Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Geçtiğimiz şubat ayının başlarında Türk Sinema Tarihi üzerine hazırladığım bir eğitim videosu için çalışırken kitapları sürekli masamda duran yazarlardan biriydi Agah Özgüç… Onun kitaplarını masamın üzerine ilk çıkarışım değildi. Sonuncu kez olmayacağını da biliyordum.

        Agah Özgüç’ün kitaplarının yer almadığı bir Türk Sineması kitaplığı düşünmek mümkün değil.

        Kendine tarihçi dediğini hiç duymadım. Sinema tarihçisi olarak Nijat Özön ve Giovanni Scognamillo’nun isimlerini verirdi hemen. Ama kitaplarının, Türkiye sineması üzerine çalışacak bütün akademisyenler ve araştırmacıların temel başvuru kaynakları arasında yer alacağı kesin.

        İlk göz ağrısı şiir ve edebiyat olan Agah Özgüç’ün hayat hikâyesine baktığımızda, 1960’ların başında gazeteci olarak çalışmaya başladığını görüyoruz.

        Agah Özgüç ve Türkan Şoray (Agah Özgüç Arşivi)
        Agah Özgüç ve Türkan Şoray (Agah Özgüç Arşivi)

        1960’lı yıllarda Artist, Ses ve Perde gibi dönemin magazin ağırlıklı sinema dergileri için film setlerine, galalara gidiyor; röportajlar yapıyor ve haber yazıyordu. İlk röportajını Türkan Şoray’la yapmıştı. Türkan Şoray’ın da ilk röportajlarından biriydi.

        O yıllarda aynı işi yapan başka gazeteciler de vardı kuşkusuz. Agah Özgüç’ün farkı, gerçek bir sinema tutkunu olmasıydı. Belge toplamaya da o yıllarda başladı.

        Beyoğlu’nda Yeşilçam Sokağı’nda yazıhanesi olan bütün yapımcıların peş peşe filmler çektiği bir dönemdi. Yeşilçam, 1970’lerin ortalarına kadar sürecek muhteşem bir dönem yaşıyordu. Yıllar geçtikçe şirketlerin çoğunun, o yıllarda ‘lobi fotoğrafı’ denen görselleri saklamadığı ortaya çıktı. Çünkü herkesin çok yoğun olduğu bir dönemdi. Kimsenin gelecek kuşağın tarihçilerini düşünecek zamanı yoktu. Ama Agah Özgüç filmlerle ilgili her belgeyi saklıyordu. Meslektaşım Alin Taşçıyan’ın dün sosyal medyada çok güzel ifade ettiği gibi ‘Yeşilçam’ın arkasını toplayan’ adamdı o… Film şirketlerinin depolarını dolaşıp, çöpe atmaya hazırlandığı malzemeleri alıp evine götürüyordu. Arada sahafları dolaşıp bütçesinin yettiği ölçüde oradaki fotoğraf ve belgeleri de satın alıyordu.

        Yıllar önce bana elinde kapsamlı bir gala davetiyeleri koleksiyonu bulunduğunu söylediğinde ne kadar değerli bir şey yapmış olduğunu anlamış ve öngörüsüne bir kez daha hayran kalmıştım. Davetiyelerin grafik dili ve metinleri üzerinden, geçip giden yılları takip etmenin çok eğlenceli bir deneyim olabileceği kesindi. Her zamanki gibi elinde kültürel anlamda yine küçük bir hazine vardı hiç şüphesiz.

        Her şeyi bir köşede özenle saklayan ve maddi değerinin oluşmasını sabırla bekleyen koleksiyonculardan değildi Agah Abi. Elindeki belgeleri öncelikle kitaplara ve destek bulursa sergilere dönüştürmek isterdi. Benim tanıdığım Agah Özgüç gözü tok, elindeki belgeleri başkalarıyla paylaşmak isteyen, mütevazı bir koleksiyoncuydu. Kendini öncelikle bir sinema yazarı olarak görürdü.

        1990’lı yıllarda, Sinema dergisinin yayın yönetmenliğini yaptığım dönemde Agah Abi’yle her ay genellikle Beyoğlu’nda bir yerde buluşurduk. Daktiloyla yazdığı aylık yazısını teslim eder, sonra koleksiyonundan getirdiği fotoğrafları gösterir, bazen de o görsellerin hikâyelerini anlatırdı. Dergide yayımlanmak üzere bana verdiği birçok fotoğrafın tek kopya olduğunu bildiğim için huzursuz olur, görsel yönetmenleri her seferinde uyarır; o büyük zarfı Agah Abi’ye geri verene kadar kendimi rahat hissetmezdim. Agah Abi ise ‘Boş ver, bir şey olmaz’ diye rahatlatırdı beni hep. Bazen başka yazılar için kendisinden fotoğraf istediğimde, elinden geleni yapardı. İşini özenle, tutkuyla yapan bir yazardı Agah Abi. Ama ben onu her şeyden önce gönül adamı olarak tanıdım. Kimseyi kırmak, üzmek istemezdi.

