Belediye seçimlerine gerek var mı?
Bundan bir süre önce Alaçatı’da minik bir oteli olan, yıllardır da Çeşme’yi çok iyi bilen bir anne-kız küçücük bir dondurmacı açtı. Gerçi Çeşme’de yıllardır bir Veli Usta vardı, ama bu aileninki ona alternatif bir Gelatocuydu. Bölgenin ekonomisi iki alternatifi kaldırabilecek durumdaydı.
Bu yaz Alaçatı’nın ana caddesinden Hacımemiş Mahallesi'ne kadar inen o kısa yürüme mesafesinde dikkat ettim, en az 10 tane başka dondurmacı açılmış. Belki sayı daha fazla bile olabilir. İki-üç dükkandan biri dondurma satıyor ve hepsi de Gelatocu.
Birkaç sene önce Provincetown’da tatildeydim. Ekonomik durumu bizden çok daha gelişmiş kasabada sadece tek bir dondurmacı vardı ve herkes halinden memnundu.
Bizdeki bolluk biraz fazla değil mi?
Bu filminin sonunu aslında biliyoruz. Ya önümüzdeki yaza ya da bir sonrakine bütün dondurmacılar toplu halde batacak. Kısa yoldan para kazanma niyetindeki pratik yaz esnafı daha evvel birbirinin aynısı meyhaneleri açıp batırdı, yerel halk kendi evlerini butik otele dönüştürüp batırdı. Şu anda hemen herkes elinde bir kornetle yürüyor, bir süre sonra bıkacaklar.
Konu tek başına dondurmacı değil. Aslında, herhangi bir planlama ve şehircilik olmadan, aç gözlü bir ihtiras ve hırsla Alaçatı’da bir yapılaşma cinayeti işleniyor. “Zoning” denen ve şehirciliğin en kritik planlama aşaması olan bölgeyi parçalara ayırma uygulaması buralara hiç ama hiç işlemiyor. O yüzden de her yaz gece kulüpleriyle evlerde oturanlar arasında tartışma çıkıyor. Mayo satan butikle ekşimiş barbunyayı taze meze olarak önünüze getiren geçici lokantalar yanyana duruyor.
NALBUR BAŞKAN
Alaçatı’nın girişinde yıllardır koskocaman bir Dalgıç Market tabelası durur. Daha Alaçatı ünlenmeden burada yer alan yapı marketin sahibi Muhittin Dalgıç herkesin tanıdığı bir nalburdu önceleri. Yerel yönetimlerde parti aidiyetindense şahsi tanışıklık önemli olduğundan belediye başkanı seçildi. Önce Alaçatı belediyesini, sonra da Çeşme’yi aldı.
Ve Çeşme’nin çöküşü de böyle başladı.
Nalburun en büyük gelir kaynağı inşaattır, bu bir matematik formülü gibi şaşmaz. Bir yerde yapılaşma arttıkça doğal olarak nalburlara talep artar. İşte Muhittin Dalgıç tam da böyle bir yapılaşma patlamasının ortasında, magazin sayfaları “Çeşme yıkılıyooo” diye haber yaparken belediye başkanı oldu.
Yaklaşık 10 sene önce Alaçatı’yı bir hafta sonu için ziyaret ettiğimde Dalgıç’la tanışmış ve yaklaşan tehlikeyi o zamanki köşemde yazmıştım.
“Bundan yedi-sekiz sene önce dışarıdan gelip Alaçatı’ya hayran olan İstanbulluların kasabanın bozulmasıyla ilgili endişelerini hiç paylaşmıyor. Yeni iş sahaları açılmasından, köylülerin para kazanmasından mutlu aksine” diye bahsediyordum Dalgıç’tan. “Canlanan ekonomiden bahsediyor, birbiri ardına açılan ve yerel dokuyla hiç ilgisi olmayan dükkanlar, butikler, restoranlar onu hiç mi hiç rahatsız etmiyor.”
Alaçatı’nın ruhunun bozulduğuna dair iddialara karşı da “Kendisinin ‘Buranın sorunlarını benden daha iyi mi bileceksiniz’ gibi bir tavrı da var. Bodrum örneğine karşılık da burada asla aynı hataların yapılmayacağını kendinden çok emin bir şekilde söylüyor” dedim.
Söylememe gerek var mı, bilmiyorum. Muhittin Dalgıç CHP’li bir belediye başkanı, ama sadece kağıt üzerinde. Diyorum ya, parti aidiyetinin buralarda pek anlamı yok. İzmir, Beşiktaş, Çankaya, Ataşehir gibi yerlerde fanatikleşen seçmen sorgulamadan oy verdikçe aslında eleştirdikleri AK Parti’den bin beterini yapan yerel yöneticiler ortaya çıkıyor, nalburun inşaatçılığın ve azgın yapılaşmanın önünü açacağını bile göremiyorlar.
FANATİK PARTİLİ SEÇMEN
İhalesiz dağıtılan işler, kaçak inşaat, otel görünümlü rezidanslar, yasadışı plajlar, SİT alanlarına tecavüz, deniz kıyılarındaki çöp ve molozlar, rüşvet, ihale yolsuzluğu, kaçak inşaat ruhsatı, tapu usulsüzlüğü iddiaları bu yaz da Çeşme’nin peşini bırakmıyor. Yaz başında İzmir Valiliği kasabanın görevdeki ve görevden ayrılmış üç belediye başkanı hakkında soruşturma izni verdi. Dalgıç, başka bir soruşturma kapsamında 2009 yılında tutuklanıp serbest bırakılmıştı.
