. Benzer bir sahneyle finale doğru da karşılaşıyoruz. Belirli oranlarda aksiyon içeren sahnelerde, son derece gelişmiş işitme organlarına sahip yaratıkların dünyayı nasıl kısa sürede sessiz bir kıyamet yeri haline getirdiği sorusunun yanıtlarını da buluyoruz.
Bu kez senaryoyu tek başına yazan Krasinski, canavarların duyabileceği sesler çıkarmanın ölüm anlamına geldiği kıyamet ortamının ölçeğini biraz daha büyütüyor. İlk film, yanlış hatırlamıyorsam baştan sona yaratıklarla Abbott ailesi arasındaki savaşla ilgiliydi. İkinci filmde yeni karakterler, yeni mekânlar, farklı sorunlar ve başka tehlikeler var.
Trajik bir kayıpla başlayan ilk film, temelde ailenin yuvayı koruması ve yaşam mücadelesi üzerine kuruluydu. Evelyn’in (Emily Blunt) kıyamet sonrasında doğurduğu bebek, geleceğe ve hayata olan inancın simgesiydi. Lee ile Evelyn’in yegâne hedefi, çocuklarını korumak, aileyi bir arada ve hayatta tutmaktı. İkinci film ise üç karakterin farklı hedeflerinin karşı karşıya gelmesi üzerine kurulu. Eşini kaybetmiş Evelyn’in hedefi yine aynı: Üç çocuğunu korumak ve hayatta kalmak. Ama bunu tek başına yapmasının zor olduğunu biliyor. Sonuçta, ses çıkarmasını engelleyemeyeceği, sürekli ilgi isteyen bir bebeği var. İşte bu yüzden, terk edilmiş fabrikada, kendine güvenli ve sessiz bir hayat kuran Emmett’dan destek istiyor. Ama ailesini kaybetmiş Emmett, kimseye yardım etmekten yana değil. Hayatını tek başına sürdürmek istiyor ve geleceğe dair hiçbir umudu yok.
Evelyn’in işitme engelli kızı Regan (Millicent Simmonds) ise iki yetişkinin aksine kurtuluş umuduna inanıyor. Çünkü her gün radyodan dinlediği ‘Beyond The Sea’ adlı şarkının şifreli bir mesaj olduğunu düşünüyor ve mesajın kaynağına ulaşmak için harekete geçmek istiyor.
Filmin üçte ikilik kısmında hikâye iki ayrı koldan akıyor. Hatta bazı sahnelerde filmdeki dört karakteri, Evelyn, Emmett, Regan ve ayağı yaralı Marcus’u (Noah Jupe) farklı mekânlarda yaratıklara karşı yaşam savaşı verirken görüyoruz. Krasinski, Evelyn ve Marcus’un fabrikada sağ kalma mücadelesi ile Emmett ve Regan’ın ‘evden’ uzakta yaşadığı serüvenleri birbirinden kopuk ayrı ayrı sahneler şeklinde kurgulamak yerine iç içe anlatmayı tercih ediyor. İşte bu yüzden, filmin büyük bölümü paralel kurguyla ilerliyor. Büyük ihtimal, senaryo aşamasında verdiği bir karar bu… Dört karakterin yaşadığı olaylar arasında, aynı anda gelişen saldırılar aracılığıyla senkronize bağlar kurarak filmine mükemmel bir tempo kazandırıyor ve zamanın su gibi geçip gitmesini sağlıyor.
‘Sessiz Bir Yer 2’, ilk filmde olduğu gibi korku gerilim anları konusunda yine gayet başarılı. Bir kez ses duydular mı hiçbir engel tanımadan hedeflerine kilitlenen yaratıklar, birçok heyecanlı sahneye vesile oluyorlar. Sahneler teknik anlamda iyi olmalarının ötesinde hikâye örgüsüyle de bütünleşiyorlar. Krasinski’nin senaryoyu yazarken yaratıklara karşı verilen savaşla karakterlerin gelişimi arasında bağlar kurmaya dikkat ettiği belli oluyor. Gürültünün ölüm anlamına geldiği bir dünyada eylemlerin sözlerden çok daha fazla şey ifade etmesi kuşkusuz tesadüf değil.
