Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Geçen hafta perşembe günü avukat ve araştırmacı Dr. Mehmet Perinçek ile film/ belgesel yapım ve yönetmeni Serkan Koç USA Houston/Texas’ta Rice Üniversitesi’nde Türk ve Amerikan izleyicilerle buluştu. Konu: Sözde Ermeni soykırımı iddialarının ardında yatan gerçekler, Dr. Perinçek’in özellikle Rusya’daki kaynaklardan bir araya getirdiği arşivlerin özeti ve bu arşivlere dayanarak oluşturulan 1915 isimli belgesel. Büyük bir ilgi ve beğeniyle izlenen filmin ardından toplantı Dr. Perinçek’e yönetilen sorularla son buldu. Amerikalı dinleyicilerden biri, “Türkiye tarihinde hiçbir zaman körelmeden süregelen huzursuzlukların (Ermeni ve Kürt tartışmalarının) ve de Azerbaycan Ermenistan arasında tekrar patlak veren savaşın ana sebebinin ne olabileceğini” sordu. Dr. Perinçek tebessümle yanıtını verdi: “Amerika’nın Ortadoğu ve Uzakdoğu’daki enerji kaynaklarına ve özellikle petrole olan ilgisi...”

Houston, dünya enerji kaynaklarının uluslararası kongreler düzenlenerek en çok tartışıldığı şehirdir. Değişen petrol fiyatlarına göre dalgalanan ekonomik durum da Amerika’da önce Houston’da hissedilir diyebilirim. İş bulmalar, iş kaybetmeler sanki bir tek çarkın etrafında dönüp durmaktadır. Bu yüzden halktan herhangi birisiyle bile bu konuları tartışırken konunun uzmanlarıyla karşı karşıyaysanız hissi uyanır. Her soruya bir yanıt, her yanıta bir yorum getirmeden duramazlar. Dr. Perinçek’in verdiği yanıta, soruyu yöneltenler tarafından sessiz kalınması (isteksiz de olsa) bir kabulleniş gibi geldi bana.

Sebep ve sonuç tartışmaları her konuda olduğu gibi burada da değişik yorumlara açık elbette. Varsayalım ki (halk arasında da sıklıkla “dış mihrakların eseri” olarak adlandırılan) politik gerilimlerin ana sebebi tek kelimeye indirgendiğinde -”petrol!”- kaynakların (bir şekilde) kuruması/yok olması halinde yaşanan tüm kaos sona mı erecektir? Sorunun yanıtını politikadan hiç de anlamayan bir bilim insanı olarak benim vermem mümkün değil. Bir bilim insanı olarak toplantı sonrası arkadaşlarımca bana yöneltilen “Sence petrol kaynakları ne kadar daha insanlığa hizmet verecek düzeydedir? Kurusalar da savaşlardan kurtulsak!” soru ve yorumuna da bir katkıda bulunacak uzmanlıkta değilim. Eve döndükten sonra sırf bireysel merakımı tatmin etmek için kısa bir araştırma yaptım, petrol ve jeoloji mühendisi arkadaşlarımı aradım, son bilimsel yayınlara bir göz attım. Gördüğüm/duyduğum yorumlar sanırım sizlerin de ilgisini çekecektir:

PETROL ÖNEMİNİ NE ZAMAN KAYBEDECEK

Öyle görünüyor ki “Petrol kaynakları ne kadar daha bizlere yeterli olacak?” sorusunun tek bir yanıtı yok. Ekonomi uzmanları da jeologlar da genelde bu sorunun son derece gereksiz kaygılardan kaynaklandığını ve insanlığın bu sorunla karşılaşmasına daha çok zaman olduğunu söylüyorlar. Fakat diğer yandan bazı petrol mühendisleri olaya daha farklı yaklaşıyor. Petrol kaynaklarının yeterli olup olmadığından çok elde etmek, arıtmak gibi standart işlemlerin her sene daha büyük meblağlara mal olmasından dolayı petrolü ana enerji kaynağı olarak görmekten kısa zamanda vazgeçilmesi gerektiğini iddia ediyorlar. Tarihçeye bir göz atıldığında bu iddialardaki haklılık payı hemen gözleniyor. Yapılan araştırmalara göre her yıl süratle petrole duyulan ihtiyacın tırmanma hızı göz önünde bulundurulduğunda petrol arama işlerine ne kadar yoğunlaşılırsa yoğunlaşılsın, ilerleyen teknolojiye rağmen var olan kaynaklara ulaşma ve üretim hızı tatmin edici bir düzeye asla çıkamamış. Bundan sonra üretim hızını artıracak herhangi bir girişim ve değişim de henüz söz konusu değil. MIT ekonomi profesörü Morris Adelman’ın bir benzetmesi duyanları güldürüyor: “Neymiş efendim yeraltı kaynakları çok zenginmiş, petrol bitecek diye telaş yapmaya gerek yokmuş. Yahu yeraltı elmas dolu herkesin boynuna bir elmas kolye takabiliyor muyuz?”

