Adım çıkmış kötüye
Sinema tarihinin en unutulmaz hapishane filmlerinden biri olan ‘Alcatraz Kuşçusu’na (Birdman of Alcatraz - 1962) yapılan ‘minik’ bir göndermeyle açılıyor ‘The Suicide Squad: İntihar Timi’… ‘Alcatraz Kuşçusu’nda ömür boyu hapse mahkûm katilin hayatı, hücresine düşen yaralı serçeyle yavaş yavaş değişir. O serçeyle birlikte içindeki iyiliği keşfeder ve hayatını kuşlara adar.
‘The Suicide Squad: İntihar Timi’nin açılış sahnesinde havalandırma iznine çıkan müebbet mahkûm Savant’ın (Michael Rooker) önüne de minik bir kuş gelip konuyor. Ama Savant’ın tepkisi farklı oluyor. ‘Alcatraz Kuşçusu’nu seyretmeyenler için de yeterince ironik olan bu sahnenin, filmi yazan ve yöneten James Gunn’ın niyet ve dertlerinin minik bir özeti olduğu söylenebilir. Çünkü açılış sahnesinde Savant’ın ‘kuşla olan imtihanı’ filmin temel meselesini yansıtıyor: Adı caniye çıkmış mahkûmların ve acımasız, soğukkanlı katillerin içinde iyilik olup olmadığını sorgulayan bir film ‘The Suicide Squad: İntihar Timi’… Öte yandan, James Gunn’ın sinema tarihine yaptığı göndermeleri ve filmin kara mizahını, kanlı, sert şiddet tonunu önceden haber veren bir sahne bu…
‘The Suicide Squad: İntihar Timi’, Marvel’ın ‘Deadpool’ serisinde denediği ve gişelerde büyük başarıya ulaştığı stratejiyi kullanıyor: Dünya üzerindeki hiçbir denetleme kurulunun kafasını karıştırmayacak net bir tavırla ‘18 yaş ve üstü’ seyirciye hitap ediyor. Malum, 13 ve 15 yaş altı seyircilere hitap eden filmlerde çok fazla kan göremezsiniz. Şiddet sadece grafik bir unsurdur. ‘The Suicide Squad: İntihar Timi’nde ise kelimenin tam anlamıyla kan gövdeyi götürüyor. Bana sorarsanız ‘Deadpool’ serisinden daha ileri giden, yer yer ‘gore’ denen ‘korkunç ve kanlı mizah’ janrını akla getiren bir film bu…
James Gunn, Corto Maltese adasına yapılan ilk operasyon sırasında zaten niyetini açıkça belli ediyor ve sahneyi şiddet dolu savaş filmi havasında çekiyor. Aynı sert ve kanlı ton, finale kadar sürüyor. Orta yaş üstü seyircileri rahatsız edebilecek, tümüyle gençlere hitap eden, ticari hedeflere yönelik bir gore estetiği bu… Bana kalırsa, filmin notunu düşüren içi boş ve zorlama bir yanı var bu şiddetin. Sözgelimi ‘Deadpool’, hikâyesi ve alt metinleriyle yetişkinlere hitap eder. Filmi 18 yaş üstüne çıkaran şiddet dozajı, gerçekçiliğin bir parçasıdır. ‘The Suicide Squad: İntihar Timi’nin ise yetişkinlere hitap eden derinlikli bir öyküsü ya da karmaşık alt metinleri olduğunu pek düşünmüyorum. Hem kanlı, korkunç, şiddet dolu bir film hem de son derece hafif ve eğlenceli… Filmde olayların geçtiği Latin Amerika ülkesinin adını kült resimli roman kahramanı Corto Maltese’den alması dahi James Gunn’ın niyetini açık ediyor aslında. Genç kuşağa Hugh Pratt’in ilk kez 1967’de yayımlanan efsane eserini işaret ederken Corto Maltese’i bilen kuşaklara da göz kırpıyor ve ‘Olup bitenleri çok ciddiye almayın, kendinizi kasmadan biraz eğlenin’ diyor sanki.
