Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Kuruluşundan bugüne geçen 70 yılda, NATO ilk kez çıkış arıyor.

        Yaşanan, Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra seslendirilen, “NATO’ya ne kadar ihtiyaç kaldı?” tartışmasının ötesinde bir durum.

        Hatta “NATO dağılıyor mu?” sorusunun bu denli güçlü dillendirilmesi de aslında sorunun boyutunu göstermeye yetiyor.

        Yeni durum ne 1954-55’te Almanya’nın güçlenmeye başlamasıyla yeniden silahlanmasına karşı çıkan Fransa’nın NATO’daki restine benziyor.

        Ne de Kardak krizi dönemindeki Türkiye-Yunanistan krizine…

        Hem müttefiklerin içinde bulunduğu konumu hem de en büyük tehdidin Suriye iç savaşını fırsata çevirerek engelleri aşıp Akdeniz’e inmesi yeni krize benzin döküyor.

        TEHDİDİN YAPISI DEĞİŞTİ

        Sadece Moskova’nın Suriye trampleni ile Akdeniz’e sıçraması da değil.

        Almanya başta olmak üzere Batı Avrupa’nın Moskova ile girdiği ticari ve gaz-bağımlılık ilişkisi de ittifakı sallıyor.

        NATO’nun “terör, suç örgütleri ve çevre sorunlarıyla mücadele için devletler ve devlet olmayan kuruluşlarla iş birliğini” de faaliyet içine almasıyla stratejik konseptini değiştirmesine karşın ABD’nin kendi dışındakine direniş göstermesi de meseleyi açmaza itti.

        Oysa örgütlü suçlar ve buna bağlı terörü, 1999’daki stratejik konseptinde “güvelik riski” kabul eden NATO, 2010 belgesinde “doğrudan tehdit” olarak değerlendirmeye başladı.

        KENDİNE HİÇBİR ŞEY, BAŞKASINA HER ŞEY

        ABD’nin bu konuda başkalarına hiçbir şeyi, kendine her şeyi mubah gören tutumu ise NATO’daki kilitlenmenin ana nedeni.

        Bu tutumu üye ülkeleri ister istemez bölgesel karar alma sürecine soktu.

        Örneğin İran’a nükleer yaptırım, İsrail ve Libya’ya müdahale Türkiye’nin bölgesel politikalarına uygun düşmedi; ABD’nin Suriye’de PYD ile iş birliği de tuzu biberi oldu.

        NATO’da bugün yaşanan krizi tetikleyen eski Varşova Paktı üyesi Baltık ülkeleri ile Polonya’nın Rusya’dan gelecek tehdide karşı özel savunma talepleri de bu döneme denk geldi.

        Rusya’nın Kırım işgali kaygıyı yükseltti, Norveç’in bastırması ile Estonya, Letonya, Litvanya ve Polonya için yeni güvenlik planlaması yapıldı.

        NATO’nun iki yılda bir yenilenen planları kapsamında, Rusya’nın olası müdahalesine karşı Baltık Planı yapılırken, Türkiye’nin terörist faaliyetlere ilişkin talepleri doğrultusunda da Güney Planlaması yenilendi.

        Türkiye’nin talebi doğrultusunda PYD/YPG de PKK ile “güvenlik tehdidi” kapsamına alındı.

        SESSİZLİK SÜRECİNDE BOZDU

        Dikkat çeken NATO Konseyi’nde bu yeni planlamanın NATO’nun 29 üyesinin diplomatik ve askeri bürokratları tarafından oy birliği ile kabul edilmiş olması.

        Planlar her NATO kararında olduğu gibi “sessizlik sürecine” sokuldu ve başkentlerin kararı beklendi; ilk ret sesi Washington’dan yükseldi.

        Bürokratları onay vermesine karşın, “sessizlik sürecinde” durum değerlendirmesi yapıp, planı onaylamama kararı aldı.

        Çünkü onaylaması halinde NATO güvenlik planı gereği, “Onların 11 bin kaybına karşın, biz sadece 6 kayıpla Suriye sahasında önemli kazanım elde ettik” dediği PYD/YPG ile ilişkisini kesip, düşman algılamasına sokması gerekiyordu.

