Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

PROFESYONEL iş arenasında ne zaman bir konu üzerine tartışma açılsa konuşulanları sessizce izlerken hep aynı şeyi hissediyorum: “Kendine güveni olan insan” ile “ukala insan” arasında incecik bir ayrım çizgisi var. “Özgüvenli” kategorisindeyken denge biraz kaybedildi mi öbür tarafa transfer olunuyor. Dikkatle bakınca farkı görmemek mümkün değil: Biri “yapabileceklerine” odaklanmıştır diğeri “yaptırabileceklerine”. Biri ölçülü ve sakin, gelen eleştirilere açık, kapasitesini daha da genişletmek amacıyla, belirli bir yaşam felsefesi ve prensibiyle dimdik kendini ifade etmektedir. Diğeri rumba, samba, çaçaça... Bir kıvırtma, bir çalım, bir kabarma... Konuşurken sanırsın ki Hollywood setinde projektörler yöneltilmiş, kameralar çalışmış onu çekiyor.

Geçen hafta haberleri izlerken bir kez daha fark ettim ki bu özgüven, güvensizlik, ukalalık sadece bireylere mahsus değil. Ülkelerin de kendilerine has kişilikleri var. Biraz kültürel yapı, biraz ekonomi, biraz eğitim seviyesi, dini inanış derken ortaya ülkeye ait bir şahsiyet çıkıveriyor. Zaten bu yüzden her ülkeye has karikatür ve fıkralar vardır ya... “Bir Alman, bir İngiliz, bir Fransız ölmüş öbür dünyaya gitmişler...” diye başlayan fıkralarda karakterler ülkelerinin tipik özellikleriyle anlatılırlar. Peki ya Türkiye ve Türkler? Bizimle ilgili tanımlamalar neler? Eskiden milli güreşçilerimiz sayesinde “Türk gibi güçlü” sözü varmış mesela. Şimdi ne diyorlar? Senelerdir yurtdışında yaşadığım halde “Türk gibi” diye başlayan bir tanımlama duymadım şahsen. Başka ülkeler nasıl görüyorlar bilmem ama bana “ülkemin şahsiyetini tek kelimeyle nasıl tanımlayacağımı” sorsalar “Delikanlı” derdim herhalde. Bunun 3 sebebi var. 1. Avrupa’nın en genç nüfusuna sahibiz. 2. “Söz namustur” deyimi olan ülkeyiz. 3. Akdenizliliğin getirdiği “ateşlilikle” inandığımız konularda gücümüzün son zerresine kadar direnen, kanının son damlasına kadar çarpışan tabiri caizse kanı “deli” bir milletiz. Peki özgüvenimiz ne durumda? Hah işte bu haftaki konum da bu zaten! Birazcık bilimsel açıklamayla birazcık objektif bir yaklaşımla fikirlerimi paylaşmak istedim sizlerle

Özgüven kelimesini duyunca akla ilk gelen özelliklerden bir tanesi insanın (ya da ülkenin) kendisini beğenmesidir, değil mi? Kendini, fikirlerini beğeneceksin ki özgüvenin olsun... Ben de öyle düşünüyordum ama psikoloji uzmanları aynı fikirde değil: “İşin boyutu sadece ve sadece kendini ve kendi fikirlerini beğenmeye varırsa, kişi hiçbir özeleştiriyi kaldıramayacak egoistik bir bireye dönüşür. O noktada narsisizm (kendi kendine aşk) başlar. Narsisizmin başladığı yerde ise özgüven (diğer kişilerin tepkilerinden dolayı) dengesizliğe, karamsarlığa, içe kapanmaya ve maalesef bunun ardından da yalnızlığa dönüşür” diyorlar.

