Yabancı basın bunu neden yapıyor
Ekonominin başına gelen Berat Albayrak’ın ne yapacağını bilmiyorum, sadece iyi bir şeyler yapmasını ve hepimizin refah seviyesini yeniden yükseltmesini umuyorum. Ama yabancı basının ağız birliği etmişçesine Albayrak daha göreve başlamadan kıyamet senaryoları yazmasının nedenini çok iyi biliyorum. Batılı gazeteler, kendi devletlerinin de çıkarlarını gözetmek adına sınırsız basın özgürlüğü adı altında hep belli bir şablonla hareket ederler aslında. Başkan Erdoğan’ın ekonomi analistlerini ve dış basını yanıltarak ekonomiyi beklenmedik (ama kendisinin tam güvenini sağlamış) bir isme teslim etmesi ezberlerini bozdu. İstedikleri, IMF denetiminde, kendi kendine hareket etme kapasitesi uluslararası kuruluşlarca kısıtlanan bir Türkiye olmasıydı. Erdoğan bu beklentiyi bozdu. Aslında teslim olmayarak bile bile risk aldı.
O yüzden daha ilk dakikalardan “Yabancı yatırımcı artık asla Türkiye’ye gelmez” ya da “Türk parası değer kaybetmeye devam eder” havasını yaratacak haberler yapılmaya başlandı. Pazartesi gecesi kabinenin açıklanmasından kısa süre sonra yapılan haber ve analizlerin hızı ancak metin önceden yazılmış ve boşluklar isimlerle doldurulmuşsa mümkün olabilirdi. Sanırım kendi çıkarlarına göre bir olumlu, bir de olumsuz haber hazırlayıp gelişmelere göre yayına sürmüşler.
İŞLERİNE GELENİ GÖRÜYORLAR
Zaten çok uzun zamandır Batılı gazetecilerin Türkiye’ye yönelik tavrı da böylesi kolonyalist bir yaklaşımdan ibaret. Gördüklerini değil, görmek istediklerini yazıyorlar. Övgüleri de yergileri de abartılı ama daha acısı çoğu zaman Türkiye’nin kendi gerçeklikleriyle pek uyumlu değil.
Bunu bizzat yaşadığım için biliyorum. FETÖ tehlikesinin yeni yeni anlaşılmaya başlandığı ve kumpasla gazetecilerin hapse atılmasının zirveye ulaştığı 2011 yılında dış basına “İmam’ın ordusu”nun Türkiye üzerinde yarattığı terörü anlatmak istiyordum. Dünyanın büyük gazetelerinin dış haberler editörlerinin ise duymak istediği farklıydı. Onlar için Türkiye bölgenin yükselen yıldızıydı ve ABD çıkışlı Ilımlı İslam projesinin hayata gerçekleşeceği “model ülke”ydi. Arap Baharı’yla bölgenin yeniden şekilleneceği umudu vardı, Batı da kendisine ekonomik olarak bağımlı ama demokrasinin pek de ön planda olmadığı Ortadoğu ülkesi modeline sıcak bakıyordu. Devletin kritik kademelerine sızmış bir gizli örgütü dinlemek istemiyorlardı. Türkiye’de yaşayan ve ülkeyi gerçekten kavrayan bir-iki gazeteci (Claire Berlinski, Gareth Jenkins) dışında FETÖ tehdidini anlamıyorlardı, çok karmaşık geliyordu.
Zaten uzun yıllar Türkiye’de ve dünyada algı operasyonu FETÖ’nün tekelindeydi. Bu isimlerin sözlerine kutsal yazıt muamelesi yapan muhabirler de alternatif bir bakışı duymayı tercih etmez, kendilerini zorlamak istemez. Bu haberlerin manipülatif etkilerinin olduğunu piyasanın verdiği ani tepkilerden de anlamak mümkün. Henüz hiç denenmemiş bir yönetime tamamen temenni ve varsayıma dayanarak dış piyasaların sert tepki vermesinin başka açıklaması yok. Dış basında çıkan haber ve yorumlar algıyı yönlendiriyor sonuçta.
DEVLETİNİN ÇIKARINI KORUYAN GAZETE
Aslında yanıtı çok da uzakta aramamak, gazetelerin işleyişinin aşağı-yukarı dünyanın her yerinde aynı olduğunu hatırlamamız gerekiyor. Bakın, önceki gün T24’e konuşan Hürriyet yazarı Mehmet Y. Yılmaz kendi gazetesini nasıl tarif ediyor:
“Hürriyet bir halk gazetesi olarak Türkiye’nin genel hassasiyetlerine uygun yayın yapar. Bu genel hassasiyetleri belirleyen şey de cumhuriyeti kuran kurucu irade ve devlettir. O yüzden Hürriyet her zaman devletin yanındadır. ‘Türkiye Türklerindir,’ ‘Kıbrıs terk edilemez’ gibi temel politikaları vardır Türk devletinin. Hürriyet, herkese hitap etmeye çalıştığı için onun içinde kalır.”
Başka ülkelerin de kendi “devlet gazeteleri” yok mu?
İşte o ülkeler de Türkiye’nin kendi ayaklarının üstünde durmasını, ekonomik bağımsızlığını istemiyor. Bir yandan ekonomiyi toparlamaya çalışacak yeni yönetim diğer yandan da enerjisini dış etkileri savurmakla uğraşacak.
***********
SÖZLERİM SANSÜRLENECEK, BİLİYORUM
Önceki gün bir yabancı gazeteci yeni kabineyle ilgili görüşlerimi sordu.
Şaşırdım, çünkü normalde Türkiye temsilcilerinin fihristlerinde adım yer almaz benim. Onları ağırlamam, konsolosluk partilerinde onlarla “network” yapmam.
Türkiye’de yabancı dil konuşan, dış basına yazı yazan, ABD’de bir üniversitede ders veren bir gazeteci olmama rağmen yabancı muhabirler beni pek aramaz.
Çünkü hep onların duymak istediklerinin aksini söylerim…
Onlar 2000’lerde FETÖ’yü ve okullarını yere göğe sığdıramazken ben yurtdışındaki polisleri deşifre ediyor, örgütün karanlık yüzünü tutuklanma pahasına yazıyordum.
Şimdi de bana “Ekonomiyi Berat Albayrak’a emanet etti, bu bir felaket senaryosu değil mi” diye sorduklarında istemedikleri yanıtı verdim.
VERDİĞİM DEMEÇ İŞLERİNE GELMEDİ
“Ya başarılı olursa” dedim… “O zaman ne diyeceksiniz? Çünkü genelde Batı basını her zaman yanılmasıyla meşhurdur dedim… Eskiden nasıl abartılı övgülerle yaklaşıyorsanız Türkiye’ye şimdi de abartılı bir düşmanlık besliyorsunuz. Batı hem Türkiye’yi her fırsatta dışlıyor, hem de sanki Türkiye’yi umursuyormuş gibi yalancı bir hava içinde. Bu iki yüzlü tavır yüzünden de halk arasında Avrupa Birliği’ne girmek isteyenlerin oranı azaldı, ABD bir düşman gibi görülmeye başlandı ve genel olarak Türkiye içine kapandı.”
Devam ettim… “Ben biraz şans verilmesinden yanayım, başarılı olursa Türkiye yeniden yükselen ekonomisiyle yıldız ülke olur, biz refah içinde yaşarız, yabancı basın da Türkiye’deki kimi aksaklıkları eskiden olduğu gibi görmezden gelir ve ülkemizi övmeye devam eder.”
Bu sözlerimin yayınlanmayacağını biliyorum.