"Mesut Bey…"
MASANIN ortalarında bir yerde genç, gözlüklü biri oturuyordu.
Soğuk bir duruşu vardı, etrafı gözlemliyor, zaman zaman ileri geri hareketlerle çevresini kontrol altında tutuyordu.
Masanın çevresindeki isimlerin çoğu geçmişte siyaset yapmış veya bürokrasinin üst yönetiminde bulunup gelen isimlerdi.
Partinin kurucular kurulu üyesi olarak masanın orta yerinde oturan genç kişi dikkatimizi çekmişti.
Anavatan Partisi’nin ilk kuruluşunda Kennedy Caddesi’nde yer alan binanın ikinci katındaki görüntü böyleydi.
Bir süre sonra merhum Turgut Özal içeri girdi ve masanın çevresindeki isimleri tanıtmaya başladı.
Mesut Yılmaz ile ben ve diğer gazeteci arkadaşlarımın ilk tanışması o gün oldu yıllar boyu da devam etti.
SON TELEFON KONUŞMASI
Mesafeli, ölçülü ve bir o denli de samimi gazeteci-politikacı ilişkisini bir gün olsun bozmadı.
Bizleri kimi zaman eleştirdi, kimi zaman en sert kavgaları verdi ancak hep adil oldu.
Ertesi gün de her şeyi unuttu; sanki o gün tekrar başlamış gibi yoluna devam etti.
Son olarak 1,5 ay kadar önce telefonda konuştuk.
Sağlığından söz etti.
Akciğerindeki kanserin yeniden nüksettiğinden söz etti.
Bilirdik ki telefonda konuşurken bir anda sessiz kalıyor, o konuda canını sıkan bir durum vardır.
Konuşmamız uzun araların verilip, tekrar konuşmaya döndüğümüz diyalogla sürdü; üzerinde durduğu Türkiye’nin batı ile olan ilişkilerindeki gidişatta gördüğü sorunlardı.
Çok da hoşuna gitmeyen gelişmelerin yaşandığına dikkat çekti.
Türkiye’nin batı ile olan bağının kopmasının yaratacağı olumsuzluklara işaret etti.
Başbakanlığı dönemindeki tutumundan hiçbir eksikliği yoktu.
Her zamanki gibi yine bazı makaleler ve kitaplar önerdi; bakmamda yarar gördüğünü belirtti.
Ne zaman yurt dışı geziye çıksa, bizden bir iki kişiyi de yanına alır, gittiği kentin en büyük kitapçısı neresi ise oraya götürürdü.
Onlarca kitap alır, yeni çıkan ve ilgisini çeken varsa bizlerin de almasını sağlardı.
Ben bunları hafızamda canlandırırken, ANAP’ı o dönem takip ettiğimiz gazeteci arkadaşlarımdan bazılarını sordu…
İstanbul’a gitmem durumunda kendisine uğramadan ayrılmamam gerektiğini de sıkı sıkıya tembihledi.
SİYASİ SİGORTAYDI
Bir hafta geçti geçmedi, hastaneye kaldırıldığı haberini aldım.
Aradım canı yine sıkkındı.
Kanserin metastaz yapıp beyin köküne sıçradığından söz etti, doktorların ilgilendiğini belirtti.
Sonrasında da ağırlaştı ve bir daha da görüşemedik.
Kendisini tanıdığın 37 yıl süresince Mesut Yılmaz’ı tek kelime ile tanımlamam gerekirse bu ülkenin siyasi sigortalarından biriydi.
Milliydi, ülkesine sıkı sıkıya bağlı, geleceği için her türlü ödünü vermeye hazır bir siyasetçiydi.
Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği konusunda Almanya Başbakanı Helmut Kohl ile nasıl dişe diş kavga ettiğine bir gazeteci olarak tanıktım.
Gürcistan gezisi sırasında 28 Şubat süreci ile tekrar yükselen askeri vesayetin siyaset üzerinde nasıl yük olduğunu sessiz sinema ile anlattığında da yanındaydım.
HER ŞEY TÜRKİYE İÇİN
Örtülü Ödenek skandalına ilişkin belgenin doğruluğunu sorgulamak için yanına gittiğimde Başbakan görevini daha yeni üstlenmişti.
Yayınlanması halinde kurduğu koalisyon hükümetinin yıkılacağını da biliyordu.
Gösterdiği tepkiyi bugün dahi unutmam:
“Bunu yayınlarsan koalisyon hükümetimiz son bulur, ben de Başbakanlıktan olurum. Sen gazetecisin. Nereden bulduğunu soramam, yayınlama deme hakkına da sahip değilim. Ama yayınlarsan bilesin ki suçtur, yargılanırsın… Bak ben de seni kurtaramam ona göre…”
Bu tutumu da zaten Mesut Yılmaz’ı tanımlamak için yeterliydi.
Yayınlama demedi, ama yayınlarsam oluşacak tehlikeyi kendi hükümeti değil, benim açımdan ele aldı.
O denli soğuk görünen kimliğin altında oldukça sıcak ve bir o denli de samimi ve dost bir kişilik vardı.
ÜLKE, İNSAN, DOĞA, HAYVAN SEVERDİ
O nedenle herkes için, “Sayın Başbakan” veya “Yılmaz” değil, “Mesut Bey…” oldu…
Ülke severdi, insan severdi, hayvan, doğaseverdi…
Başbakanlığı döneminde Nenehatun Caddesi’ndeki konutta oğlu Hasan Yılmaz’ın baktığı Danua cinsi Daisy isimli benekli köpeği de bunun en güzel örneğiydi.
Son görüşmemiz sonrası telefonu “görüşmek üzere” diye kapatmıştık, görüşemeden ayrıldı.
Hak yolu açık, ruhu revan, devri devran olsun…
İyi insandı…