Mizah duygusu, filmde olup biten her şeyle aramıza bir mesafe koyuyor. James Gunn, inandırıcılığı, sahiciliği daha ilk anlardan devreden çıkarıyor ve bazen ‘acımasız derecede’ komik olabilen bir kara mizaha ulaşabiliyor. Öyle ki, bir hiç uğruna öldürülen devrimci gerillaların trajik haline gülerken bulabiliyoruz kendimizi. Çünkü filmin baştan sona bir çeşit ‘fantezi’ olduğunun farkındayız.
Kara mizah, olup bitenlerle aramıza nasıl bir mesafe koyuyorsa ‘sinemasal göndermeler’ de aynı işlevi taşıyor. Açılış sahnesiyle başlayan göndermeler, film boyunca sürüyor. Kuşkusuz ‘Alien’ gibi bazı filmlere açık göndermeler var ama James Gunn’ın asıl hedefi belirli filmleri, belirli sahneleri hatırlatmaktan ziyade seyircinin aşina olduğu türleri, formatları, klişeleri kullanmak ve bazen onlarla inceden inceye dalga geçmek.
DC Comics’in, John Ostrander imzalı ‘Suicide Squad’ resimli roman serisinin ve ilk filmin onun için sadece bir çıkış noktası olduğu çok açık. ‘The Suicide Squad: İntihar Timi’, bir hapishane filmi gibi başlıyor. Kısa süreliğine alternatif bir ‘Görevimiz Tehlike’ havası estirdikten sonra ABD’nin yasa dışı karanlık operasyonlarını konu alan filmleri akla getiren orman çatışmalarıyla sürüyor. James Gunn, Bloodsport (Idris Elba) liderliğindeki İntihar Timi’nin Corto Maltese adasındaki serüvenlerinde ise B tip ucuz canavar filmlerinin ruhunu ve görsel estetiğini yakalamaya çalışıyor.
‘The Suicide Squad: İntihar Timi’ gerçekçi bir aksiyon değil. Renk paleti ilk sahnelerden başlayarak daha stilize bir tarza sahip. Dijital kameralarla çekilmesine rağmen eski usul B tipi macera ve canavar filmlerinin havasını yakalamaya çalışan retro bir yaklaşım var sanki. IMAX formatında seyrettiğim filmin birçok sahnesinde dijitalin derinliği, netliği ve berraklığından ziyade 35mm’nin grenli dokusunu hissettim. Kadraj tasarımlarında da aynı retro yaklaşım var.
Sözgelimi dev deniz yıldızı Starro’nun şehre çıktığı sahnelerde ilk ‘King Kong’ ve ‘Godzilla’ filmlerini akla getiren ‘dev canavar insanlara karşı’ imgesini karşımıza getiren kadrajlar görüyoruz. James Gunn’ın görüntü yönetmeni Henri Braham ve prodüksiyon tasarımcısı Beth Mickle’dan çağdaş canavar filmlerindeki, karanlık, stilize ve şık CGI görüntülerini istemediği belli… Bunun yerine, ciddiye almadan, eğlenerek seyredeceğimiz, aydınlıkta geçen ve canavarı tüm detaylarıyla görebileceğimiz resimler yakalıyor. DC Comics’in, ‘Aquman’de de çağdaş aksiyon sinemasının alıştığımız tarzı yerine eski usul fantezi sinemasının naif enerjisine döndüğünü not edelim.