Adelman’a göre 2020-2050 yılları arasında insanlar artık petrol değil başka enerji kaynaklarına yönelmeye başlayacaklar. Princeton Üniversitesi jeologlarından Prof. Kenneth Deffeyes ise “dünya petrol üretiminin 1/4’ünü kullanan Amerika’nın bütçesinde büyük ayarlamalar yaparak başka teknolojiler üzerinde çalışmalarını hızlandırmadığı takdirde 40 yıl sonra büyük krizler yaşanacağını” iddia ediyor.

Geçen hafta da Energy Research&Social Science isimli bilimsel dergide Sussex Üniversitesi bilim insanlarından Dr. Benjamin Sovacool, 10 yıl içerisinde dünyada enerji kaynakları hakkında düşüncelerin tamamen değişeceğinden, buna bağlı olarak da dünya politikalarında yeni bir döneme girileceğinden emin olduğunu ileri sürüyor. Umarım Dr. Sovacool haklıdır. 10 yıl hiç de uzun bir süre değil. Bir de bakacağız ki ortada ne haklar ne demokrasi savaşları veren kalmış... Petrol gitmiş dertler bitmiş...

REFLÜ İLAÇLARI BÖBREK YETMEZLİĞİ YAPIYOR

Her hafta “Falanca ilaç meğer...” diye başlayan şoke edici haberler vermek ilaç sanayiine olan inançları artık iyice sarsmaya başladı. Bu haftaki haber de mide reflüsü tedavisinde kullanılan proton pompa inhibitörü (yani midedeki asit salgılamasını azaltma) amacıyla kullanılan ilaçların böbreklere verdiği zarar üzerine. Yıllar önce benzer yan etki iddialarıyla ortaya çıkan araştırmaların bir şekilde medyada yankılanmasını engelleyen büyük ilaç firmaları, bu sefer bulgularını duyurmada ısrarlı araştırmacıların feryadını bastırmakta başarılı olamadılar. Çünkü feryat bu sefer Amerika Nefroloji Derneği gibi güçlü bir dernekten geldi. Mide yanması ve ülser şikâyetleriyle doktora giden hastalara proton pompa inhibitörü olarak verilen ilaçların (mide sorununuz varsa kullandığınız ilaçların prospektüsünde bu tür ilaç olup olmadığını görebilirsiniz) böbrek fonksiyonlarını yavaşlattığı, kronik böbrek hastalıklarına sebep olduğu ve hatta böbrek yetmezliğine yol açtığı açıklandı. İlaç kullanım süresine bağlı olarak riskin daha da arttığını söyleyen araştırmacılar, “doktor reçetesi olmadan da eczaneden satın alınabilen bu tür ilaçların şeker gibi tüketildiğini” bildirdi. 173.321 hasta üzerinde yapılan araştırmanın sonuçları gerçekten korkutucu: 5 yıl süreyle gözlenen bu hastaların, H2 reseptör inhibe edici ilaç kullananlara oranla % 28’inde, kronik böbrek rahatsızlıkları, % 96 gibi yüksek bir oranında böbrek yetmezliği görülmüş. Nefrologların yaptığı açıklama, gerçekten herkes tarafından okunması gereken çok önemli bilgiler içeriyor: “Kullanılan her ilacın yan etkileri olduğu bir gerçek. Bu yüzden belli bir rahatsızlığın tedavisi için kullanılan ilaçların doz ve kullanım süresinin ayarlanması kesinlikle bir hekim tarafından yapılmalı. İlaç kullanımı sırasında oluşabilecek yan etkiler hekimler tarafından mutlaka özel kan testleri ile gözlenmeli. Hastalar reçetesiz satılıyor diye (hiçbir ilacı) kendi kafasına göre satın alarak, prospektüs okuyarak, risklerden habersiz kendi kendinin hekimi olarak tedaviye girişmemeli. İlaç firmalarına düşen görev ise hiçbir ilaca, belli güvenlik testlerini geçmeden eczanelerde reçetesiz satılabilir güvencesinin verilmemesi gerektiğini hatırlamak.”

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar