Ahlaki ve kültürel bir sorun
6 Şubat Pazartesi günü gerçekleşen ve 10 ili etkileyen depremler sonrasında hayatımıza hiçbir şey olmamış gibi devam etmemiz mümkün değildi. Hâlâ da değil…
Sıcak ve rahat evlerimizde oturmaktan utanç duyduğumuz günler yaşadık. Hâlâ da yaşıyoruz.
Bir yanda, iyiliğin gücü vardı. Depremzedelere yapılan maddi ve manevi her yardımda bunu gördük, hissettik. Bunun bir parçası olmaya çalışan herkes içimizi ısıttı… Enkazlardan kurtarılan her insan geleceğe dair umut oldu.
Diğer yanda ise kötülük duruyordu. Dünya Türkiye’ye yardım etmeye çalışırken deprem bölgesindeki yağmacıların, hırsızların fırsatçılığı, ahlaksızlığı inanılır gibi değildi.
Depremi fırsat bilip ırkçılık, ayrımcılık yapan, yargısız infazları teşvik edenler, en az yağmacılar kadar içimizi kararttılar.
İki haftadır medyada yazılıp çizilenlere, söylenenlere, yapılan yorumlara kendi adıma ekleyecek yeni hiçbir şeyim yok. Ama anlayamadığım şeyler var.
Sözgelimi, bilim insanlarının neden ciddiye alınmadığını, bilimin bu ülkede neden önemsenmediğini anlamam hâlâ mümkün değil.
Yıkılan, ağır veya orta hasar aldığı için yıkılması gereken tüm o binaların neden yapıldığını ahlaksızlık kavramıyla açıklayanlar kuşkusuz çok haklılar. Bu ahlaksızlık nedeniyle 40 bini aşkın insanı kaybettiğimizi hepimiz biliyoruz. Ama bu ahlaksızlığın ağır hastalık gibi bu ülkeyi neden sardığını açıklamak öyle çok kolay gelmiyor bana.
Peki, ne var bu ahlaksızlığın gerisinde… Sözgelimi, cehalet demek mümkün mü? Veya kolay yoldan para kazanma isteği… Tamam ama ekran başında sadece bir gün geçirdiğinizde ve uzmanları dinlediğinizde dahi bu ahlaksızlığın, vicdansızlığın, sorumsuzluğun zincirleme bir nitelik taşıdığını görmeniz mümkün…
Bir toplumda zincirleme nitelik taşıyan tüm sorunlar derindir ve bu derinlik, sorunun aynı zamanda kültürel boyut taşıdığını gösterir. Çünkü sadece yasalarla, cezalarla çözemeyeceğiniz bir sorundur bu… Ki uzmanların söylediği gibi sorun yasalarla değil; yasaların uygulanmamasıyla ilgili… Bir ülkede insan hayatını korumak için konulmuş yasaları ve kuralları kendine engel olarak gören, onları aşmak için elinden geleni yapan bu kadar çok insan varsa sorun, hem ahlaki hem kültürel nitelik taşımaz mı?
Gerçekten köklü bir kültürümüz var. Ama bir şekilde kültürel değerlerimizle bağlarımız kopmuş durumda… Manevi değerlerin düşüşe geçmesini, maddi değerlerin yükselmesini bir türlü engelleyemiyoruz.
Her şeyi geçtim, utanç verici, can acıtıcı bir sevgisizlik de var bu işin içinde…
Birbirimizi gerçekten sevsek, kardeşlik duygusuna sahip olsak, o suç zinciri bir noktasında kırılmaz mıydı?
Deprem bölgesinde yıkılmayan, insanları öldürmeyen o binalar, hiç kuşkusuz bu ülkeye ve insanlarına olan inancımızı ayakta tutuyor. Yıkılan ve insanları öldüren o binalar ise geleceğe dair korkularımızı tetikliyor. Şimdilerde nerdeyse tüm ülke, yaşadığı binaları kontrol ettirme telaşına düşmüş durumda. Çünkü sadece insanlara değil yasalara ve kurumlara olan güven de derinden sarsılmış durumda.
Geçmişteki depremlerden ders çıkarılmaması ve böylesine müthiş bir güven erozyonu, sorunun aynı zamanda kültürel bir boyut taşıdığını göstermiyor mu?
Türkiye, belki bir gün yasaların demir yumruğuyla tüm bu sorunların altından kalkar. Belki gelecek kuşaklar 7’nin üstündeki büyük depremleri tek can kaybı yaşamadan atlatan bir ülkede yaşarlar. Ama hiçbir şeyin hayatını kaybeden o insanları geri getiremeyeceğini biliyoruz.
Öncelikle hayatını kaybedenlerin yakınlarına baş sağlığı ve sabırlar dilerim. Umarım tedavi gören tüm yaralılar iyileşir ve kayıplarımız artmaz.
Hepimizin başı sağ olsun. Hepimize geçmiş olsun.