İSTANBUL Sözleşmesi’nden çekilme kararının alınmasından bugüne geçen üç gündür AK Parti çevreleriyle konuşuyorum.
İster, arkadaşım Serap Belet ile sunduğumuz Olaylar ve Görüşler program konuklarımızın kamuoyu önünde söylediklerine bakın, isterseniz sonrasındaki telefon konuşmalarıma atıf yapayım.
Sözleşme’den çekilme gerekçesini hiçbiri tam bir zemine oturtamıyor.
Nitekim AK Parti’nin etkin ismi Genel Başkan Yardımcısı sosyolog Prof. Dr. Yasin Aktay, her zamanki realist tutumunu sergiledi ve Sözleşme’de bir aykırılık olmadığının ama toplumsal algı nedeniyle bu noktaya gelindiğinin altını çizdi.
Şurası açık ki İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmeyi savunan çok az sayıdaki AK Parti kadın milletvekili dışında, savunana da rastlamadım.
Cumhurbaşkanlığı’ndaki görüş de aynen kabul edildiği gibi, TBMM’den bir “uygulama kanunu” ile sözleşmeden çekilme sürecinin tamamlanacağı yönünde.
Bunun ötesinde de düşünülemez; çünkü hukukta “usulde paralellik” gereği bir kanun nasıl yapıldıysa aynı yoldan kaldırılır.
Sürecin nasıl gelişeceğini bekleyip görmek gerekir…
Peki, 2011’de TBMM’de kabul edilen, 2014’te uygulamaya konulan İstanbul Sözleşmesi’nde toplumun genel ahlak ve ananelerine ters gelen durumların olduğu 10 yıl sonra mı fark edildi?
Aslında 10 yıl geriye gittiğimizde TBMM tutanakları da bize Sözleşme’yi AK Parti’nin ne denli güçlü kabul ettiğini sergiliyor.
Sadece AK Parti değil, TBMM’de o dönem bulunan partilerin tamamı Sözleşme’nin lehine konuşmuş, hatta bazıları daha ileri hükümler içermesi gerektiğine vurgu yapmış.
Hatta bir MHP'li, o dönem Grup Başkanvekili olan Mehmet Şandır aracılığıyla kadına şiddetin araştırılması için bir Komisyon kurulmasını da önermiş.
Diğer partiler de bu öneriyi desteklemiş, AK Parti ise reddetmemiş, sürece bırakmış.
Sonuçta Genel Kurul oylamasında aşağıdaki linkte de görüleceği gibi, çekimser kalan bir milletvekili dışında salonda bulunan 246 milletvekilinin tamamı kabul oyu kullanmış.
(https://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/tutanak_g_sd.birlesim_baslangic?P4=21045&P5=B&page1=85&page2=85) ATALAY’IN ÇEKİMSER OY GEREKÇESİ
Çekimser kalan ise aynı 10 yıl önce olduğu gibi, bu dönem de Ardahan’dan seçilip gelen AK Parti Milletvekili Orhan Atalay…
Anımsanırsa Atalay 24 Kasım 2011’de İstanbul Sözleşmesi’nin onaylandığı oturumun ertesi günü yaptığı açıklamada, çekimser oy kullanmasının gerekçesini TBMM’de yeni olduğu için yanlış tuşa basmış olmaya bağlamış ve “Acemilikten oldu…” demişti.
Tutanakta çekimser oyunu da “kabul” düzeltmesi yoluna giderek, 246 oyu 247’ye çevirmişti.
AK Parti Ardahan Milletvekili Orhan Atalay’ı dün arayıp o gün oylamada ve sonrasında evde yaşadıklarına yönelik şu soruyu yönelttim:
“Çekimser oyu verip akşam eve gittiğinizde eşiniz Nevin Hanım ne tepki vermişti?”
Samimiyetle o gün yaşadıklarını anlattı, milletvekilliğinin ilk dönemi olduğunu anımsatıp Sözleşme ile ilgili olarak düşüncelerini dile getirdi:
“O gün de bugün de Sözleşme’nin %95’inin altına imza koyarım. Feminist bir duruşu var Sözleşme’nin, beni o gün tercüme dili ile bu duruşu rahatsız etmişti. Ama daha çok tercümeden kaynaklanan didaktik dilinden hoşlanmamıştım.”
EŞİM GEREKÇEMİ SORDU
Sözleşme’nin, bundan dolayı çekimser kullandığını belirtti, ardından çevreden gelen telkinler sonucu oyunu değiştirdiğini de anımsattı.
Atalay, ardından sözü oylamadan sonra eve gittiğinde karşılaştığı duruma getirdi:
“Eşim eve gidince neden çekimser verdiğimi sordu. Ben de kendisine size de söylediğim düşüncemi açıkladım. Dilinden hoşlanmadığımı, tercüme diliyle didaktik bulduğumu söyledim. O da baktı ve bana hak verdi…”
O gün de bugün de kadına şiddetin sadece yasa ve Sözleşme ile değil, toplumsal gerçeklerin de göz önünde tutularak çözülmesi gerektiğine ilişkin görüşünü koruduğunu belirtti.
SORUN SÖZLEŞMEDE DEĞİL YAZIM DİLİNDE
“Sözleşme’ye umut bağlamış bir tutum sergiliyoruz, bu yanlış” deyip ekledi:
“Son 10 yıldır Sözleşme yürürlükte, ne geldiği için kadına şiddet kalktı, ne de çekilme kararı ile artacak. Bu Sözleşme’nin olmadığı ülkelere bakın, bir de olanlar ile karşılaştırın. Katılmayan bazı ülkelerde düşmüş, katılanların bazılarında da artmış. Mesele Sözleşme veya kanun değil, sosyal boyutunu ele alıp çözmekten geçiyor.”
Bunun üzerine Orhan Atalay’a şu iki soruyu yönelttim:
“Bugün olsa yine çekimser kalır mıydınız? Sözleşmeden çekilme kararına sizin ve eşinizin tepkisi ne oldu?”
Samimi tutumunu sürdürdü.
“Benim de Nevin Hanımın da bakışımız aynı, kaldırılması yerine tercüme dili düzeltilip, muhafazakar kesimde oluşan yanlış algı ortadan kaldırılabilirdi…”
İRAN ŞAHI ÜZERİNDEN
Buna ilişkin sınır komşusu olan İran’da anlatılan bir hikayeden de örnek verdi:
“Dönemin İran Şahı, rüyasında dişlerinin tamamen avucunun içine döküldüğünü görmüş. Tabirciyi çağırıp ne anlama geldiğini sormuş. Tabirci, rüyayı ‘bütün yakınlarınızın acısını yaşayacaksınız’ diye yorumlamış. Şah çok kızmış ve kellesini aldırmış, bir başka tabircinin gelmesini istemiş. O da ‘ömrünüz o kadar uzun olacak ki, yakınınızdaki herkesin ölümünü göreceksiniz’ demiş. Onu da ödüllendirmiş…”
Sözleşme’nin tercüme dilinden kaynaklı sorunun kaldırılması gerektiğini bir daha kayda geçirirken, o bildik atasözünü anımsattı:
“Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı…”
Dikkat çeken ise İstanbul Sözleşmesi’ni o gün de bu gün de AK Parti çevrelerinden bazı milletvekillerinin uluslararası sözleşme kavramından çıkarıp, sanki sadece Türkiye’yi ilgilendiren bir Sözleşme gibi okuması…
Bunun uluslararası bir sözleşme olduğunu görmezden gelen bir tutum takınılması.
Bir de Sözleşme’nin yerine Ankara başta olmak üzere başka kent isimleriyle Yerli Sözleşme getireceklerine ilişkin yaklaşımlar da gösteriyor ki söyleyenlerin de içine sinmemiş.
Umarım bir çıkış yolu bulunur…