Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

14 Mayıs 1950... Bu tarih Türkiye demokrasi tarihinde serbest seçim ile tek parti diktatörlüğünün sona erdiği bir milli irade zaferinin kilometre taşıdır..

Zamanın tek parti /devletinin milli şefi, sandık sonuçlarını olgunlukla karşılamış ve barışçı bir iktidar devir teslimi yaparak demokratik olgunluk sınavını başarıyla geçmiştir.

AK Parti 20 yıllık iktidarında demokratik milli iradenin tecellisini siyasi motto haline getirmiş bir siyasi oluşum...

Şimdi 14 Mayıs 2023'te yeniden bir seçim var...

Bu kez iktidarda 21 yıllık bir parti /devlet iktidarı var..

Bu iktidarın seçim güvenliğinden birinci derecede sorumlu olan bakanı 14 Mayıs seçimini “siyasi darbe” teşebbüsü olarak tanımlıyor...

Ben merak ediyorum: Demokrat Parti geleneğinin devamı olarak bugün "Söz milletin" sloganıyla seçime giren AK Parti bu siyasi darbe tanımını nasıl karşılıyor?

İLK KEZ OY KULLANACAK SEÇMEN

İlk kez oy kullanacak olanlar, meşhur Z kuşağı için zor seçim.

Ne kadar sanatçı, dizi oyuncusu, şekil şükül yapmış şüreka varsa TİP’te. Bıyıklı olmasına ‘rağmen’ fena görünmeyen Erkan Baş’ın çinekop avlayan cinsten sloganik söylemlerle kuvvetli bir belagat sahibi olması bunda etken.

Muharrem İnce deseniz dans edebiliyor. Erdoğan gibi hitabeti kuvvetli, meydanları heyecanlandırma konusunda adeta Erdoğan’ın laik versiyonu.

İlk kez oy kullanacak olanlar acaba Erkan Baş’ın bıyıklı karizmasına mı yakalanacak, yoksa Muharrem İnce'nin tiktok dansına mı gidecek?

Sorunun cevabı hala ufukta belirmiş değil.

ESKİ HDP’Lİ YENİ TİP’Lİ SANAT SEPET TAYFASI BU SORUNUN CEVABINI MERAK ETMİYOR MU?

TİP yani Türkiye İşçi Partisi, bir grup sanatçı, şarkıcı, dizi oyuncusu, şair vesair için HDP’nin 2015 sürümü gibi muamele görüyor.

2015’te HDP’ye gidenler şimdi ‘daha güvenli’ olduğu için TİP’e gidiyor. Çünkü TİP’li görünmek ‘ortamlarda’ daha meşru ve daha sakıncasız görünüyor.

2015’te HDP’nin "Bizler sevgiyiz, eşitiz, kardeşiz. Oylar HDP’ye, ‘Biz’ler Meclis’e” şarkısıyla halaya durmuşlardı. Şimdi 2010 referandumunda kendi ifadesiyle “evrensel hukuk kuralları içinde Türkiye'yi demokratikleştireceğine dair bir söz verenlere şans tanıyan” ve "Yetmez ama evet" diyen Sezen Aksu’nun "Karşıyım her şeye karşıyım var mı?” şarkısıyla TİP’çi oldular.

Peki "evrensel hukuk kuralları", "evrensel demokrasi normları" TİP’in neresinde?

Erkan Baş’a henüz sorulmamış soru: Stalin bıyığı ve yüksek perdeden "Hesaplaşacağız, hesaplaşmaktan geri duranla da hesaplaşacağız" söyleminizle epey karizma yaptınız. Peki Stalin diktatörlüğü ve hatta Stalin terörü hakkında ne düşünüyorsunuz? Stalin’in 1930’larda yaptığı ve 1 milyon kişinin infazı ile sonuçlanan o korkunç yargılamalar hakkındaki değerlendirmeniz nedir?

Sorunun cevabı, "Sonuçta düzenin partisi" dedikleri CHP’ye oy vermek istemeyen, HDP’yi de milliyetçilerle papaz olmayalım diye tercih etmeyen sanatçı, dizi oyuncusu, şair vesair takımına TİP’in ne kadar "sakıncasız" olduğunu gösterecek.

KEMALİST DEVRİMCİ ÇEVRELERİN NEFRET SPORU

80'lerde Özallı yıllarda “soldan” gelip Özal hayranı ve sırdaşı olan üç isim vardı: Cengiz Çandar, Hasan Cemal ve Mehmet Barlas.

Bu isimlerin üçü de Kemalist ve devrimci kesimlerin nefret objesi oldu. Çandar, Cemal ve Barlas’ın Özal’ı Türkiye’nin gereksindiği bir isim olarak görmeleri bile nefret objesi olmaları için yeterli görüldü.

Gel zaman git zaman bu üç isim Erdoğancı oldu. Nedeni basitti. Erdoğan toplumun çok geniş bir kesimine hitap edebiliyordu ve ancak böyle bir lider talep edilen, gerekli görülen reformlar konusunda toplumu ikna edebilirdi. Toplumu AB’ye uyum yasalarını çıkarma, demokratikleşme ve evrensel hukuk normlarıyla ve serbest piyasa koşullarıyla senkronize olma konusunda ikna edecek biri varsa o da Erdoğan’dı.

