Türkiye'nin kalması en zor oteli
Bugünlerde hemen herkesin dilinde Alaçatı’da açılan ve namı kulaktan kulağa yayılan The Stay isimli bir otel var. Dışarıdan girmenin pek mümkün olmadığı, hatta öyle her isteyenin de kalamadığı, oda fiyatı çok yüksek olan ve amacı kar etmek değil de sanki sahipleri eğlensin diye yapılmış bir otel.
Elektrikli araba şarjları, şarj edilen scooter ve bisikletler müşterilerin hizmetinde bir yandan… İçeride durmadan müzik çalıyor ve gelenlere gürültüden şikayet etmeyeceklerine dair bir sözleşme imzalanıyor. Dışarıdaki dev duvarlarından içeride ne olduğuna dair en ufak bir fikir edinmek mümkün değil, çünkü tek bir ses dahi çıkmıyor. Bir yandan 24 saatlik bir parti sürüyormuş gibi The Stay’da, bir yandan da Zen bir hava hakim.
Önceki gün Türkiye’nin en merak edilen otelini ziyaret ettim. Şeffaflık adına otelde bedava konaklanmadığımı, ağırlanmadığımı belirteyim. Bu bir hanut yazısı değildir. Ama, ne yalan söyleyeyim, çok etkilendim.
1100 YILLIK BİR ZEYTİN AĞACI
Eski bir depoyu alıp yıkmışlar, bina alanını hiç genişletmeden aynen kimliğini koruyarak otele dönüştürmüşler. 24 oda aslında deponun içinde birer kutu gibi. Odalarda Numark pikaplar ve çeşitli plaklar var. Ayrıca bir evi inletebilecek kuvvette Harman / Kardon marka hoparlörler de her odaya yerleştirilmiş. Otelin ortaklarından Haldun Demirhisar’ın çektiği kadın fotoğrafları da odaların duvarlarını süslüyor, lobide ise Ertuğrul Ateş’in en ikonik Amerikan pop-art eserleri üzerine yaptığı yorumlar asılı. Bahçede ise yüzlerce ağacın arasında İtalya’dan getirtilen 1100 yıllık bir zeytin ağacı duruyor. (Eski zeytin ağaçlarına dünyada büyük bir trend var, 800 yıllıkları 75 bin dolar gibi fiyatlara satılıyor ve İtalya’dan zengin Orta Doğu ülkelerine ithal ediliyor.) Sahipleri yıllar önce yaptığı her şeyi bırakan, hatta eşinden boşanan ve köfteci açan Haldun Demirhisar’la MARS markası altında Menderes Utku’yla birlikte dev bir spor-sinema-eğlence markası yaratan Muzaffer Yıldırım. Yıldırım medyada iyi tanınıyor, ama Demirhisar geri plandaki beyin.
Mimarlık firması da bulunan Demirhisar’ın artık profesyonelliğe dönüşen bir marangozluk hobisi var. The Stay’daki bütün masa ve sandalyeler Karadeniz’de yıkılmak üzere olan ve eskiciler tarafından alınıp yakılacak evlerin tahtalarından oluşmuş. Tek bir ağaç kesilmeden yapılan her masanın kökenine ait evin fotoğrafı da var.
HER İSTEYEN GİREMİYOR
The Stay’in en büyük özelliği ise her isteyenin rezervasyon yapıp girememesi. Bütün bir yaz için bir oda tutmak isteyen bir müşteriyi reddetmişler, çünkü kim olduğunu bilmiyorlarmış. Zaten rezervasyon taleplerinin yüzde 60’ı reddediliyor, otelin havuzuna dışarıdan müşteri gelmesin diye astronomik bir ücret talep ediliyor kapıdan. Dışarıdan aşırı burnu havada bir tavır gibi görünse de The Stay’in dünyada muadilleri var ve bu sayede oteller ruhlarını koruyor.
