Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Tarihi boyunca savaşlara, işgallere, yıkımlara, parçalanmalara ve çeşit çeşit dertlere maruz kalan Ukrayna şimdi yeni bir felâkete, Rus işgaline uğradı...

TV’lerde haftalardır ahkâm kesen ekran gevezelerine göre Rusya ile Ukrayna arasındaki anlaşmazlıklar silâhlı çatışmaya kadar uzanmayacaktı, mesele bir-iki tavizle ve diplomatik yollarla halledilecekti ama tahminlerinin ve söylediklerinin tam tersi çıktı, Ruslar birkaç koldan Ukrayna’ya girdiler...

Neticenin böyle olacağı zaten işin tâ başından itibaren belli idi: Her iki ülkenin geçmişini bilenler Rusya’nın Ukrayna’yı öyle kolayca Batı’nın kucağına atmayacağının, NATO yahut Batı bloğunun diğer kurumları ile cilveleşmesine müsaade etmeyeceğinin farkında idiler ve anlaşmazlığa geleneksel yöntem ile, yani güç kullanarak son vereceği ânın gelmesini bekliyorlardı.

İki ülke düşünün: Dilleri birbirine çok yakın olsun, halkın ekseriyeti aynı dine mensup bulunsun ve daha da önemlisi aynı kökten gelsinler...

Ukrayna ile Rusya’nın vaziyeti böyledir. Her ikisi de bazı telâffuz farkları ile aynı Slav dilini konuşurlar, Ukraynalıların çoğunluğu Ruslar gibi Ortodokstur, Rusya’nın ilk kurulduğu yer de Ukrayna’dır ama asırlar boyunca yaşananlar ortaya aslında birbirine çok yakın fakat ayrı olduğu iddia edilen ulusal kimlikler çıkartmıştır.

Gerilimin işgal ile neticelenmesine kadar uzanan gelişmeler aslında Batı’nn, özellikle de Amerika’nın Rusya’yı stratejik bakımdan sıkıştırabilmek maksadı ile 2000’lerin başında Ukrayna’yı kendi bloğuna dahil etme çabaları ile başladı. Vaad üstüne vaadlerde bulundular fakat hiçbir vaadlerini tam olarak yerine getirmediler, “Sizi NATO’ya alacağız” dediler ama bir türlü almadılar, yani sadece ümit verdiler, daha doğrusu gaza getirdiler, hattâ dinî müesseselere kadar müdahalede bulunup işi asırlardır Moskova’ya bağlı olan Ukrayna Kilisesi’ni Fener Patrikhanesi’ne bağlamaya kadar götürdüler...

Ama, Amerika ile müttefiklerinin hemen yanıbaşında böyle at koşturmasına Rusya’nın müsaade etmeyeceği nedense hatırlara gelmedi, sıkıştırmaya çalıştıkları gücün arazi bakımından nasıl bir dev olduğunu görebilmek için haritaya şöyle bir bakmak bile kâfi iken bu zahmete bile katlanmadılar; seneler “yapacağız”, “edeceğiz” gibisinden “cek-cak”lar ile geçti ve bütün bunların ardından da Rus işgali geldi...

Şimdi olan tarih boyunca zaten binbir çeşit çile çeken bîçare Ukraynalılar’a oluyor, kan ve gözyaşı içerisinde yeni çileler ve dertler ile boğuşuyorlar...

AYNI MİLLET, FARKLI TELÂFFUZ

İki ülke arasında Rus işgaline kadar uzanan gerilimi daha iyi anlayabilmek için kendi tarihimizi, Yavuz Sultan Selim ile Şah İsmail’in mücadelesini ve 1514’teki Çaldıran Savaşı’nı hatırlayın...

Her iki hükümdar ve teb’aları aynı milletin mensubu, yani Türk idiler; aralarında ufak lehçe farkları olan aynı dili konuşuyorlardı, hattâYavuz Selim şiirde Farsça’yı tercih ederken Şah İsmail “Şâhın bahçesinde men garip bülbül / Efkârım artmakta hâlim pek müşkül / Koparmadım asla kokladım bir gül / Kâfir oldum ise imana geldim” misâli nefis Türkçe şiirler söylüyordu.

Bugün elimizde bulunan “Hatayî” mahlâsı ile yazılmış şiirler hakikaten Şah İsmail’e ait ise, Safevî Devleti’nin kurucusu olan bu hükümdar, aynı zamanda Türk Edebiyatı’nın da zirve isimlerinden biri demektir...

