Cehennem insanlardır
Fransız yazar ve düşünür Jean-Paul Sartre ‘Cehennem başkalarıdır’ der. ‘Aİ’ (EO) filminin ana karakteri Eo adlı eşeğin gözünden baktığımızda ise cehennemin insanlar olduğunu söyleyebiliriz.
‘Aİ’, Oscar’da En İyi Uluslararası Film kategorisinde ilk 5 aday arasına girmeyi başaran yapımlardan biri… Dünya prömiyerini yaptığı ve Jüri Ödülü’nü kazandığı Cannes Film Festivali’nden bu yana en çok konuşulan özelliği, Fransız yönetmen Robert Bresson’un 1966 yapımı klasiği ‘Rastgele Balthazar’dan (Au hasard Balthazar) esinlenmesi…
İki filmin tek ortak yanı, ana karakterin eşek olması değil. Tematik akrabalık ve ruh birliği ağır basıyor. Başka ortak noktalar da var ama birçok açıdan farklı filmler seyrediyoruz.
Bresson’un filminde Balthazar’ı henüz şirin bir sıpayken, annesinin sütünü emerken tanır ve ölümüne kadar yaşadıklarına tanık oluruz. Farklı insanların eline geçer, hatta sirkte bile çalışır ama genelde aynı bölgede kalır. Bresson onun ‘sessiz gözlemciliği’ ve çektiği acılar üzerinden bir grup karakterin hikâyesine, aralarındaki ilişkilere odaklanır.
Polonyalı yönetmen Jerzy Skolimowski’nin, Ewa Piaskowska ile birlikte yazdığı senaryoda, her şeye yine Eo’nun sessiz gözlemciliği üzerinden tanık oluyoruz ama arada üç önemli fark var. Birincisi, film öncelikle Eo’nun yolculuğunda başına gelenlere odaklanıyor. İkincisi, film hep aynı bölgede değil, Avrupa Birliği sınırlarında farklı diller konuşulan yerlerde geçiyor ve üçüncüsü; Eo sürekli yeni karakterlerle karşılaşıyor.
Eo, filmde sirkte doğup büyümüş bir eşek olarak çıkıyor karşımıza. Şov partneri Kasandra (Sandra Drzymalska) ile aralarındaki güçlü sevgi bağını görmemek mümkün değil; ama sirkin iflas etmesiyle yolları ayrılıyor. Film boyunca Eo’nun aslında hep Kasandra’ya ulaşmaya çalıştığını, ondan gördüğü yakın ilgi ve şefkati özlediğini hissediyoruz. Ayrıca, kötü muamele gördüğü her yerden kaçmasına tanık oluyor, özgürlüğüne düşkünlüğünü seziyoruz.
Film en basit ifadeyle sevgi ve özgürlük arayan bir eşeğin hikâyesini anlatıyor. ‘Karşısındaki engel ne?’ derseniz; sadece kötü ve zalim insanlardan söz edemem. Evet, onlar film boyunca sürekli karşımıza çıkıyorlar ve Eo’ya gösterdikleri şiddeti nerdeyse içimizde hissediyoruz. Hiç şüphesiz, Eo’ya iyi davranan insanlar da var. Ama Skolimowski’nin altını çizmek istediği asıl nokta, insan olarak hayvanlara bakış açımız…
Sirk iflas ettiğinde, protesto yapan hayvanseverleri gördüğümüzde, Kasandra’dan ayrılmanın şokunu yaşayan Eo’nun geleceğinin çok karanlık olmayacağını düşünüyoruz önce. Eo’nun karavanın içinden dışarıya bakarken gördüğü koşan atlar da umudumuzu artırıyor. Ama kısa sürede Eo için durumun kötüye gittiğini görüyoruz. Çalıştırıldığı haradaki atların huzursuzluğu ve mutsuzluğu onu rahatsız ediyor. Oradaki gerilime dayanamıyor ve belli ki itaatsizliği nedeniyle elden çıkarılıyor. Gönderildiği çiftlikte kötü muamele görmüyor. Ziyarete gelen Kasandra’yı bulmak için oradan firar etmese, belki mutlu olabileceği, sevgi ve şefkate kavuşacağı bir yer aslında...
Kaçak bir eşek olarak yolu ormana düştüğünde, binlerce yıl önce insanlar tarafından evcilleştirilmiş türünün doğada tek başına ayakta kalmayacağını anlaması gecikmiyor. Öte yandan, ormanın en vahşi ve acımasız canlısının yine insan olduğunu görüyor. Yaşamak için şehre, yeniden insanların arasına dönmek zorunda kaldığında talihi yine yaver gitmiyor Eo’nun… Kötü veya iyi niyetli, zayıf karakterli, sorunlu insanlar arasında tutunacak bir dal, sevgi dolu bir el aramaya devam ediyor. Biz de onun gözünden hayvanlara çektirdiğimiz muhtelif çileleri görüyoruz.