İtalya’da 14 odalı bir otel olan şöhreti dünyaya yayılan efsane Hotel Il Pellicano yıllardır dışarıdan rezervasyon almıyor, sadece konukların referansıyla misafir ağırlıyor. Günümüzün gerektirdiği gibi web sitesi ve rezervasyon sistemi var, ama herhangi bir güne müsait oda bulmak mümkün değil. Zaten en düşük sezonda oda fiyatı 995 Euro’dan başlıyor ve otel de fiyatının pahalılığını kabul ediyor. “Evet pahalıyız, ama odalarımız büyük ve burası küçük bir yer” diyorlar. Az sayıda insana mükemmel hizmet vermek ve belli bir çıtayı korumak için de taviz vermiyorlar. Prada yöneticisi, Vogue editörü, İtalyan aristokratları gibi bir kitle Il Pellicano’nun müşterileri.
Fransız riviera’sındaki Hotel du Cap gibi oteller dünya jet-set’inin uğurladığı, star’ların rahatlıkla tatil yaptığı kurtarılmış bölgeler aslında. Biz sıradan insanlar içinse bu gibi oteller birer hayal dünyası, parlak dergi kapaklarında gördüğümüz masalsı hayatlar. İşte The Stay da Alaçatı’nın içinde böyle bambaşka ayrıcalıklı bir dünya vaat ediyor. Doğrusu, birkaç seneye otelin havuzunda Riccardo Tisci ve arkadaşlarının eğleneceğini şimdiden gözümde canlandırıyorum.
Aslında, bu otel Alaçatı’nın geleceğiyle de ilgili bir fikir veriyor.
***********
Herkes kendi bölgesine çekiliyor
Eskiden Alaçatı tek bir caddeden ibaretti. Tomris’in Köşe Kahve’sinden başlar, Sailors Otel ya da meydandaki kahvede kahvaltıyla devam eder, akşam Agrilia’da yemek ve yolun sonundaki Taş Otel’de biterdi. Kasaba içinde rahatça yürünür, Alaçatı’yı duyan şöhretler fiyatı yüksek ve yemekleri kötü Tuval’de kendilerini göstermeye başlarlardı.
Burası eski bir Rum köyüyken İstanbullular tarafından keşfedilmiş, taş evler elden geçirilerek aslına uygun bir şekilde onarılmış ve Türkiye’de o ana kadar eşi benzeri görülmemiş bir vahaya dönüşmüştü. Çok uzun sürmedi ne yazık ki…
Zamanla o yürüyüş yolunda Alaçatı modasından nasibini almak isteyenlerin lokantaları, meyhaneleri ve butik otellerinin sayısı arttı. Ana cadde ruhunu kaybedip bir dekora dönüştü, Alaçatı’yı güzelleştiren insanlar da terk edip gitti.
Bu modanın rüzgarına kapılan CHP’li belediyeler de Alaçatı’ya herhangi bir katkı yapmadıkları gibi yok olma sürecini hızlandırdı. Bolca dağıtılan ruhsatlar, plansız yapılaşma derken o güzel cadde tıpkı Bodrum’un barlar sokağı gibi bir nostalji artık.
ŞÖHRETLER GİTTİ
Yıllarca Bodrum’da tatil yaparken “Eskiden Hadi Gari’ye giderdik, Körfez ve Adamik ne güzeldi” diye konuşurduk arkadaşlarla. Bu konuşmaları yaparken de ya Bodrum’a bakan bir tepede, ya uzak bir köyde tepelere inşa edilen bir evde ya da teknede olurduk. Bodrum’daydık ama Bodrum çok uzak görünürdü.
Şimdi Alaçatı da benzer bir süreçten geçiyor. O ana cadde tıpkı Barlar Sokağı gibi duruyor ve turistler ellerinde dondurmalarla caddeleri aşındırıyor.
Yıllardır buralara gelenler ise kendi küçük ghetto’larını yaratarak kalabalıktan kaçıyor. Dondurma kalabalığı Alaçatı’da şöhret görmek için caddeleri yukarıdan aşağı dolaşıyor, ama herkes kendi köşesine çekildi.
Dizi oyuncuları Çiftlikköy’deki Fun Beach’ten çıkmıyor mesela. Geceyi de gündüzü de orada geçiriyor, belki arada yemek için bir yerlere gidiyorlar.
Alaçatı sahilindeki Isolée ise “beach club” kalabalığından kaçanların huzur bulduğu, dev şezlonglarda kaybolduğu saklı bir yer.