Arya Stark'ın kopyası Damla
İki yıl önce yaptığımız röportajda tanımış, çok sevmiştim Damla’yı... Ayrılırken “Bir sonraki röportajımız şahane bir ödül sonrası olsun” dedim. Güldü, “Tamam” dedi. Ben emindim olacağından, oldu da! Hem de çok hatrı sayılır bir ödül, İtalya’nın Oscar’ını aldı. Şöyle söyleyeyim, daha önce Charlize Theron ve Renee Zellweger almış Leonardo Da Vinci’nin atını... Damla Sönmez’le Güllerin Savaşı dizisinin setinde buluştuk. Aynı enerji, samimiyet, tatlılık... Sadece bana değil setteki herkese... Benim şöyle bir durumum var. Röportaj yaptığım insanla bir noktadan sonra kendiliğimden sohbet ettiğimi fark ediyorsam onunla kesin bir daha buluşuyorum. Çünkü mutlaka söyleyecek yeni bir sözü oluyor. Tıpkı Damla’yla olduğu gibi.
■■ Yine bir sette buluştuk...
Evet, o zaman Kanlıca’daydık. Şimdi biraz uzaklaştık, Bayramoğlu’ndayız...
■■ Ama gözlerde aynı enerji...
Şehir değiştiriyoruz her gün ama o kadar güzel ki buralar... Binalar az katlı, yemyeşil ve deniz kenarı. Türkan’ı da Heybeliada’da çekiyorduk. Vapura bindiğim anda enerjim geliyordu.
■■ Son röportajda dedik ki, “Güzel bir ödül sonrası buluşalım”...
Tam 2 yıl önceydi. 54 gün reposuz çalıştığım zor bir dönemdi, ilk 45 dakikası New York’ta çekildi, devamı Ayvalık’ta...Değdi yorulmama...
■■ İlk defa yabancı biriyle oynadın, Amerikalı eşini canlandıran Jacob Fishel ile...
Evet, çok keyifliydi. O bölümler İngilizce’ydi tabii. Kendimi o sahnelerde keyifle izlediğim yabancı dizilerde gibi hissettim. “No” derken bile “Bu aksanı hangi dizide izlemiştim” diyor insan. Tabii ana dilim olmadığı için arada sordum Jacob’a. Gerçi 6 yıldır New York’ta yaşıyordu benim karakter, aksanı ona göreydi.
■■ Ayvalık’ta geçiyor hikâyenin bir kısmı. Sevdiğin bir yer miydi?
Çoook... Bölgeyi seviyorum aslında, Kuzey Ege’yi... Uzun Hikâye filmini de iki kilometre ötede çekmiştik. Esnaf “Ooo yine mi geldiniz” dedi. Vazgeçilmezim Assos’tur ama...
■■ Yurtdışında?
Kesinlikle Peru... Ve tüm Güney Yarım Küre’ye inmeyi çok istiyorum genel anlamda, saat farkı var. Merak ediyorum. Musluktaki su bile ters akıyor, vücutta da kesin bir değişiklikler oluyordur.
■■ En kötü bir Brezilya dizisine girersin, “bizde kötü dizilere sizin adınızı veriyorlar” diye...
Aynen... Ömür yettikçe her yeri gezmek lazım.
■■ Hissetmiş miydin tescilli başarılar kazanacağını?
İyi bir iş olacağını hissetmiştim. Yönetmen için de oyuncu için de çok önemlidir bu, kabul ediyorum ama ben çok keyif alarak oynadım. Ödül almasaydı da filmle ilgili duygularımızda değişen bir şey olmayacaktı.
'KENDİMİ BENZETMİYORUM'
■■ Game of Thrones’u izliyor musun?
Evet bayılıyorum.
■■ O zaman seni Arya Stark karakterine benzettiklerini duymuşsundur.
Duydum ve çok eğleniyorum. Sosyal medyada gündeme gelmeden önce arkadaşlarım söylerdi, “Bir kız var Arya, aynı sen” diye...
■■ Gerçi Arya 12 yaşında falan ama gerçekten çok benziyorsunuz!
Aynen ama huyunu falan da benzetiyorlar. Instagram’da bazen “Ben böyle bir fotoğraf çektirmiş miydim” diyorum Arya çıkıyor.
■■ Günün birinde yapımcısıyla falan röportaj fırsatım olursa “Arya’nın büyümüş halini tanıyorum ben ama çok para isterim” derim.
Aaa hiç aklıma gelmemişti bu. Gerçi yazar George R. Martin ara vermek ve kitaplara devam etmek istiyormuş.
■■ Kendi bilir... Bir de Miranda Kerr benzetmesi var...
Ona ben kendimi benzetmiyorum ama bir billboard reklamı vardı orada çok benziyordum sanırım. İnsanlar da orada çok benzettiler.
■■ Zayıflık sırrın merak ediliyor...
Tamamen yapısal ama yaşla birlikte vücut da değişiyor. Üç öğün fast food yerdim, şimdi daha dikkatliyim. Bir sır da vereyim; kahvaltı hastasıyım, kahvaltıda yediğim şeyleri seviyorum. Domates, peynir ve zeytinle yaşayabilirim.
'KÜÇÜKKEN KULİS BASARDIM'
■■Mimiklerini eleştirenler var. “Ağzını çok az oynatıyor” diyorlar.
“Gerçekten öyle mi yapıyorum” diye bakıyorum. Eleştiri benim için çok önemli ve güzel bir şekilde yapılıyorsa önemsiyorum. Doğrudur, daha iyi olmak için elimden geleni yapacağım.