        MACRON’UN FIRSATÇILIĞI

        Yaşanan krize Britanya’nın Brexit kararıyla hem BM Güvenlik Konseyi’ndeki tek temsilcisi, hem de Avrupa’nın tek nükleer güce sahip ülkesi haline gelmek isteyen Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un tutumu eklendi.

        Macron, “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşmiştir” diyerek AB ordusunu kurmanın peşine düştü.

        Macron’un, Almanya’yı askeri harcamalara yönelterek gücünü azaltma çabasına, ABD de katıldı.

        Almanya’nın NATO’daki yükümlülüklerini yerine getirerek, eksik kalan askeri alımlarını tamamlaması çağrısında bulundu.

        Her ikisine Almanya Şansölyesi Merkel’in tepkisi gecikmedi...

        Aslında bu Rusya’dan daha çok doğalgaz alıyor olması dolayısıyla Almanya ile sorun yaşayan ABD Başkanı Trump’ın, “Bizden de silah al…” baskısına direnişten başka bir şey değildi.

        Gerilim iki hafta önce Brüksel’de yapılan NATO Dışişleri bakanları toplantısına da yansıdı, ama çözüm bulunamayınca Türkiye de kendi taktiğini masaya sürdü, Baltık Planını veto etti.

        Sorun Londra’da bugün gerçekleşecek NATO liderler zirvesine bırakıldı.

        YA PYD/YPG YA DA BALTIK

        Buradaki taktik, ABD ve Fransa’nın çektiği grubun Akkuyu Nükleer Santrali’nin ardından S-400 alımı, savaş uçaklarıyla ilgilenmesi ve Suriye sahasında Rusya ile iş birliğine girişmesini gerekçe gösterip Türkiye’ye baskı kurma çabası.

        Hatta NATO’da oy birliği ile karar alma zorunluluğu olmasa NATO üyeliğine anında son verecek.

        Bunu gören Ankara şantaj yapmadığını belirtti ve “NATO, Türkiye’nin siyasi ve askeri olarak, tam veto yetkisine sahip olduğu bir kurumdur” hatırlatmasında bulundu.

        Anlaşılan o ki daha Astana kapsamında Türkiye, Almanya, İngiltere ve Fransa’nın katılımıyla oluşturulan dörtlü zirvede sorunun çözümü masaya yatırılacak.

        Şunu belirteyim, eğer ki, PYD/YPG ve PKK’nın tehdit gösterildiği güney planı kabul edilmezse Türkiye vetosunda direnmekte kararlı.

        ABD’YE KIZIP, BALTIĞI KÜSTÜRMEK

        Konuyla ilgili etkili isim bu durumda her iki planın da uygulamadan çıkacağını belirtip ekledi:

        “Bizi şantajla suçlayanlar, AB’deki tüm oylamalarda tek başına koyduğu vetolarla Türkiye’yi engelleyen Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin yıllardır sürdürdüğü davranışına baksın…”

        Burada dikkat çeken ise Ankara’nın Washington’un tutumuna karşılık Baltık’taki 4 başkenti karşısına alma durumu.

        “Haklı iken, blokaj ile haksız duruma gelmesinden” kaygı duyuluyor.

        Ayrıca unutulmamalı ki NATO bu tür durumlarda, iç işleyişini çalıştırmadan, farklı yöntemlerle yol aldığı da biliyor.

        RUSYA: BENİMLE OLAN KAZANIR

        Hele ki Rusya’nın Suriye sahasında Esad yönetimi için “Benimle olana sahip çıkarım, yalnız bırakmam, yıkılmasına müsaade etmem” mesajını verdiği bir sırada NATO kendi iç sorununu çözemiyor.

        Yıllardır güney cephesinde kendisine bir zarar gelmemesi için sağlam görev yapan, Afganistan ve eski Yugoslavya’da ise en büyük katkı veren Türkiye’yi, PYD’ye tercih eder duruma geliyor.

        NATO işin içinden çıkmak için Avrupa’da yöntem ararken, yükselen, “Washington’un yaptığını yapalım, sorun olanın önüne daha büyük sorun çıkaralım…” sesleri arasında çözümünü arıyor.

        Sadece NATO şemsiyesi değil, ikinci büyük gücü Türkiye ile müttefiklerinin ilişkisi de çatırdıyor.

        Rusya ise Akdeniz sahiline uzanmış olmanın keyfini sürüyor...

        Diğer Yazılar