Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        ANAYASA Mahkemesi özünde var olan genetiği bozmadığını dün bir daha sergiledi…

        Şunu baştan belirteyim ki HDP konusunda aldığı iki karar ülke geleceği açısından da çok önemliydi.

        Baştan belirteyim, siyasi etkisiyle, getireceği politik sonuçlarıyla, seçim sonrasına kararın kalıp kalmayacağıyla ilgili değilim…

        Eminim ki Anayasa Mahkemesi’nde 15 üyenin 8’i de bütün bunlardan arınmış olarak hukuk ve ülkeyi ilke edinip imza koydu…

        Aynen geçmişte de yaşandığı gibi…

        Bunu Enis Berberoğlu kararında da gördük, insan hakları ihlallerine karşı aldığı kararlarda da yüreğimize kadar hissettik…

        Bazı kararları da hepimize, “hukuk karşısında hak ettiler” dedirten bir toplumsal sonuç çıkardı…

        HDP’nin kapatılmasına ilişkin dünkü karar da benzer bir sonuç üretecek…

        Aslında bu karar HDP’yi iki açıdan rahatlattı; hatta belki de görünmez olanı, görünür olandan çok daha etkili ve önemliydi.

        O da HDP içinde, başka bir baskın erk olmaya çalışan, hatta seçmeninin iradesinin üzerinde bir irade koyan, şiddet özleyen yapının sesini kıstı…

        Onları tepkisel davranışları için aradıkları zemin beklentisinden mahrum bıraktı…

        Sesi yüksek çıkanı borazan susturucu gibi dilsiz bıraktı.

        Tam da seçim dönemine girilirken ister istemez doğasında var olan politik gerilimi aşağı çekti, herkesin ihtiyacı olan huzura işaret etti.

        HDP’ye oy veren Kürt seçmen açısından da önemli bir getiri sağladı…

        Devletin herhangi bir organının kendileri için olumlu düşünceye sahip olmadığı algısını yerle yeksan eyledi; ötekileştiren, ayrıştıran etkisini tüketti…

        Özetle hem ülkeyi hem de siyaseti rahatlattı…

        Anayasa Mahkemesi bunu yaparken, Hazine yardımı blokajını kaldırdığı ikinci kararıyla da kendisine yönelebilecek önemli bir eleştiriyi savuşturdu; sandık yarışında bir parti için siyasal eşitsizliği yaratan kurum olmaktan çıkardı.

        Beğenirsiniz beğenmezsiniz, eleştirebilirsiniz…

        Ancak alınan karar ülke hayrına oldu…

        İki başkan için temşiyet tasarrufu…  

        İki başkan için temşiyet tasarrufu…  
        0:00 / 0:00

        GÜNLERDİR seçimin kazanılması sonrası İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediye başkanlarının Cumhurbaşkanı Yardımcısı olup olamayacakları tartışılıyor.

        Anayasa hukukçularından bazıları Anayasa’nın 127’nci maddesinde yer alan merkezi idarenin, mahalli idare üzerinde, “kanunda belirtilen esas ve usuller dairesinde idari vesayet yetkisine sahip olduğu” hükmünü anımsatıyor.

        Özetle denetlenecek bir yerin başında olan kişi, denetleyecek makama gelemez ilkesini anımsatıyor…

        Karşı çıkanlar da Belediye yasalarında bir engellin bulunmadığını, Anayasa’nın bu hükmünün de Cumhurbaşkanı Yardımcılığı görevini bağlamayacağını anımsatıyor.

        Hatta merkezi idarenin yerel seçimler biter bitmez, bazı belediyelere vali ve kaymakamları kayyum atadıklarını, 4 yıldır da görev yapmayı sürdürdüklerini anımsatıyor.

        “O vesayet yaratmıyorsa, bu hiç yaratmaz” yaklaşımında bulunuyor.

        Bu tartışma görünen o ki daha devam edecek…

        Peki, Cumhurbaşkanı atama yaparsa ne olur?

        Kim çıkıp da “sen bu atamayı yapamazsın” diyebilir?

        Tartışmalar devam ederken üniversite yıllarımdaki İdare Hukuku dersinde öğrendiklerim aklıma geldi…

        İdare hukukunun önemli ismi, 1961 Anayasasını hazırlayan ekibin içinde yer alan Prof. Dr. Mehmet Rağıp Sarıca’nın kitaplarına atıf yapılan bölümleri anımsadım…

        “Temşiyet Tasarrufu…” diye bizlere öğretildi; sanırım yeni dönemde “İdare hukukunda fedakarlığın denkleştirilmesi ilkesi” olarak gösteriliyor.