Krasinski, ‘Sessiz Bir Yer 2’de dört ana karakterli bir yapı kuruyor. Evelyn, anne olarak gücü, kararlılığı ve azmi temsil eden; somut hedefleri olan ama değişim yaşamayan bir karakter. Emmett, Regan, Marcus ise süreç içinde mücadele ederek değişiyorlar.
Emmett, olayların akışı içinde ahlaki bir değişim yaşamak zorunda kalıyor. Her şey bittiğinde, Regan ve Marcus açısından bir ‘büyüme öyküsü’ seyrettiğimizi keşfediyoruz. Kuşkusuz yaşları itibarıyla farklı aşamaları temsil ediyorlar. Regan, aileyi kurtarma vizyonuna sahip bir genç kız olarak çıkıyor karşımıza. Kendini kanıtlamak ve büyük çocuk olarak babadan doğan boşluğu doldurmak için harekete geçerken tek başına davranmaktan çekinmiyor. Marcus ise çok daha plansız ve içgüdüsel bir değişim yaşıyor. Sonuçta, her ikisi de ‘sürekli koruyup kollanması gereken çocuk aşaması’ndan çıkmak zorunda olduklarını biliyorlar çünkü bebeğin sorumluluğunu anneleriyle birlikte paylaşmaları gerekiyor.
Krasinski, ilk filmde olduğu gibi tüm öyküyü aile içi dayanışma üzerinden kuruyor. İyi ile kötünün, siyahla beyazın birbirinden çok net çizgilerle ayrıldığı bu tür öyküleri çok seven biri değilim ama Krasinski’nin anlatımı sayesinde filmi baştan sona ilgiyle izlediğimi söyleyebilirim. Özellikle, olayları işitme engelli Regan’ın bakış açısı, daha doğrusu ‘duyuş açısı’yla takip ettiğimiz sahnelerde, Krasinski ses kuşağını çok güzel kullanıyor ve bazen ‘tam sessizlik’ anlarıyla çok etkili sonuçlara ulaşabiliyor.
Polly Morgan imzalı görüntü yönetimine ayrı bir paragraf açmaktan yanayım. Krasinski ilk filmde de 35 mm formatıyla çalışmıştı ama pelikül dokusu açıkçası kendini çok fazla belli etmiyordu. Bu filmde ise tam aksine Polly Morgan ile neredeyse ‘retro’ diyebileceğimiz estetik bir yaklaşımla, 35 mm dokusunu daha bariz hale getirmişler. Morgan ve Krasinski birçok sahnede az ışıkta yüksek duyarlıklı film kullanarak grenli görüntülere ulaşmalarının yanı sıra, bazı dış çekimlerde yağlıboya tadı veren sıcak, koyu renk paletleri yakalamışlar. Dijitalin renk dokusunu, yönetmenlere verdiği özgürlüğü çok seven biriyim ama bazı yönetmenlerin arada 35 mm’ye dönmeleri burada olduğu gibi çok iyi sonuçlar verebiliyor. Umarım, ‘35 mm’, format olarak varlığını sürdürmeye devam eder. Çünkü kendine özgü taklit edilemez bir ışık ve renk duyarlılığı var.
‘Sessiz Bir Yer 2’yi gösterime girdiği ilk gün ilk seansta, herkesin birbirine uzak koltuklarda oturduğu dezenfekte edilmiş bir salonda seyrettim. İstanbul, çok sıcak ve bunaltıcı bir yaz günü yaşarken serin sinema salonunda olmaktan, büyük perdede harika ses düzeniyle film seyretmekten keyif aldım. Yazın bunaltıcı günlerinde size de tavsiye ederim.
7 /10