Bresson ‘Rastgele Balthazar’da bir yana eşeğin masumiyetini, diğer yana insan ruhunun karanlığını koyar. Skolimovski ise eşeğin masumiyetinin karşısına insanın vahşetini koyuyor. Eo ile birlikte futbol taraftarı kılığına girmiş, içlerindeki zehri boşaltacak yer arayan insanları tanıyoruz. At ve eşek etinden salam yapmak için onu yakalayanlar, maceranın ürkütücü noktalarından birine götürüyor bizi. Tüm serüveni boyunca Eo, insanların sadece hayvanlara değil kendi cinsine de kötü davrandığına tanık oluyor. Ayrıca sadece sevgisizlik değil, sapkınlık da çıkıyor karşısına…
Bir lokma ekmeğe muhtaç kaçak Afrikalı sığınmacıdan yararlanmaya çalışan kamyon şoförü, ırkçılık ve hayvanlara olan davranışlarımız arasındaki benzerliği deşifre ediyor. Eo, Fransız yıldız oyuncu Isabelle Huppert’in canlandırdığı kontesin büyük ve güzel bahçesinde de huzur bulamıyor. Eo’nun masumiyeti ile insanların kötülüğü arasındaki kontrast giderek daha rahatsız edici oluyor. Tıpkı Bresson’un Balthazar’ı gibi o da huzuru, aynı kaderi paylaştığı besi hayvanları arasında bulmak istiyor… Şiddet, kötülük nedir bilmeyen masum bakışlı ineklerin arasına karıştığı, toplama kamplarının dehşetini akla getiren o finali, herhalde uzun süre unutamam.
‘Aİ’nin esinlendiği klasikle en önemli farkı, anlatım tarzı... Robert Bresson’un anlatımda ilk hedefi sadeliktir. ‘Aİ’ ise bana sorarsanız, biçimci yanıyla öne çıkan bir film… Ama seyirciye keyif veren, her şeyi şıklaştıran, güzelleştiren biçimcilikten söz etmiyorum. Tam aksine, seyircinin işini zorlaştıran, seyir keyfini temel almayan, hatta yer yer rahatsız edici bir yaklaşımı var Skolimowski’nin… Ama yaptığı her şey ve kullandığı anlatım kodları, bir anlama ve işleve sahip.
Eo ile Kasandra’nın sirkteki şovunu yakın planlar halinde gösteren ve video-art çalışmaları anımsatan açılış sahnesindeki kısa aralıklarla yanıp sönen ışık ve kırmızı – siyah renk paleti, film boyunca farklı sahnelerde iki laytmotif olarak karşımıza çıkıyor. Yanıp sönen ışığın Eo’nun sirk geçmişini temsil ettiği söylenebilir. Ormandan çıktığında gün doğumunda kullanılan kırmızı – siyah ise sanki cehennemi akla getiriyor. Skolimowski ve görüntü yönetmeni Michal Dymek, özellikle gece sahnelerinde monokrom diyebileceğimiz renk paletlerinden kaçınmıyorlar.
Sinemacıların çok tercih etmediği 1.50:1’lik kadraj oranını kullanıyor Skolimowski. Bizi Eo’ya ve onun deneyimlerine odaklayan; birçok sahnede iç mekânlara sıkışıp kalma halini, kasvet duygusunu artıran bir estetik tercih bu… Skolimowski, yakın planlar kadar genel planlara da yer veriyor; hareketli kameraya sık sık başvuruyor.
Kurgudaki kısa ara planlar, Eo’nun zihnine ve anılarına götürüyor bizi. Ama altı farklı eşek tarafından canlandırılan Eo’nun iç dünyasına bizi asıl olarak ses ve müzik götürüyor. Skolimowski, ilk sahneden başlayarak Pawel Mykietyn’in müziğini yüksek tondan kullanıyor. Bazı sahnelerde elektronik tınılara meyleden müzik, Eo ile aramızdaki en önemli duygusal bağlardan biri… İlk sahnede olduğu gibi yer yer hipnotize edici bir yanı var müziğin. Melodiden ziyade ritim çevresinde kurulan müzik, neredeyse filmin anlatıcısı diyebileceğim çok farklı bir konumda… Arada nadiren Beethoven’in 4 numaralı piyano konçertosu gibi klasik bir eserin kullanıldığını da belirtelim.
Ses, en az müzik kadar kritik önem taşıyor filmde. Skolimowski, Eo başta olmak üzere kendilerini konuşarak ifade edemeyen hayvanların seslerini müzik için yaptığı gibi miksajda yine çok üst perdeden kullanıyor. Eo’nun anırmaları, bazı anlarda gerçekten acı verici. Hara sahnesindeki atların çıkardığı sesler de isyan çığlığından farksız. Bazı sahnelerde ses bandı, korku – gerilim filmlerinden farksız aslında. Skolimowski, ‘Duyun bu hayvanları acı çığlıklarını!’ demek istercesine ses bandını birçok sahnede özellikle rahatsız edici hale getiriyor. Müzik nasıl anlatıcı gibiyse hayvan seslerinin de diyalog gibi kullanıldığı söylenebilir.
Vizyona girdiği hafta yazamadığım ‘Aİ’, yönetmenliği, görüntüleri, ses tasarımı ve müziğiyle 88 dakikalık özel ve etkili bir sinema deneyimi... Eo’nun gece çiftlikten kaçmasıyla başlayan, ormanda süren ve sabah şehirde biten sekansı özellikle beğendiğimi belirtmek isterim.
Skolimowski, Bresson’un filmine irili ufaklı birçok gönderme yapıyor. Bunların tam tadını çıkarmak için ‘Rastgele Balthazar’ı bir kez daha seyretmenizi öneririm. Benim en sevdiğim Bresson filmlerinden değildir ama özellikle yönetmenler ve eleştirmenler arasında hayranı çoktur… Skolimowski’nin hayranlığın ötesine geçip esinlendiği filmden hiç aşağı kalmayan önemli bir işe imza attığına inanıyorum.
7.5/10