Hem mimlendiler hem güçlendiler
İYİP Genel Başkanı Meral Akşener’in yaptığı sert konuşma ile başlayan kriz ortak aklın devreye girmesiyle aşıldı.
Tartışmanın sonu kesin surette dağılmaktır diye düşünen ya da bunu temenni edenler yanıldı.
Tartışmalar, yeni bir anlaşmaya farklı bir sinerjiye evrildi.
Akşener’in cumhurbaşkanı olmaları için adaylığa davet ettiği iki büyükşehir belediye başkanının cumhurbaşkanı yardımcısı olması formülü önerildi ve kabul edildi.
Başından beri, en çok da İYİP’e müzahir "danışman" kadrolarında bulunanların "sol" mecralarda dile getirdiği "küçük partiler niye masada?" sorusunun da cevaplandığı koskoca bir üç gün yaşadık.
Çünkü DEVA Parti'li Mehmet Emin Ekmen’in kamuoyunun taleplerine kulak tıkamadan Akşener’i masaya davet eden ve her şeyi yeni baştan konuşabiliriz kapısını açan uzlaştırıcı ve yapıcı çağrısı yeni bir yol yeni bir formül arayışını teşvik etti. Akşener’i tekrar masaya oturtan formül önerisi ise Gelecek Parti’li Feramuz Üstün’den geldi, Davutoğlu’nun pazar gecesi sabaha kadar süren diplomasisi ve CHP ve İYİP arasındaki trafik eliyle de uygulamaya kondu.
Ancak asıl başarı halkın.
İYİ Parti’nin masaya dönmesini de masa tarafından yeniden kabul edilmesini de halk icbar etti.
Altılı masaya inanılmaz anlam yüklenmiş meğer.
Muhalefetin makul tabanı kah ağlayarak kah itham ederek tarafları yeniden biraraya gelmeye ve barışmaya zorladı.
Değilse "Tamam yaa beşli devam eder, İYİP olmasa noolacak, Sol İttifakın yanında mı yanında, o zaman oldu bu iş” diye saçmalayanların, çoğunluğu ve ülkenin "sağcı olduğu gerçeğini" görmezden gelenlerin borusu ötebilirdi. Daha evrensel, daha akılcı ve görece özgürlükçü bir hukuk ve yönetim evresine sağ ve/veya muhafazakar taban dahil edilmeden geçilemeyeceği realitesini her dem kulak arkası edenlerin dümen suyuna girilebilirdi. İlk anlarda kazanmayı değil haklı çıkmayı isteyenlerin züğürt tesellisini satın alma eğilimi de vardı çünkü, evet. Kamuoyu bu eğilimi püskürtene kadar.
Onları önce sosyal medyada gördük.
Sonra Saadet Partisi’nin kapısının önünde.
MUHALİF TABANIN “BİRLEŞMEZSEK YOK OLURUZ” FARKINDALIĞI MASAYI YENİDEN BİRLEŞTİRDİ
Saadet Partisi’nin önü cümbüş yeri gibiydi.
Berat Kandili kutlamalı, Atatürk posterli, herkesin kendi telinden çalıp bildiği dilden heyecanlandığı, 28 Şubat sillesi yemiş bir partinin önünde "Türkiye laiktir laik kalacak" gibi "bagajı olan" sloganların atıldığı ama bu tuhaflığın laik teyzelerle hacı amcaların / Erkan Baş bıyıklılarla Ozan Arif bıyıklıların halaya durmasına engel olamadığı bir ortam.
Herkes kimliğini de alıp gelmişti ama herkes kendi kimliğini aşan büyük bir şeyin parçasıydı. O kalabalıkta normal şartlarda birbirine selam vermeye yüksünecek farklılıklar vardı ama kimse o farklılıkların dikenli tellerine takılıp düşmüyordu.
Ve tek istekleri vardı: Dağılmayın.
Öyle olunca, ittifak Akşener olmazsa olmazı farketti. Akşener de ittifak olmadan İYİP’in önemsizleşeceğini gördü.
Önerilen formül, heryere onurlu çözüm yolu sundu.
İtirazlar 12. maddedeki hava yastıkları ile yumuşatıldı ve sonunda altılı masa altılı haline geri döndü.