Ama hem mezhep hem de dış politikadaki farklılıklar, meselâ Şah İsmail’in Memlükler, Dülkadirliler ve hattâ Hristiyan dünyası ile ittifak arayışları Osmanlılar ile Şah İsmail’in Safevî Devleti’ni can düşmanı yaptı; neticede aynı milletin mensubu olan ve aynı dili konuşan iki devletin orduları 1514’de Çaldıran’da karşı karşıya geldiler ve Yavuz Selim’in askerleri Şah İsmail’in başkenti Tebriz’e kadar ilerledi...

Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ile bugün Türkiye ile Azerbaycan’ın Allah göstermesin, bir savaşa tutuşmaları arasında pek fark yoktur! Her ikisi de Slav dili olan Rusça ile Ukraynaca arasındaki fark, bazı kelimelerin başka olmasına rağmen her ikisi de Oğuzca’ya dayanan İstanbul Türkçesi ile Azerbaycan dilinin farklılıklarını andırır; yani bizdeki “Ben seni çok seviyorum” ifadesinin Azerbaycan Türkçesi’nde “Men seni çoh sevirem” şeklini alması gibidir...

ÇUVALLAYAN ÇUVALLAYANA...

Meselenin bir başka taraf daha var:

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı üç kesimi perişan etti: Öncelikle tabii ki işgale uğrayan Ukrayna’yı; sonra çok güçlü, özgürlükler ile demokrasilerin bekçisi ve koruyucusu olduğu zannedilen NATO’yu ve nihayet haftalardan buyana hemen her akşam Ukrayna krizinin ne şekilde seyredeceği konusunda TV’lerde saatler boyunca ahkâm kesen ekran gevezelerini...

Ukrayna’nın uğradığı dertleri anlatmama lüzum yok, ekranlarda zaten görüyoruz...

NATO ile isimlerinin başında “Kuzey Anlantik bilmemnesi” ibâreleri bulunan Batı’nın diğer bütün tantanalı savunma kurumları inanılmaz bir acz içerisindeler, “Ba’de harabü’l-Basra”, yani “Basra harap olduktan sonra...” falanca ülkeye 20 uçak, filânca yere de 200 asker göndermek gibisinden işe yaramayacak çarelerden medet umuyorlar. Putin’e karşı güya ekonomik ve malî yaptırımlar getiriliyor ama Rusya’nın SWIFT’ten çıkartılmasından, yani bir memleketin ekonomisine indirilebilecek en güçlü darbe ihtimalinden henüz ses-sada yok, hayatı ve sanayii Rus doğal gazına bağlı olan Almanya da nerede ise tıssss!

Bünyeyi saran kanseri aspirinle tedaviye çalışan acemi doktor misâli böylesine lime lime dökülen bir ittifakın karşısında artık kim tutar Putin’i?

İsimleri ile beraber “stratejist”, “savunma uzmanı”, “uluslararası ilişkiler bilmemnesi” yahut “halkla ilişkiler feşmekânı” cinsinden havalı unvanlar kullanan profesyonel ekran gevezelerinin tahminleri de işgalin ardından yerlere serilmiş vaziyette! Ama aynı zevât her akşam yine huzurlarınızda ahkâm kesmeye devam ediyor ve hiçbiri “Galiba biryerlerde hatâ yaptık” deme faziletini göstermeye tenezzül etmiyor!

1956’YI VE 1968’İ UNUTMAYALIM!

Rus işgali sonrasında beni en fazla düşündüren gelişme ise, Ukrayna’nın sivillere silâh dağıtması oldu...

İşgale uğrayan bir memleketin halkı saldırıyı defedebilmek için her türlü çabayı tabii ki gösterecektir ama silâhlı direnişlere sivillerin de katılmaları hâlinde, silâhları kullanacak olanların ciddî şekilde eğitilmeleri şarttır.

Zira, karşılarında genç-yaşlı, kadın-erkek farkı gözetmeden buldozer gibi ilerlemesiyle bilinen Rus ordusu vardır ve bu ordunun 1956’daki Macar İhtilâli ile 1968’deki Çekoslovakya olaylarını bastırabilmek için sivilleri bile gözünü kırpmadan biçmiş olması hâlâ hatırlardadır.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar