Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Yenilenen seçim hangi tarafa daha fazla fırsat, hangi tarafa daha çok handikap üretti?

        Soruyu özellikle fırsat ve handikap üzerinden sormamın nedeni, bugünden itibaren sandığa üç hafta gibi bir süre kalmışken, kime ne yarar getireceğini bugünden kestirmenin olanaksızlığından…

        Belki YSK kararına ilişkin kamuoyunda oluşan durum Millet İttifakı adayı CHP’li Ekrem İmamoğlu’nu mağdur durumda bıraktığı için lehine gibi değerlendirilebilir.

        Görüşlerine saygı duyulan Prof. Dr. Ersan Şen, Prof. Dr. Adem Sözüer, Dr. Rezan Epözdemir’in de arasında bulunduğu akademik kariyerleri olan hukukçuların baştan beri YSK sürecine yönelik yaklaşımlarının da getirisi olabilir.

        Ancak unutulmamalı ki sonuçta seçmen sandığa gittiğinde hukuki tartışmalardan çok vicdanının sesini dinleyecek.

        Eğer İmamoğlu bu süreci son dönem propagandasında gösterdiği gibi adalet değil de mağduriyet üzerinden devam ettirirse, en büyük handikap ile yüz yüze kalacak demektir.

        VİCDAN RAHATLAMASI

        Çünkü AK Parti seçmeni, geçen sandık oyunu verirken, ekonomik krizin ve parti teşkilatına olan tepkisini gösterirken oyunu farklılaştırma yoluna gitmişti.

        İlçe belediye başkanlığı ve belediye meclisinde partisine oy verip vicdanını rahatlatırken, büyükşehir belediyesinde oyunu İmamoğlu yönünde kullanarak tepkisini sergilemişti.

        Ya da sandığa gitmeme yolunu tercih etmişti.

        Sandığa gitmeyenler açısından 23 Haziran seçiminin yeni bir sonuç oluşturacağını sanmıyorum, çünkü ağırlıklı bölümü 24 Haziran seçiminde de gitmedi.

        Ayrıca son iki seçimden bu yana beklentilerini karşılayacak gelişmeler de yaşanmadı.

        Daha önemlisi tutumlarını daha da katılaştıracak başka faktörler ve gelişmeler yaşandı.

        Dolayısıyla sandığa gitmeyen 1.8 milyon seçmenden geriye kalan 900 bin civarında bir kesim var ki hemen her parti de bu kesim üzerine yöneliyor.

        Sandığa gitmeyen bu seçmenin neredeyse yarıya yakını CHP’li ve bu seçimde ağırlıkla sandığa gitmeleri söz konusu…

        Çünkü yeniden sahaya indiler; İmamoğlu açısından bu iyi mi değil mi ilerleyen satırlarda ele almak üzere burada bırakıyorum.

        Asıl üzerinde durulan ise 31 Mart seçiminde sandığa gitmeyen veya oyunu farklılaştıran seçmen.

        Çünkü bu kez önlerinde iki aday var…

        Bu da onları “vicdanları” ile “tepkileri” arasında karar vermeye zorluyor; buna bir de sandığa gitmeme maddesini eklemek gerekir…

        Bu kesimde üçlüden hangisinin ağır basacağını kampanya sürecinde tarafların dili belirleyecek; hangi taraf bu kesime yönelik dilini ve mesajını düzgün oturtursa o kazanan da o olur.

        UTANGAÇ MUHAFAZAKAR

        Ancak kabul etmek gerekir ki bu zeminde bulunan seçmenin ağırlıklı bölümü de muhafazakar...

        Dolayısıyla bu kez İmamoğlu açısından daha fazla handikap oluşturur…

        Nedeni de akademik çalışmalarda kuram haline gelen “utangaç muhafazakar seçmen etmeni...”

        Bu durumla Britanya 1992’de Thatcher’ın yeniden seçilmesi sürecinde, Türkiye ise 7 Haziran sonrası yapılan 1 Kasım seçiminde karşılaştı.

        Muhafazakar seçmen anketlerde Demir Lady Thatcher’a oy vermeyeceğini söylemesine karşın, sandığa gidince eli ötekine vermeye yanaşmadı.