Malibu’yu aratmayan Ilıca sahilinin hali içler acısı. Alaçatı’da ev sahipleri, işletmeler, otelciler hiç ama hiç Dalgıç’tan memnun değil. Konuştuğum bütün İzmirliler aslında yıllardır İzmir’in CHP’li belediye başkanı Aziz Kocaoğlu’ndan da şikayetçi. Ben de İstanbul’da hayatım boyunca Beşiktaş ilçesi sınırlarında oturdum ve hiçbir belediyeden hiçbir dönem memnun kalmadım. En son evimin olduğu sokağı biracılar istila etmişti.
Başka CHP’li belediyelerde de durum farklı değil. Seçmen küfrediyor ama yine de “Aman AK Parti gelmesin” diye aynı partiye oy veriyor. Demokrasiye en çok zarar veren de yerelden ulusala fanatik seçmenin körlüğü halbuki.
Bunu nasıl engelleyeceğiz?
Önümüzde yerel seçim var ve CHP’nin yaşayacağı iç tartışmayı hemen şimdiden söyleyeyim: Gürsel Tekin, İstanbul’a aday olmak için bayrak açacak. Ardından Kadıköy belediye meclisinde kendisine bağlı üç-dört üye karşılığı adaylıktan vazgeçecek.
Hepimiz yüksek siyasete kafayı takmış, Beştepe hakkında hesaplar yaparak sorun teşhis etmeye çalışıyoruz. Halbuki küçücük bir ilçe belediyesi tek başına vereceği zararı göremiyoruz. Sistem çarpık ve aradaki çatlaklardan bu küçük başkanlar faydalanıyor.
Hatta “tek adam” bile gücünü geçirtemiyor bazen yerel yönetimlere:
İstanbul’da “tırpılması” istenen gökdelenlerde de, Bodrum sahillerine “Buralara inşaat yapılmasın” diye talimat verilmesine rağmen talan edilmesi örneklerinde görüldüğü gibi arkadan iş çevrilebilen yerel yönetim sisteminde bir sorun olduğu ortada.
***********
ATANMIŞ BAŞKANI TARTIŞALIM
Bugün Türkiye’de yepyeni bir dönem açılıyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Meclis’te edeceği yeminle birlikte Türkiye kuvvetli bir merkezi otoritenin yönetimindeki yeni yönetim sistemiyle tanışıyor. Halkın tercihiyle geçilen bu sistemde çok başlılık ve kurumlararası çatışma yerine yürütme tek bir elde toplanarak verimlilik ve gelişme hedefleniyor. Dünya şartlarının ve siyasi iklimini bunu gerektirdiğine seçmen ikna edilerek bu yeni sisteme geçiliyor ve eski düzenin yarattığı sorunların artık önümüze gelmeyeceği bekleniyor.
Ülke yönetiminde bu kadar radikal bir adım atılırken yerel yönetimlerin hala bildiğimiz ezberlere takılıp kalması, gündelik hayatımıza çok büyük etkisi olan belediyeciliğin yorulmuş bir sisteme teslim edilmesi çelişkili değil mi?
Atanmış vali, seçilmiş partili belediye başkanı ve yine partili ilçe başkanı şehirlerde muazzam bir çokbaşlılık yaratıyor ve kimi zaman son sözü kimin söylediği belli değil. Belki İzmir Valisi'nin Alaçatı’nın halini görünce içi yanıyor ama onun çok çok altında olan bir belediye başkanının yarattığı terörün önüne geçemiyor işte.
***********
RADİKAL BİR REFORM
Merkezi yönetim yolsuzluğa bulaşan belediyelere müdahale edince ister istemez siyasi kamplaşma yüzünden de tartışma ve kaos çıkıyor, toplum daha da bölünüyor. Aslında hükümet Beşiktaş Belediye Başkanı'nı görevden alarak Beşiktaş’a iyilik yapıyor ama fanatik seçmen farkında değil. Madem ki Türkiye’de yepyeni bir döneme giriyoruz, yerel yönetimlerde de yapısal bir reform kaçınılmaz olmalı.
Valilerin seçimle geldiği, belediyeler üzerinde denetim etkisinin artırıldığı yapı bir alternatif olabilir. Ya da ilçe belediyelerini kaldırıp buralara yaşayan halktan oluşacak bir konseyin ya da meclisin doğrudan şehrin belediye başkanının altında çalıştığı bir sistem düşünülebilir.
Koskoca bir şehri kazanan bir partiye karşılık küçücük bir ilçenin başka partide olması başlı başına bir sorun zaten; belediyecilik becerisi olmayanlar “İktidar bizi engelliyor” bahanesine sığınıyor kendi yetersizliklerini örtmek için.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, belediyecilikten geldiği için bu sistemin yarattığı sorunların da farkındadır mutlaka. Durum böyleyken, “atanmış” ilçe belediye başkanlarının hiç değilse denetime tabi olacaklarından “seçilmiş”lere kıyasla hareket alanları daha sınırlı olacaktır. En azından caydırıcı olabilir.
Kuvvetli bir merkezi otorite hükümet politikalarında verimliliği sağlıyorsa bunun yerele uyarlanması neden mümkün olmasın? Yeni Türkiye’nin fanatik seçmenin baskısından çekinmeyip artık radikal değişiklikleri açık açık tartışabilmesi ve yeniliklerin önünü açması gerekiyor.
Yerel yönetim reformunu tartışmadığımız sürece kaybettiğimiz ülkemiz olacak.