Gel zaman git zaman Çandar ve Cemal muhalif oldu. Önce HDP’li, şimdi de YSP'li (Yeşil Sol Parti) oldular.

Mehmet Barlas iktidar yanlısı olma istikrarını bozmadı… Batılı devletler, mihraklar, odaklar artık ne derseniz deyin, Erdoğan’ın gücünü ve etkisini satın aldığı için olsa gerek, Barlas, Erdoğan’ın yönetim tarzının zamanla otoriterizme kaymış olmasını hiç sorun etmedi.

Burada garip olan ise, Kemalist devrimci çevrelerin muhalefete geçmiş Çandar ve Cemal’i, iktidarın yanında hizalanmış Barlas’tan daha fazla linç etmesiydi.

Oysa iktidara karşı bir mücadele veren ve ilk seçimde onu yenmek isteyen makul bir muhalifin şunu düşünmesi beklenir: Yahu ‘o ikisi’ hiç değilse muhalefette. Diğeri ise yıllarda liberalizm, özgürlük, refah, Avrupa Birliği dedi, ama hayati konularda bile pozisyonunu değiştirmedi, bir milim dahi mesafe almadı.

Ama böyle olmadı. Hatta tam tersi oldu: Çandar ve Cemal yıllardır muhalif olmalarına rağmen Barlas’tan çok daha fazla hedef alınıyor.

Burada soru şu: İktidara yaslananı görmezden gelme suretiyle kayıran, muhalefete geçeni ise sırf daha zayıf bulduğu için dövmeye devam eden bir muhalefet tarzı ne kadar muhaliftir? Ne kadar ilkeseldir?

DAĞDA DEĞİL DE ANKARA'DA GİBİ...

Sorulması gereken bir soru daha var. Herkesin kafasını karıştırması gerekirken yeterince üzerinde durulmayan.

HDP'yi ve yeni adıyla YSP'yi destekleyen aydınlara sorulmayan ya da sorulsa da cevabı bir türlü verilmeyen.

Her kritik dönemde PKK'dan Duran Kalkan, Mustafa Karasu, Bese Hozat gibi isimler çıkıp gündemi değerlendiriyorlar. Seçim hakkında konuşuyorlar. Kimin desteklenmesi gerektiğini kimden uzak durulması gerektiğini anlatıyor, analiz ediyor bazen de buyuruyorlar.

Günün sonunda bu açıklamaların hepsi iktidara yarıyor.

Bu açıklamalar iktidara "Bakın gördünüz mü, Kandil muhalefetle hareket ediyor! Bakın bakın, ahan da dediğimiz gibi!" deme imkanı veriyor.

Bu açıklamalar iktidar gazeteci ve yazarlarına fanfar korosu gibi hep bir ağızdan "Kandil muhalefeti destekliyorsa muhalefet de Kandil'i seviyordur. Görün bunları!" gibi çıkarımlar ve tezviratlar yapma fırsatı veriyor.

Yine de bu açıklamaları yapan "PKK şefleri" ne HDP tarafından ne de HDP'yi destekleyen aydınlar tarafından eleştirilmediği gibi, başlarına da bir şey gelmeden, öylece hayatlarına devam ediyorlar.

Sanki dağdaymış gibi değil de Ankara'nın göbeğindeymiş gibi ahkam kesmeye devam ediyorlar.

Kandırıp dağa çıkardıkları bir gencin kalan yaşam süresi ortalama beş yıl olduğu halde, bu kodamanlara bir şey de olmuyor.

Bunun hikmeti ne acaba?

Ortak noktaları ne?

Kürtçe bilmemeleri ile alakalı bir bağlam olabilir mi?

Evet yanlış duymadınız.

"Kürt kimliği için direniyoruz, asimilasyona karşıyız, o yüzden silah sıkıyoruz" diyerek 40 yıldır dağda Kürt çocukları ile yaşayan ve onları apır sapır ölüme gönderen bu kişiler Kürtçe bilmiyor.

Kırk yılda bu Kürt çocuklarından kırk kelime Kürtçe öğrenemeyecek kadar geri zekalı olduklarını düşünmüyorum. Tek sebebi olabilir: Gerek görmüyorlar, çünkü olay onlar için hiçbir zaman Kürtçe, Kürt dili, Kürt kültürü olmadı.

Asıl sorumuza dönelim: Nasıl oluyor da bu PKK şefleri dağda değil de sanki Ankara'nın Kızılay'ında parti genel merkezlerinde yaşıyorlarmışcasına her gün Türkiye'nin muhalefetine akıl ve nizam verir gibi akıllara seza bir haleti ruhiye içinde konuşup iktidara ve rejime kullanılacak koz verirken, bu durum HDP'yi destekleyen, Kürt hareketi üzerine kafa yoran muhalif aydınlar hiçbir şekilde problematize edilmiyor?

Var bir tuhaflık...

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar