Kendimize vereceğimiz akıl
Üzerine yeterince konuşamadığımız Tahran Zirvesi’ne dönmek istiyorum bugün.
Geçtiğimiz haftaki zirvenin çerçevesi, Astana formatını hayli aşan boyutlar taşıyordu.
Türkiye açısından, özellikle Suriye’nin kuzeyindeki terör tehdidine odaklanan bir gündemi vardı. Bu kuşkusuz doğru bir yaklaşım. Ancak gerek zirvenin dokunduğu alanlar, gerekse Rusya-İran ekseninde ortaya çıkan yeni tablo daha fazlasını söylüyor bize.
Ukrayna’nın işgalinden kısa süre önce Rusya ve Çin kelimenin tam anlamıyla bir meydan okumada bulundu. İlan edilen stratejik ittifak, bugüne kadar ortaya konulan başlıkların ötesine geçen bir genişlik ve derinlik taşıyordu.
İşgal başladı, Rusya önce hedeflediği alanlardan geri çekilmek zorunda kaldı. Ardından özerkliğini tanıdığı bölgeler, Kırım ve Azak Denizi üzerinden durumu lehine çevirdi.
Batı ittifakının sırtında yumurta küfesi bulunmayan iki kafadarı ABD ve İngiltere öncülüğünde ilan edilen yaptırımların özellikle Avrupa’nın büyük aktörlerini ne hale getirdiği ortada.
Ancak yaptırımların Rusya’yı, en azından şimdilik daha da zenginleştiren sonuçlar üretmesi, büyük müttefiki Çin açısından aynı düzeyde mutluluk kaynağı değil.
Tayvan krizini ısrarla kaşıyan ABD’ye verdiği sert tepkiye rağmen Çin, muazzam bir nüfusu beslemek zorunda olduğu gerçeğiyle yüzleşiyor her an.
Rusya, enerji ve gıda kartlarını sahip olduğu avantajlarla sert ve acımasız yaklaşımlarla oynarken, bir yandan da kürenin diğer yarısında sahip olduğu ittifakları genişletme çabasında.
İşte burası bizi çok ama çok yakından ilgilendiriyor. Tekrar Tahran Zirvesi konuşmamın nedeni de bu.
RUSYA’NIN İTTİFAK HAMLELERİ
Moskova, bir yandan BRICS (Brezilya, Rusya, Çin, Hindistan ve Güney Afrika) beşlisine, diğer yandan Şangay İşbirliği Örgütü’ne yeni aktörler devşirme arayışında. İran’ın ŞİÖ üyelik süreci için geri sayım başladı bile.
Türkiye, özellikle ticari olarak ŞİÖ’nün kapsadığı alanı çok önemsiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın meseleye bakışının da, temelde bu büyük ticari potansiyel üzerinden olduğunu söyleyebiliriz.
Rusya, hem BRICS, hem de ŞİÖ’de Türkiye’nin olmasını istiyor. Kuşkusuz İran’a yönelik yaklaşımından daha temkinli bir hamle bu.
Biz bir türlü o gündeme odaklanamasak da, Türkiye’nin yeni dünyada nerede, nasıl ve ne kadar yer alacağı müthiş bir ilgiyle takip ediliyor. Ama şöyle bir not da düşelim. Ankara’da “devlet aklı”nı temsil eden yapıların, Türkiye’nin geleceğine dair hazırlıkları son derece ciddi ve uzun soluklu.
Putin, İran’la yakınlığının sınırlarını nereye taşıyor sorusuna bir örnek. İran ve Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin yenilenmesinde bizzat rol oynadı. "ABD Başkanı'nı Ortadoğu’ya koşturan nedir" sorusunun cevabı da burada.
Türkiye’nin Rusya’nın (elbette Çin’in de) davet ettiği alanlara ilgisinin, içinde yer aldığı NATO ittifakı üzerinden kuşkuyla karşılanması şaşırtıcı değil elbette. Ankara’nın da tüm yumurtaları bir sepete koymadan yola devam stratejisi, şaşırtıcı zenginlikler üretiyor dış politika açısından.
Rusya derken hep hatırlamakta yarar var. Ukrayna’ya silah veriyoruz, Libya’da karşı karşıyayız, Kafkaslarda onlar için davetsiz misafiriz. Suriye’de inişli çıkışlı bir ilişkimiz var. Ama buna rağmen Türkiye-Rusya ilişkileri tahıl koridoru örneğinde olduğu üzere küresel ölçekte sonuçlar alacak düzeyde yakın.
KÜRTLER ÜZERİNE HESAPLAR
ABD’nin Suriye’de Türkiye aleyhine terörü desteklemesi ise tüm bu denklemlerin en can alıcı noktası. Afganistan ve Irak’tan çekilirken, Suriye’deki siyasi ve askeri varlığını Kürtler üzerinden devam ettirmek isteyen “müttefikimiz”, gerçekten bunca yatırımını Moskova-Şam-Tahran üçgenine terk edecek mi? Hiç sanmıyorum.
Ancak Şam ve büyük ortaklarının da Kürtler üzerindeki hesapları giderek hız kazanıyor. Daha önce de yazmıştım. Avrasya bloğunun Suriye’de Türkiye lehine hareket edebileceği iddiası tam bir palavra.
Tarafların ortak noktası her ikisinin de Türkiye’nin bölgeye yönelik askeri operasyonlarına karşı olmaları.
İşte yine geldik bu düğümü kendi lehimize nasıl çözeceğimize.
Bir yanda ABD, diğer yanda Rusya ve İran. Hepsinin ortasında Türkiye ile tarihsel bağları olan Kürtler.
Meselenin terörle ilgili boyutu ortada ve kimsenin bize akıl vermesine ihtiyacımız yok. Güvenliğimizi sağlamak zorundayız.
Ancak kendimize vermemiz gereken bir akıl var ki, işte orada hala belirsizlik sürüyor.
Ama şunu yaptılar, filanla beraber oldular türünde sızlanmaları bir kenara bırakalım. Suriye Kürtleriyle bir kader planlaması yapma konusunda hala tüm aktörlerden daha avantajlıyız.
Bu kaçınılmaz kader ortaklığıyla kimse ilgilenmese bile yazmaya ve hatırlatmaya devam edeceğim.