Ruhlar ne demek istiyor?
Dünya prömiyerini yaptığı Sundance Film Festivali’nde Büyük Jüri Ödülü’nü kazanan ilk korku-gerilim olarak tarihe geçen ‘Nanny’, Nikyatu Jusu’nun ilk uzun metrajı… Sierra-Leone kökenli ABD’li sinemacı Jusu, 2007 yılından itibaren çektiği kısa filmlerle adını duyuran, çeşitli ödüller kazanan bir isim… Aynı zamanda sinema alanında çalışan bir akademisyen. Filmlerinde Afrika kökenli kadın karakterlere, özellikle göçmenlere ve onların ABD’deki sosyal sorunlarına odaklanmasıyla tanınıyor. ‘Nanny’ de önceki filmleriyle aynı çizgiye sahip.
Daha önce de birçok kez yazdığım gibi korku, özellikle hikâye formatı olarak son derece tutucu bir türdür. ‘Nanny’ ise yenilikçi ve cesur bir korku - gerilim filmi… Jusu, seyirci beklentilerine ve alışılagelmiş hikâye formüllerine pek itibar etmiyor.
Hikâye, ABD’de yaşayan Senegalli kaçak göçmen Aisha’nın (Anna Diop), New York, Manhattan’da oturan üst orta sınıf çiftin yanında çocuk bakıcısı olarak işe girmesiyle başlıyor. Aisha’nın, daha ilk günden çocuğun annesi ve işvereni Amy (Michelle Monaghan) üzerinde olumlu izlenim bıraktığını görüyoruz. Küçük Rose’la (Rose Decker) da iletişim ve duygusal bağ kurmakta hiç zorlanmıyor.
Hamileliğinden itibaren hep ‘yalnız anne’ olan Aisha’nın, kazandığı parayla yapmak istediği ilk şey ise Senegal’de kalan küçük oğlu Lamine’i yanına almak... Lamine’i çok özlediğini ve onu getirmek için sabırsızlandığını görüyoruz. Oğlunu ABD’ye getirebilmek için sürekli çalışmaya ve evde fazla mesai yapmaya hazır. Özetle Aisha için her şey, Amerikan Rüyası’nı gerçekleştirmeye uygun görünüyor. Ama bir süre sonra sorunlar başlıyor. Mesela Amy’nin ödemeler konusundaki özensizliği ve unutkanlığı... Amy’yi tanıdıkça iş yerinde çok çalışan ve evine mutsuz, yorgun dönen depresif biri olduğunu fark ediyor. Aisha, para meselesini Rose’un liberal ve anlayışlı babası Adam (Morgan Spector) ile çözmeye çalışıyor. Ama bu arada asıl rahatsız edici sorunlar, kendi içinden geliyor. Her şey gördüğü kâbuslarla başlıyor. Özellikle de Rose’a bakmak için evde kaldığı gecelerde… Bir süre sonra kâbuslara, gündüz düşleri ve halüsinasyonlar ekleniyor. Sözgelimi, gündüz vakti parkta bir anda oğlunu gördüğünü sanıyor.
Giderek artan halüsinasyonlar nedeniyle, Rose’la birlikteyken sorumluluğunu yerine getiremediği anlar dahi oluyor. Özellikle, suyla ilgili kâbuslar ve gündüz düşlerinin sayısı giderek artıyor. Su, nerdeyse tek başına gizemli bir fobiye dönüşüyor. Bu arada, Senegal folklorunda Anansi olarak geçen örümcek de giriyor rüyalarına… Bazı düşlerinde ise yine Batı Afrika kökenli bir tür deniz kızı olan karanlık ve tekinsiz Mami Wata ile karşılaşıyor.
Sorunsuz ve güzel bir ilişki yaşadığı Malik’in (Sinqua Walls) metafizik konularda bilgi sahibi büyükannesine (Leslie Uggams) danıştığında, düşlerinde karşısına çıkan Anansi ve Mami Wata’nın mücadeleyi, direnişi temsil ettiğini; düzenin karşısına kaos ve anarşiyle çıktıklarını öğreniyor. Asıl sorunun öfkesini nasıl kullanacağıyla ilgili olduğunu keşfediyor. ‘Öfken ya süper gücündür ya da zayıf noktan’ diyor Malik’in büyükannesi. Ne var ki, tüm bunların ona pek yararı olmuyor. Belki kendi kültüründen çok uzak bir yerde yaşaması nedeniyle ruhların ne demek istediğini anlayamıyor. Tam aksine, bazen gerçeklik duygusunu tümden kaybediyor ve halüsinasyonların içinden çıkmakta zorlanıyor. Daha kötüsü, kendine ve başkalarına zarar verme potansiyeli taşıdığını görüyor. Tüm bu süreçte, Rose’un annesi ve babası ile sorunlar yaşıyor. Altan alta sınıfsal ve ırksal yanları olan çatışmalar bunlar… Ama her ikisine karşı da sağlam ve kişilikli durmayı başarıyor. Öfkesini doğru kullanıyor.