        Görsel ve yazılı belgeler bir yana, Türkiye’de çekilen bütün filmleri tek tek kayıt altına almak gibi başka bir özelliği daha vardı. Yeşilçam’ın altın çağında, eminim sektörün içinde bunu düşünen başka biri daha yoktu. Kültür Bakanlığı’nın desteğiyle hazırladığı ‘Türk Filmleri Sözlüğü’nün en değerli çalışması olduğunu söylerdi hep. Gerçekten de başka hiçbir şey yazmayıp sadece bu sözlüğün ciltlerini yayımlasa dahi yine unutulmaz biri olurdu. Çünkü hepimiz biliyoruz ki bu sözlüğün yerini doldurmak gerçekten çok zor. Ayrıca hiçbir zaman kolay bir iş değildi. Sadece gösterime giren filmleri ölçüt almaz, çekilen her filmi kayıt altına almaya çalışırdı.

        Agah Özgüç
        Agah Özgüç

        Yeşilçam’ın altın çağında peş peşe çektiği filmlerin hesabını tutamayan Atıf Yılmaz gibi yönetmenler, Cüneyt Arkın gibi oyuncular kendilerine kaç film çektiği sorulduğunda ‘Ben bilmem, Agah’a sorun’ diye yanıt verirlerdi. Günümüzde belki her şeyi kayıt altına almak daha kolay. Ama sinemamızın ilk yıllarını düşündüğümüzde Agah Özgüç’ün yaptığı işin önemini daha iyi anlayabiliriz. O yüzden çalışmalarını değerini ölçmek çok zor.

        Çok verimli bir yazar ve araştırmacıydı. Türk sineması üzerine yazdığı kitapların sayısının 60’a yakın olduğunu biliyorum. Hiçbir zaman ‘Artık biraz dinleneceğim’ dediğini hatırlamıyorum. Son görüşmemizde her zaman olduğu gibi yine yeni kitaplarından söz etmişti.

        Onunla geçmiş günleri, Yeşilçam yıllarını konuşmak her zaman keyifli olurdu. Bütün usta yönetmenler ve yıldız oyuncularla anıları vardı. 1990’ların sonunda Bursa’da düzenlenen Gezici Festival’den otomobille İstanbul’a birlikte döndüğümüz günü unutamam. Öyle uzun uzun konuşmayı, ilgi merkezi olmayı seven biri değildi ama sorarsanız anlatırdı. Ben de sürekli geçmiş yılları sorup durmuştum. Yol boyunca onu dinlemek, Yeşilçam dedikodusu yapmak benim için çok keyifli; bir çeşit sözlü tarih dinleme deneyimi gibiydi…

        Yaşını göstermez, hep dinç ve sağlıklı dururdu. Yaşını ilk kez öğrenenler çok şaşırırdı. Covid 19’a yakalandığını ve hastaneye kaldırıldığını öğrendiğimde, üzülmüş ve şaşırmıştım. Çünkü Agah Abi’nin Covid 19’u hafif atlatacağını düşünürdüm. Bana haberi veren sinema yazarı arkadaşım Murat Erşahin’e ‘Bak, göreceksin. Agah Abi bu hastalığı yenecek ve biz karşılaştığımızda yine yeni kitaplarını konuşacağız’ dedim. Ne yazık ki, öyle olmadı. Agah Abi hastalığa karşı verdiği mücadeleyi kaybetti.

        Yeşilçam’ın altın çağına damga vurmuş oyuncular ve sinemacılar arasında da çok sevilen ve özel biri olduğunu biliyorum. Nasıl sevilmesin ki? Yeşilçam’ın yaşayan hafızasıydı.

        Sinema yazarları arasında, özellikle de benim kuşağım için özel bir isimdi. Kimimizin Agah Baba’sı, kimimizin Agah Abi’siydi. O yazmaya başladığında ben dahil çoğumuz daha doğmamıştık. Bizim ancak 1990’ların sonunda müdavimi olduğumuz Antalya Film Festivali’nin düzenlendiği ilk yılları bilir, bize Konyaaltı sahilinde Yeşilçam’ın efsane yıldızlarıyla bungalovlarda kaldıkları, ateş yaktıkları geceleri anlatırdı.

        Onu çok özleyeceğiz. Hepimize örnek olan çalışkanlığını, arşivinden düzenlenen sergilerini, sıcak gülüşlerini, muhabbetlerini ve sessizliğini… Belki artık aramızda olmayacak ama kitapları, adını taşıyan arşivi ve bize bıraktığı anılarla hep yaşayacak.

        Diğer Yazılar