■■ Ailen enteresan... Annen de baban da devrimciymiş. ODTÜ’de tanışmışlar. Baban sosyoloji okurken bırakıp İstanbul’a dönmüş ve mimar olmuş. Sonra bir araya gelmişler ve sen olmuşsun. Güçlü karakterini onlardan aldığını düşünüyorum.
Sağ ol... Bana hep “Sevdiğin işi yap” dediler. Mutlu olup olmayacağınızı seçemiyorsunuz ama mutlu olmak için sebep yaratabiliyorsunuz. Bunu onlardan öğrendim. Oyuncu olmak istediğime hep emindim ama onlar başlarda kaygılandı. Oyuncunun yolu daha sınav öncesi diğerlerinden ayrılıyordu en basiti... Onun da yolunu buldum. Arkadaşlarımla mutlu olduğum için test çözdükleri gruplara katılıyordum, fizik, matematik... “Senin ne işin var” derlerdi.
■■ “İçimdeki makine mühendisinin çıkmasını bekliyorum” deseydin.
Süreçleri seviyorum sanırım. Küçükken ailem tiyatro gösterilerine götürdüğünde kulis basardım. “Ben geldim, ben de oyuncu olacağım, bana söyleyeceğiniz bir şeyler var mı” falan derdim.
■■ Yine kulis basarak mı? Atmadılar dışarı...
Atmadı vallahi kimse. Arkeolog da olabilirdim, ince işleri seviyorum. Ya da cerrah... Mesela okulda organlarının takıp çıkardığın insan vücudu şeklindeki maketler, ilgimi çekerdi.
■■ Ayyy ben o maketten çok korkardım. Bizimkinin karaciğeri düşüp dururdu.
Bir de tam oturmaz ya o düşen parça. Hoca zaten döke döke gelirdi. Severdim yani... Ama başka bir şey olsam bu kadar mutlu olmayacaktım. Bir de bir şeyi çok sevdiğiniz zaman başarılı olup olmayacağınızı takmıyorsunuz. Zaten mutlusunuz yaparken.
■■Mutluluk nedir o zaman?
Bence mutluluk “dev” abartılıyor. İnsanlara basında, sosyal medyada, reklamlarda her yerde mutlu olmanın ne kadar önemli olduğunu anlatıp duruyoruz; sanki mutluluk bir hastalıkmışçasına! İnsanlar bırakın mutsuz olmayı, bir de mutsuz oldukları için mutsuz oluyorlar. Sonra da esas meseleyi unutup kendilerine acımaya başlıyorlar. Ne kadar yorucu... Esas mutluluk mutsuz uyanıp “Tamam ya, mutsuzum bu sabah, enerjimi bununla uğraşmaya harcamayacağım” deyip kabul edebiliyor olmak bence.
'ARTIK İYİ OYUNCU KÖTÜ İŞİ KURTARMIYOR'
■■ Şansa inanır mısın?
Tabii ki... Mesela Milano’da çok daha iyi bir film ya da başka bir jüri olsa ödülü başkası alırdı, bu kadar basit.
■■ Tam Damla cevabı oldu! Başkası olsa 10 yıl malzeme yapar aldığı ödülü.
Charlize Theron almıştı birini biliyorsun... Peki bu ödülden sonra çıta ister istemez yükseldi mi? Hedefler, hayaller? Bundan sonra hedefim İtalya’da başrol oynamak gibi bir şey değil ama zaten çok sevdiğim İtalyanca’yı öğrenmek istiyorum. Fransızca’dan sonra kolay olacağını söylüyorlar. Sonrasını bilemem tabii. Hayatımda bir pencere daha açıp gerisine bakacağım.
■■ Saint Joseph Fransız Lisesi’nden Paris Sorbonne Üniversitesi’ne kadar kendini bilgiyle kültürle donattın. Bu durum hem kişisel olarak hem çevrene karşı ukalalık oluşturdu mu?
Tam tersi, öğrendikçe öğrenmek istiyor insan. Öğrenmeye odaklanıyor ve gereksiz düşüncelerden kurtuluyor. Zaten o kadar yoğun çalışıyoruz ki, haldır haldır bölüm yetiştiriyoruz. Eve uyumaya gidiyoruz. Boş zamanlarda da kendime bir şey katmak insanlara tepeden bakmaktan daha verimli oluyor.
■■ Geçmişte oynadığın dizilere bakıyorum da 3 bölümde kalkan dizin olmadı ya da takviye oyuncularla canlandırılan... Şimdilerde o moda ya...
Bu da şans... Sürekli kumar oynanıyor bu sektörde. İyi oyuncu kötü işi götürürdü eskiden, artık o da işlemiyor. Ağa hikâyesi iyi gitti, sonra köşk hikâyesi tuttu, ki bizimki de öyle ama bu da bir yere kadar. Samimiyet ön planda. Tabii “Yayından kalkanlar samimiyetsiz” demiyorum. Orada da şans devreye giriyor. Bir de severek yapmak serçekten anahtar kelime; Canan’la (Ergüder) çok eğleniyoruz, bazen gülme krizine giriyoruz yönetmen kızıyor. “Sabahlayacağııız yine” diye bağırıyor, sette kahkahalar yükseliyor. Tüm ekip böyle...
■■ Güllerin Savaşı iyi gidiyor. Cici kız Gülru’ydun ama son bölümlerde bir coştun!
Sokakta çeviriyorlar “Sen nasıl böyle kötü oldun” diye. O karakteri dönüştürmek çok eğlenceliydi. Senaryoyu ilk elime aldığımda “Lütfen dizi tutsun da o zıt karaktere geçişi de yaşayım” dedim. Mimikler, bakışlar, kullandığı kelimeler... Çok keyifliydi. Zaten Gülru’dan da anladığımız üzere kötü insan yok, kırılma noktası var. ‘