        Nedir bu derseniz…

        Aslında bu iktidar döneminde idare hukuku açısından çokça kullanılan bir tasarruf…

        İdarenin, özel hukuk kişisi gibi hareket ederek, yani kamu gücünü kullanmadan yaptığı kiralama, satın alma gibi tasarruflar diye özetlenebilir…

        Bir kurumun, herhangi bir ihale yapmadan bir işi, dilediği kişiye istediği bedelden vermesi gibi…

        Veya diğer kurumların egemenlik yetkilerini veya kamu gücünü kullanmadan, herhangi bir tüzel kişi sıfatıyla genel hukuk kuralları içinde işlem yapması diye de tanımlanabilir…

        Bu tasarruftan dolayı kimse de dönüp kendisine neden yaptığını soramaz, sorgulamaz…

        Bir bakanlık, kurum personelinden üst düzeyine nasıl özel sektör gibi ihaleye çıkmadan, DMO’yu devreye sokmadan, dilediği vasıfta Audi otomobil kiralayabiliyor ve kimse de hesap soramıyorsa…

        Sayıştay raporları dahi TBMM’de bir önem arz etmiyorsa, “temşiyet tasarrufu” belediye başkanları için de işler…

        Başta da belirttiğim gibi Cumhurbaşkanı bunu yaptığında da kimse dönüp, “sen nasıl bakan atayabilirsin” diyemez…

        Çünkü mevcut sistemde Cumhurbaşkanı tam yetkilidir ve hukuk karşısında da sorumsuzdur…

        Ayrıca Cumhurbaşkanı’nın görevlendirdiği bir belediye başkanı da dönüp “gelmiyorum” deme hakkına sahip olamaz…

        Gitmediği takdirde de siyasi olarak görevini bırakmak zorunda bırakılır…

        LİDERLERİN DURUMU

        Gelelim işin bir başka yönüne…

        Liderler Cumhurbaşkanı Yardımcısı olacağı için milletvekili olamayacaklar…

        Çünkü Anayasa gereği, bakanlık görevini üstlenenlerin istifa etmeleri gerektiği Anayasa’da çok açık yazıyor.

        Ancak geçmiş deneyimler de gösterdi ki parti grubunun başında lider Genel Kurul salonunda olmadığında işler istenildiği gibi gitmiyor; o partinin milletvekilleri, lideri başında olan parti gibi birlik içinde kalamıyor.

        Disiplin bozuluyor.

        Seçimde de milletvekili olmayan bir lidere seçmen teveccühü düşüyor.

        Gücü eline alacak olana, yani seçim sonucundan edinimle çıkacak olana seçmen yöneliyor…

        Liderinin seçime girdiği ilde de partisinin oy oranı artıyor…

        Bu durum geçmişte Altılı Masa’da çok tartışıldı, sonunda bir noktaya varıldı.

        Ancak 10 Nisan’da milletvekili listeleri YSK’ya teslim edilene kadar liderlerin bunu tekrar gözden geçirmeleri kaçınılmaz gibi duruyor.

        ArtAnkara'nın buluşturduğu…  

        ArtAnkara'nın buluşturduğu…  
        0:00 / 0:00

        “BUGÜN sanatın görevi kaosu düzene getirmektir…

        Ankara’da tam da Theodor Adorno’nun on yıllar önce söylediği bu sözü doğrulayan bir sanat etkinliği başladı.

        Sanata yüklenen anlamdaki gibi, hakikat olma yalanından kurtarılmış sihir yaşanıyor.

        Aslında sanatın yıkıcı gücünün yarattığı bir ödüne tanıklık ediliyor.

        Sözünü ettiğim, hafta sonuna kadar sürecek olan ArtAnkara 9. Uluslararası Sanat Fuarı…

        Bu yıl yarısına yakını yabancı olan 1500 sanatçı, 7 bini aşkın eserini sergiliyor.

        İlk adımını attığında bu denli büyüyeceği hiç birimizin aklından geçmezdi; ancak başarıldı…

        Ankara’nın yıllar önceki sanatla dolu kimliğine dönüş sağlandı; hem de son üç yılı pandeminin pençesinde geçmiş olmasına rağmen...

        Bu yılki Fuarı diğerlerinden ayıran özellik ise Rusya ve Ukrayna arasında süren savaşın yarattığı kaosun, tam da Adorno’nun söyleminde olduğu gibi düzene sokulup, iki tarafı aynı salonda buluşturması.

        Önceki gün açılış etkinliğinde önce Ukrayna Büyükelçisini gördüm, heyecanla sanatçılarının olduğu koridoru işaret edip, “Muhakkak gör; çok iyi eserler var…” dedi.

        Savaş, yaşanan gerilim her şeyi unutturmuş, savaşın içinden çıkıp gelen ülkesinin ressamlarının eserlerine kendini kaptırmıştı.

        Kısa içinde farklı koridorlarda Avrupa ülkelerinden çok sayıda büyükelçi gördüm, bir sanatsever gibi çıkıp gelmiş, sanatla buluşmanın keyfini sürüyordu.

        Hemen önlerinde de aynı keyfi yaşayan Rusya Büyükelçisi vardı.

        Kısa süre sonra da Rusya’dan gelen sanatçıların müzik dinletisinin keyfi hep birlikte sürüldü…

        Boşuna dememişler “sanat birleştirir…”

        İşte ondan dolayıdır ki Tamer Levent hocanın da ödül töreninde salonda bulunan herkesi ayağa kaldırıp söylettiği gibi…

        Sanata Evet…

        Gidip görün, gezin inanın bu sıkıntılı dönemde sizlere de çok iyi gelecek…

        Sanatın gücünün ne denli yüksek olduğunu hücrelerinize kadar hissedeceksiniz…

        Diğer Yazılar