David Ayer’in yönettiği ilk ‘Suicide Squad’ filminde devlet içeri tıktığı kötülerden daha kötü, hoşgörüsüz ve baskıcıdır. Burada da durum pek değişmiyor ama James Gunn, Viola Davis’in canlandırdığı Amanda Waller üzerinden ‘Çirkin Amerikalı’ imgesini ve ABD’nin karanlık operasyonlarını daha sert şekilde eleştiriyor. Özellikle ‘barış için gerektiğinde herkesi öldürebileceğini’ söyleyen Peacemaker (John Cena) karakterinin filmdeki varlığı ve eylemleri, ABD’nin agresif dış politikasının ironik bir simgesi gibi… Öte yandan, filmde gerektiğinde devreye girmesini bilen kahraman Amerikalılar da var. Seyircinin sevdiği karakterlerin dahi öldüğü sert kara mizah tonuna karşın duygusal, hatta yer yer naif yanları var filmin. O yüzden öyle çok radikal bir siyasi eleştiri beklemenin anlamı yok.
İlk film, “adı kötüye çıkmış” olanların herkesten daha iyi ve fedakâr olabildiği bir hikâye sunuyordu bize. James Gunn, ‘Suicide Squad’ serisinin konsepti olan bu fikirden yine vazgeçmiyor ama komedi dozunu öyle iyi ayarlıyor ki hiçbir şeyi çok ciddiye alamıyorsunuz. En duygusal ve dramatik anlarda dahi ironi duygusu kendini hissettiriyor. Sözgelimi, Harley Quinn’in (Margot Robbie) ezilenlerin yanında, faşizme her koşulda karşı olduğunu anladığımız sahnede duygulanıyor, gülüyor ve alkışlamak istiyoruz. Bu arada, Harley Quinn, ilk filmde olduğu gibi yine hikâyenin merkezindeki karakterlerden biri. Devlet adına karanlık operasyonlara katılmaktansa hapishanenin temizlikçisi olmayı kabul eden Robert DuBois / Bloodsport da en az Harley Quinn kadar önemli bir karakter yeni filmde.
Yeri gelmişken ‘The Suicide Squad: İntihar Timi’nin, hikâyesi ve alt metinlerinden ziyade karakterleriyle seyirciyi tavladığını belirtmek istiyorum. İlk filmin en akılda kalıcı karakteri Margot Robbie’nin arzu dolu grotesk performansıyla Harley Quinn’di. Diğerleri zayıf kalıyordu. ‘Galaksinin Koruyucuları’ serisinde yazdığı karakterlerle Marvel Sinematik Evreni’ne başka bir hava getiren James Gunn’ın filminde ise Bloodsport başta olmak üzere ilgiye değer birçok karakter var. Gunn’ın ‘karakterler galerisi’ olarak tasarladığı filmde fareleri kontrol eden Ratcatcher 2 (Daniela Melchior), sürekli uyku mahmuru, huzurlu, sakin ve sevgi dolu halleriyle süper kahraman türünde görmeye pek alışmadığımız bir kişilik olarak filme ayrı bir hava getiriyor. Renkli benekler fırlatmak gibi son derece tuhaf bir süper güce sahip olan Polka-Dot Man (David Dastmalchian) ve Slyvester Stallone’nin seslendirdiği iki ayağı üzerinde yürüyen ve konuşan köpek balığı King Shark da filmin mizah duygusunu artıran karakterler. Ratcatcher 2’nin kankası fare Sebastian’ı da unutmayalım.
2016 yapımı ‘Suicide Squad’ birbirinden kopuk, video klip gibi sahnelerle ilerleyen, duygusuz bir özel efekt şovunu andırıyordu. Yeni film de baştan sona bir özel efekt şovu ama karakterleri, mizah duygusu ve kendini çok ciddiye almayan matrak hikâyesiyle ilkinden çok daha iyi. Hikâye demişken Bloodsport ve ekibi ortaya çıkmadan önce olup bitenleri seyrettiğimiz ilk bölümün, seyircinin beklentilerine meydan okuyan, şaşırtıcı bir yanı olduğunu belirtelim.
‘The Suicide Squad’: İntihar Timi’ni James Gunn’ın Marvel için çektiği ‘Galaksinin Koruyucuları’ kadar sevdiğimi söyleyemem. Filmdeki abartılı şiddeti de öyküyle çok bağlantılı bulmadım ne yazık ki… Ama yine de türün meraklılarına tavsiye ederim.
6.5/10