Sonunda Temel Karamollaoğlu’nun berat kandilini tarif ettiği, ardından “Yunus Emre’li, Hz. İbrahim’li" bir sunuş yapan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Millet İttifakı'nın ortak adayı oldu.
SORUN ÇÖZÜLDÜ AMA BU KRİZ İTTİFAKI MİMLEDİ
Kriz çok zarar verdi. Çözüldü ama ittifakı mimledi. Öte yandan günün sonunda masa eksilmedi, güçlendi.
Süreç boyunca isimleri sürekli zikredilen İmamoğlu ve Yavaş’ın da muhalefet kompozisyonuna eklemlenmesi yelkenlerin rüzgarını şişirir.
Muhalefet seçimi kazanırsa her iki isim cumhurbaşkanı yardımcısı olacak.
Ama bazı ekabir beylerin dediği gibi "yetkili" vs gibi "güç" takıları almış şekilde değil. "İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanları Sayın Cumhurbaşkanının uygun gördüğü zamanda ve tanımlanmış görevlerle Cumhurbaşkanı Yardımcısı olarak atanacaklardır” şeklinde…
Doğru olan da buydu.
Zira aksi bir tutum amaçtan sapmak olurdu.
Yavaş ve İmamoğlu’nun ilk başta istendiği şekilde "güçlü yardımcılar" olarak belirlenmesi "Güçlendirilmiş Parlementer Sistem" yapmaya gidenlerin kendilerini birden "Güçlendirilmiş Cumhurbaşkanlığı Yardımcılığı” modelinde bulmaları gibi bir anomaliye neden oldurdu. Nitekim pazartesi günü erken saatlerde bu konuda uyarı içeren bir sosyal medya paylaşımı da yapmıştım.
Zira ittifakın anlamı ve hedefi cumhurbaşkanlığı makamını ve çevresini aşırı güçlü kılmak değil, hedeflenen cumhurbaşkanlığı makamını "hakem" ve "bütün yurttaşları temsil" makamı yapmak.
10. MADDE KILIÇDAROĞLU’NUN İDDİASINA UYGUN
Geçiş süreci yol haritası protokol metnindeki tek ilgi çekici madde 12.madde değil.
10 ve 11. maddeler de epeydir tartışılan sorulara cevap verir mahiyette.
“Güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş sürecinin tamamlanmasıyla birlikte, mevcut Cumhurbaşkanının -var ise- siyasi parti üyeliği sona erecektir” diyen 10. maddeden anlıyoruz ki Kılıçdaroğlu kazanırsa, parlamenter modele geçene kadar partisinin başında kalacak.
Kanımca bunun sebebi şu: Kılıçdaroğlu eğer cumhurbaşkanı olur olmaz parti genel başkanlığını bırakırsa yeni genel başkan parlementer modele geçişi benimsemeyebilir veya mecliste en güçlü ya da ikinci en güçlü pozisyonunda olan CHP’nin milletvekillerinde Türk tipi başkanlıkla devam etme eğilimi baş gösterebilir.
Böyle bir eğilim de sistem değişimi dirayetini zora sokar. Kılıçdaroğlu zaten, gücü ele geçirdikten sonra hâlâ güçlendirilmiş parlementer modele geçiş iradesini sürdürme konusunda kendisinden başka kimselere güvenemediği için adaylıkta bu kadar ısrar etti.
Sebep bazı kişilerin dediği gibi “ahir ömründe bir de cumhurbaşkanı koltuğu görmek istiyor adamcağız” değildi. Güçlü cumhurbaşkanı pozisyonuna gelip o koltuğu güçsüz hale getirecek iradeyi gösterebilme meselesinde iddialıydı o kadar.
KILIÇDAROĞLU ERDOĞAN’A HÜKÜMET KURMA GÖREVİ VERECEK Mİ?
11. madde ise "Güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçildikten sonra yeni bir seçime gerek olmaksızın 13. Cumhurbaşkanı ve TBMM görev süresini tamamlayacaktır" diyor.
Parlementer modele geçmek için muhalefet partilerinin meclisteki sandalyelerinin ya anayasa değişikliğine ya da anayasa değişikliğini referanduma götürmeye yetmesi lazım. AK Parti + MHP’nin kabul ettiği D’hont sistemi ise muhalefet mecliste çoğunluğu ele geçiremesin diye kabul edildi ve muhtemelen işe yarayacak.
Bu noktada muhalefet, Cumhur ittifakı'ndaki partilerin vekillerinin meclis oylamasında "evet" diyeceğine güveniyor. Çünkü cumhurbaşkanlığını kaybetmiş bir AK Parti için artık parlamenter sisteme geçişin daha cazip olacağı aşikar. Daha doğrusu "cazip olacağına" inanılıyor.
Diyelim ki, Parlamenter modele geçildi ve AK Parti meclisteki en büyük parti. Bu durumda hükümet kurulacak ve hükümeti kurma görevi ilk olarak AK Parti’ye mi verilecek? Evet. Bunun anlamı AK Parti Genel Başkanı olan Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanlığında yine başbakan olması mı?
Olsa ilginç olur değil mi? Ama tabii oraya gelene kadar birçok bariyer var.
AK Parti mecliste en çok sandalyeye sahip olan parti olmakla beraber tek başına hükümet kuracak büyüklükte olmayacak. En büyük parti hükümet kurma görevi alır ve istikşafi görüşmelere başlar. Ancak kimse kendisiyle hükümet kurmaya yanaşmazsa hükümet kurma görevi ikinci partiye geçer. Yani CHP’ye. Ya da ikinci en büyük parti kimse ona.
Ancak sahiden öyle mi olur? Herkesin aklına öyle bir ihtimalde istikşafi görüşmelerde AK Parti’ye evet demesi muhtemel iki %10’luk muhalif parti adı gelmiştir daha şimdiden. İpucu, ikisi birbirine 180 derece zıt olan iki parti. Neyse neyse…
Parlamanter modele geçilirse daha önce cumhurbaşkanı yardımcısı olan ve en azından birer de bakanlık almış diğer beş parti lideri ne olacak? Çünkü kurdukları hükümet feshedilecek ve aldıkları bakanlıklar da düşecek. “Bu durumda diğer beş partinin lideri, milletvekili de olmadıkları için tamamen devre dışı kalacak, yaşasınn” diye zil takıp oynayanlar oldu.
Ancak orada da o iş tam öyle değil.
Başbakan yardımcısı olabilirler ve meclis dışından bakan atanmaları mümkün. Zira parlamenter sistemde meclis dışından bakan atama mümkün.
ALMAN MODELİNE BENZİYOR
Millet ittifakının bu tür simulasyonları yaptığını düşünüyorum.
Bilvesile kendisine buradaki kalabalık, altı parti yedi yardımcı göz yorar mı, sorun çıkmaz mı diye sorduğum Ayhan Seferüstün, Alman modelini örnek gösteriyor ve "hayır, sorun çıkmaz" diyor.
“Alman sisteminde istikrarlı ve kalabalık koalisyonlar vardır. Çünkü uzun görüşmeler yapılır, her detay düşünülür her senaryo ince ince çalışılır, hangi durumda ne yapılacağına dair 300-400 sayfalık protokoller yazarlar, ve o protokollere uyarlar. Dolayısıyla yürütme safhasında sorun çıkmaz. Burada aynı şekilde, altılı masanın hazılradığı 'ortak politikalar metni’ bu yolda çok rahatlatıcı ve rehber niteliğinde olacak.”
- Trump'ın kazanması Türkiye'yi kuzey Suriye konusunda hareketlendirecek mi?56 dakika önce
- Suruç'ta beliren çözüm, büyük barışın habercisi olsun1 hafta önce
- Silahlar susmadan demokrasi gelir mi?1 hafta önce
- Bahçeli'nin tarihi çağrısı ve TUSAŞ saldırısı2 hafta önce
- 12 yıl önce ölseydi?2 hafta önce
- Yenidoğan skandalına karışan 17 hastane neden hala açık?2 hafta önce
- DEM'in kendisine ait bir iradesi yoksa devlet iradesi olanı işe almalı3 hafta önce
- Yeni dönemin motivasyonu duygusal değil bölgesel3 hafta önce
- "Kadını öldürmek daha kolay" diye mi?1 ay önce
- Suç kaydı olanlar ve suçun eşiğinden kaymak üzere olanlar1 ay önce