        Anketlerde hep geride görülen Thatcher, İşçi Partisi’ne karşı seçimin galibi oldu.

        Muhafazakar seçmenin durumu bugün için de geçerli olduğu 1 Kasım seçiminde de görüldüğü gibi bugün de geçerli…

        GÜZEL MERKEZLİ SÖYLEM

        CHP bunu gördüğü için kampanyasını ve dilini AK Parti’nin muhafazakar kesiminin vicdanına yönelik söylem bütünlüğüne yoğunlaştırmış.

        Odak noktasını da bu kesimin daha hassas olduğu “israf…” üzerine oturtmuş.

        Şunu belirtmeliyim ki İmamoğlu’nun bu açıdan şu ana kadar şansı yaver gitti…

        Sempatik kimliği, kitlelerle rahat bağ kuran, en muhalifin dahi gönlünü kazanmak için çaba sarf eden söylemi etki yaptı.

        Ancak kitleleri etkilemek için, sürekli tekrarlandığı için duyulmamaya başlanan “güzel” merkezli söylemin üzerine yenilerini de koyabilmesi gerekir.

        NEGATİF BATARYA

        Bütün bunlara geçen seçim ortada görülmeyen CHP’nin negatif bataryalarını da eklemek lazım…

        Bu da İmamoğlu açısından çifte handikap anlamına geliyor.

        Sözünü ettiğim CHP’nin radikal veya aykırı uçlarda yer alan kesiminin propaganda sürecine iştiraki…

        Bu kesimin geçen seçim hiçbir etkisinin olmadığı savlanabilir.

        Ancak unutulmasın ki geçen seçim İmamoğlu’nu fazla içselleştirmedikleri için kampanya ve propaganda süreçlerinden dışlanıp, inzivaya çekilmişlerdi…

        Ayrıca seçimi kazanacaklarına yönelik inançları da yoktu, deşarj durumdaydı.

        Ne zaman ki seçim yenileme kararı alındı, içlerinden küçük bir grup inzivasını sürdürüyor olsa da ağırlıklı bölümü anında şarj oldu.

        Balıklama dalmak için politik şnorkel ve paletlerini çoktan hazırladı.

        CHP açısından kaygı da burada başlıyor, söylemlerinin muhafazakar, mütedeyyin seçmen üzerinde olumsuz etki yaratmasından endişe duyuluyor.

        Burada da kalmıyor, AK Parti lideri ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı kaybetmeye alışkın olmaları nedeniyle, “İptal ettirdiği seçimi kimseye bırakmaz; bize mi bırakacak?” yaklaşımını sergiliyor.

        Bu da destek bulabileceği, en azından rakibine destek vermeyeceği muhafazakar taraftarı tribününden kaçırmakla kalmayıp, kendi taraftarında da inanç çökertiyor.

        BAYRAM SONRASI

        Seçimin üniversiteler dahil tüm okulların yaz tatiline girmelerine ve 10 günlük bayram tatiline denk gelmesi de bir diğer konu…

        Hemen her parti öğrenciler veya memleketine gitmiş seçmen için 23 Haziran’da İstanbul’a özel otobüsler kaldırma hazırlığı yapıyor olsa da tatile giden seçmenin ne kadarının geri getirilebileceğini ölçmek şu aşamada kolay değil…

        Bayram tatili için giden seçmenin dönüşünde belki problem olmaz, ama sandığın tam harman dönemine denk gelmesi nedeniyle memleket tatiline gidenleri geri getirmekteki zorluk da ortada.

        İstanbul seçmeninin tarımsal bağının uzun süredir koptuğu, köy bağının azaldığı, hatta beklentinin tersine dönüş yaptığı söylenebilir.

        Bunun etkisini ancak sandık günkü katılımda göreceğiz.

        KÜRT KÖKENLİ SEÇMEN

        Üzerinde durulan bir diğer kesim ise oyunu HDP’ye verebilen ancak gerektiğinde diğer kesimlere atmakta da sakınca görmeyen Kürt kökenli seçmen.

        Bu kesimi kazanmak için bütün partilerin yoğun çaba gösterdiği gerçek.

        AK Parti’nin Doğu ve Güneydoğu’da etkili olan kelime anlamındaki gibi din adamı boşluğunu dolduran “Mele” hareketi başlattığı haberlere yansıdı.

        Buradaki handikap ise AK Parti’nin zaten “mele” ile yakınlığı olan katı muhafazakar kesimle zaten sorununun olmaması; oradan oy alamama gibi bir riskinin bulunmaması…

        Sorunlu olduğu seçmen, bu kesimin dışında kalan ve laik tarafı da olan orta sınıf Kürt seçmen…

        “Mele”nin bu kesim üzerinde yaratacağı etki de belli, çünkü uzun süredir bölgede zaten karşıtlık içinde yaşam sürüyor…

        Birbirlerini terör örgütlerinin taraftarı olmakla suçluyor.

        Buna bir de hafızalarda yerini koruyan geçen seçimdeki propaganda dili eklendiğinde daha da karmaşık hale geliyor.

        Özetle her iki taraf açısından handikap ve fırsatlar tazeliğini koruyor.

        Kent vizyonunun ne olacağıyla da zaten kimse ilgilenmiyor…

        REKLAM

        ***

        Yavaş’ın üzerine tabela asacağı fidanlar…

        Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş fiyatını söyleyince önce yanlış anladım zannettim.

        Hatta bir süre, “eski para ile yeni para” değerinde karışıklık yaptı diye düşündüm.

        Ancak burada durmadı birkaç kez de toplam rakam verdi:

        “Ağaçlar yurt dışından Yalova’ya bir şirkete gelmiş, Büyükşehir de oradan satın almış. Bir ihalede toplam 600 milyon lira ödenmiş. Kaç kez o ağaçlar Esenboğa, Eskişehir, Gölbaşı yoluna dikildi ve kurudu artık hatırlayın. Son gelenler Kazan’da duruyor…”

        Bu noktada kalmadı “Tanesini 26 bin liraya almışlar, KDV ve katma değeri ile tanesinin bugünkü maliyeti 30 bin lira” diye ekledi.

        Rakama anlam veremeyip, “Yeni Türk lirasından söz ediyorsunuz değil mi?” diye sorma gereği duydum.

        Yanıtı esprili bir şekilde aynen şöyle oldu:

        “Evet Muharrem Bey… Eski fiyatla tanesi KDV hariç 26 milyar lira yani... Ağaçları dikip yanına da ‘Aman dikkatli davranın tanesi 26 bin lira’ diye tabela asacağım…”

        Burada da kalmadı, “Fidanı 0.80 kuruşa satılan çalı fidanına da 13 lira ödenmiş” dedi.

        “Hani şu bildiğiniz sağda solda biten çalı, çalı…” diye de cümlesini pekiştirdi.

        Ağaçların cinsi hakkında bilgi vermedi.

        Büroya dönüp dünyanın en pahalı ağaçlarının değerini araştırdım.

        Antik diye nitelenen ama kesinlikle yerlerinden taşınması söz konusu dahi olmayan ağaçlar bir kenara bırakılırsa tanesi 4 bin 500 dolara, yani 26 bin liraya gelen ağaç yok.

        En pahalısı “Nolina Fil Ayağı” diye bilinen ağaç ki onun ederi de 10 bin lira…

        Onu “Yaprak Dökmeyen Manolya” takip ediyor ki o da 4 bin 500 veya 5 bin lira civarında.

        İki metre kadar boy atmış mavi ladinin fiyatı ise 3-4 bin lira…

        Merak ettim tanesi 26 bin liraya olan bir ağaç ne meyvesi nasıl bir şifa verir, ya da gölgesinde yatana ne fayda getirir!..

        100 BİN TOP

        Ben bunları düşünürken Yavaş, “100 adet de futbol ve basketbol topu alınmış, depoda duruyor” dediğinde bir gazeteci arkadaşımın gayrı ihtiyarı cümlesi salondakilerin kahkahasına neden olmaya yetti…

        Aktardıkları trajikomikti…

        Ama yaşamını Ankara’da sürdüren, vergisini eksiksiz ödeyen bir yurttaş olarak da gücüme gitti…

        Diğer Yazılar