‘Nanny’de, birçok korku gerilim filminde olduğu gibi karşımıza somut veya metafizik bir kötülük çıkmıyor. Aisha her şeyi zihninde yaşıyor. Rüyaların ve halüsinasyonların içinde sıkışıp kalıyor. Uzun süre, yaşadıklarının kökeninde psikiyatrik ve nörolojik bir hastalık yatıp yatmadığını kestiremiyoruz. Tıpkı, olayların fizik ötesi güçlerle ilgili olup olmadığını anlayamadığımız gibi… Aisha’nın zihninde olup bitenlerin nedenleri, finale kadar belirsiz kalıyor. Ama final üzerinden baktığımızda, her şey yerli yerine oturuyor. Metafizik sezgiler kadar korku ve kaygı psikolojisinin izlerini görüyoruz.
Psikolojik olarak, Aisha’nın oğlunu Senegal’de bırakması nedeniyle hissettiği suçluluk öne çıkıyor. Oğlu yerine varlıklı bir Amerikalı ailenin çocuğuna bakması, belli ki onu içten içe rahatsız ediyor. Öte yandan, Amy de bir süre sonra kızı Rose ile Aisha arasındaki sevgi bağından rahatsız oluyor. İki kadın eşzamanlı şekilde kendilerini kötü hissediyorlar. Ama Aisha’nın Amy’ye oranla daha güçlü ve bağımsız olduğunu biliyoruz. Adam’ın odasındaki fotoğraf üzerinden Aisha’nın kendisini, siyahların tüm dünyada verdiği mücadelenin bir parçası olarak gördüğünü seziyoruz.
Ölüm ve yeniden doğum, filmin alt metinlerinden biri. Su, önce karanlık unsur olarak karşımıza çıksa da ölüm ve doğum döngüsünün metaforu aslında. Aisha’yı küvette çırılçıplak cenin pozisyonunda gösteren çekimler de yeniden doğum imgesinin bir yansıması… ‘Nanny’, karanlık ama pozitif bir korku-gerilim filmi… Aisha’nın temas ettiği ruhları iyi ve kötü diye ayırmak mümkün değil. Aslına bakarsanız, Aisha ruhların ne demek istediğini anlayamadığı için sorunlar yaşıyor. Çocuk olarak henüz masumiyetini kaybetmeyen Rose, Aisha’nın sorununun nedenlerini daha iyi görebiliyor.
Açıkçası, ‘Nanny’ öyle korkutucu bir film değil… Kuşkusuz, ürpertici anları var ama ‘korku dolu şok anlar’ yaşamak isteyenlere kesinlikle hitap etmiyor. Buna karşılık, ilk sahnelerden itibaren gizem duygusunu ve ‘Gerçekten neler oluyor?’ şeklinde özetlenebilecek merak duygusunu korumayı başarıyor. Belki finali tahmin etmek mümkün ama ‘Nanny’nin en güçlü yanı, sürekli kötü bir şey olduğu ya da olacağı hissini vermesi…
Yönetmen Nikyatu Jusu, Batı Afrika folklorundan esinlenen filmini hiç bitmeyen tekinsizlik ve travma endişesi üzerine kuruyor. Kâbus ve halüsinasyonları korku sahnesinden ziyade işitsel yanını özenle tasarladığı imgeler olarak tasarlıyor. İşte bu yüzden, Rina Yang imzalı görüntü yönetimi kadar ses tasarımı da başarılı. Kendi adıma en çok havuz sahnesinden etkilendiğimi söyleyebilirim. Başroldeki Anna Diop ve Amy’de Michelle Monaghan’ın oyunculuk performanslarıyla filme önemli katkılar yaptıklarını belirtelim.
‘Nanny’, geleneksel korku filmi meraklılarından ziyade korkuda yenilikçi çabaları seven sinefillere hitap ediyor. Ayrıca kadın yönetmenlerin türü yenileme konusundaki öncü karakterini gösteren bir film aynı zamanda. (Prime Video)
7/10