Sigmund Freud, Wilhelm Reich, Isaiah Berlin ve Erich Fromm’un ise bu konudaki düşünceleri psikoloji kitaplarında şöyle özetleniyor: İnsanlar önce bireysel narsisizm hastalığına yakalanırlar. Bu hastalık adeta bulaşıcıdır. Bilmedikleri konularda bile ateşli tartışmalara girmeler, “Her şeyi benden iyi bilen yok” demeler, “Üzerime gelmeyin pişman olursunuz” tehdidi savurmalar hızla toplumlara yayılmaya başlar. Sonra bakarsınız ki halk farklı görüşlü narsisist gruplara ayrılmış birbirlerine saldırıyor. En milliyetçi gruplar bile karşıt görüşlere tolerans ve konuşma hakkı vermedikleri için uğruna savaş verdikleri ülkelerinin hastalanmasında rol oynadıklarının farkına varmazlar. Maalesef böylesi toplumlarda hızla bir özgüven yıkılması başlar. Hemen ardından da umutsuzluklar, korkular, ekonomik dalgalanmalar baş gösterir. Ne dersiniz? Aşina olduğumuz bir durum değil mi? Peki özgüvenini yitiren bir toplumun tedavisi var mı? Psikolog Dr. Roy Baumeister ve ekibinin 2011 yılında Current Directions in Psychological Science isimli dergide yayımladığı klasik görüşe göre tek bir çözüm var

Vatanını seven her birey...

- Her gün eleştirdiği her konuyu madde madde bir kâğıda not düşsün.

- Her gün konuşmalarına dikkat ederek listeyi kısaltmaya gayret göstersin. Bireyler kendilerini düzeltmeye başladıklarında ve işlerine konsantre olduklarında şikâyet listesi kendiliğinden kısalacaktır.

- Karşı görüş ve eleştirileri dinlemeye çalışsın. Çok şey öğrenecektir. Her konuda yorum yapması şart değil. (Türkiye’de biz buna, “Bir şey biliyorsan konuş ibret alsınlar, bilmiyorsan sus adam sansınlar” diyoruz.)

Ne dersiniz? Bugünden itibaren bu alıştırmalara başlayabilir miyiz? Türkiye özgüvenini yitirecek en son ülke olmalı bu dünyada. Coğrafik konumu, doğal zenginlikleri, güzellikleri, bağrından çıkardığı yetenekleri, tüm dünyayı kendisine hayran bırakacak potansiyeli... Türkler deyince karakterini tanımlamak için “Özgüvenli” denilmeli, “Dost” denilmeli, güveneceğimiz tek bir dost olmadığı halde.

İnanın bize bizden başka dost yok

BİREYSEL ÖZGÜVEN İÇİN 4 ÖNERİ

OHIO State Üniversitesi araştırmacılarından tanınmış psikolog Dr. Jennifer Crocker bireysel özgüveni yakalamak için 4 tavsiyede bulunuyor:

1- Duygularını sorgula: Ne konuda olursa olsun bir eleştiri aldığında kalp atışların artıyor, ellerin titremeye başlıyorsa içindeki “canavar ego” uyanıyor demektir. Sakin ol ve dinle. Elindeki parmakların bile birbirinden farklı boy şekilde iken 2 insan bir konuda nasıl aynı düşünebilir ki? Dinleyebilmen ve “Bu konuda düşüneceğim” demen saygınlığını artırır. Saygınlık ise özgüvenini körükler.

2- Kendi kendine “Neden?” diye sor: Yaptığın işlerde kendi kendine bunu niçin yaptığını sor. Sebepler içerisinde korku ve kaybetme içeriği varsa yanlış yoldasın. Yaptığın her şeyi başkalarından takdir toplamak için değil kendini geliştirmek için yaptığına odaklan. Hem yaptığın işte uzmanlaşır hem de saygınlık ve özgüven kazanırsın.

3- Neye ve kime hizmet veriyorsun?: Yaptığın iş sırasında kazanacağın kariyer ve paradan çok üretiminin kime ne tür faydası olacağına odaklanırsan gece yatağa uzandığında kendinle gurur duyarsın, özgüvenin artar.

4- Empati duygularını uyandır: Özgüven uyandıran en büyük faktör bu 4. faktördür. Başkalarının duygularını hissetmeye çalışmak, kendini onun yerine koyabilmek kapalı olduğunu fark etmediğin gözünü açar. Kapalı güzün açılması, ressam Alex Andreyev’in tablosunda çizdiği gibi acı verir ama özgüven kazandırır.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar