Konya'da Central Park vardı sanki
Türklerin genetik kodlarına işlenmiş bir mangal tutkusu var. Kışın kar yağsa bile küçücük balkonunda bir adam elinde faraşla ateşi tutturmaya çalışır ve çoğu zaman başarısız olur. Eminim pek çoğunuz tanık olmuştur bu sahneye. Tıpkı araba kullanmak gibi mangalı yakmak da Türklerin erkeklikle özdeşleştirdikleri, başkalarına son derece sıradan gelen şeylerdir. Bu yüzden de birileri sofrada saatlerce aç beklerken ortalama Türk erkeği ateşi tutturamadıkça agresifleşir, diğer eksiklikleri (maddi, cinsel) aklına gelip içindeki bütün öfkeyi kusar. Mangal keyfi diye başlayıp ağdalı bir dramaya dönüşen akşamlar bir Türk aile geleneğidir.
Yapamadığını anladığı birçok konudaki ısrarı gibi Türkler mangal tutkusundan da vazgeçmez. Öyle ki Berlin Belediyesi hiçbir şeyden kentin en büyük parkı Tiergarten’da mangal yapmakta inat eden gurbetçilerimizden çektiği kadar çekmedi…
İbrahim Tatlıses’in Almanya turnesinde otel odasında verdiği mangal partisi magazin tarihinin klasik haberleri arasında yer alır mesela. Bu haber Türklerin mangal bağımlılığını çok güzel özetler aslında.
PİKNİK BAHÇESİ İYİ FİKİR!
Çok da uzak olmayan bir zamana kadar bizde mangal-piknik keyfine herhangi bir denetim bile yoktu ve sık sık Belgrad Ormanı’nda piknik sonrası çıkan yangınlar haber olur, TRT’de kamuoyunu uyaran anonslar yayınlanırdı. Ormanlar sadece aşırı sıcaklardan ya da otellere arazi açma azgınlığından yanmıyor, bazen aydınlarımızı yaktığımız gibi ormanlarımızı da kendi kendimize, göz göre göre yakıyoruz.
Şimdi Konya’da açılan piknik bahçesi sosyal medyanın yeni alay konusu oldu. Yerel gazetelerde çıkan haberlere göre Konyalılar memnun bu asfalt tarlasından ama İstanbullular kendilerini her şeyle dalga geçmeye mecbur hissettikleri için bu konudan da üstünlük tatmini yaşıyorlar. Adeta ilk denemede ateşi tutturan bir erkek ilkelliği…
Konya kenti hiçbir koşul ve şartta mangaldan vazgeçmeyecek, bırakın kuralların pek işlemediği kendi ülkesini Almanya’da bile mangal uğruna otoriteyle karşı karşıya gelmeyi göze alacak Türk halkına en uygun çözümü buluyor.
Ayrıştırılmış piknik alanının mantığı belli. Arabalarıyla gidip kendilerine ayrılan küçük parselin önüne park edecekler, ufak bir çimde çocuklar oynayacak, betonun üzerinde ise erkek mangalı yakmak için çabalayıp duracak. Hanım da o arada piknik tüple çay demler. Böylece “kendin pişir kendin ye” saçmalığı ardında bir yıkıntı bırakmadan sona erecek. Geride bırakılan çöpler falan da belediye işçileri tarafından temizlenir.
“İşte AK Parti zihniyeti bu” diye küçümsüyor muhalifler ama Türkiye’nin en aydın insanları olduklarını iddia eden İzmir’in plajlarının da hali ortada. En güzel halk plajlarından Ilıca’yı bir Pazar akşamüstü görün, haline acırsınız. Uğur Dündar olmasa çöpünü toplayan yok.
En azından Konya’da belediye halkı tanıyor, belli bir alan tayin ederek kontrol altında tutuyor. Dalga geçmeden önce Türkiye gerçeklerini de hatırlamamız gerekiyor; bizim ülkemizde kimse Hermès sepetle pikniğe gitmiyor sonuçta.
HALKIMIZ EĞLENİYOR
Bu aşamaya kadar ton olarak Mine G. Kırıkkanat’ın o efsane “Halkımız eğleniyor” yazısını andırdığımın farkındayım. Bunu kasten yaptım. (Gerçi, hangimiz ortamlarda kınayıp gizliden gizliye hak vermemiştik ona o zaman?) Politik doğruculuğun ve ‘laissez-faire’ liberalizmin işlemediği alanlar var Türkiye’de, başında da çevre bilinci geliyor. Doğrusu, yıllarca itiraz ettiğimiz “Yassah hemşehrim” mantığı olmasa kalan küçücük çimenlik alan da yok olurdu.
“Bizim halkımız neden Central Park’taki gibi piknik yapmıyor” sorusu elitizm ya da tepeden bakma değil, ciddi ciddi tartışılması gereken toplumsal bir konu. Ancak çok küçük yaşta eğitim sisteminin sağladığı bilinçle önüne geçilebilecek bir sorun; birkaç kuşak sonra bilinç yerine oturacak. Ne yazık ki, Milli Eğitim’in yurttaşlık dersleri Türkiye’nin ne kadar büyük bir ülke olduğunu ve kimsenin bizi çekemediği doktrinini ezberletmek dışında pek yol katedemedi bugüne kadar. Erkekler için bu açığı askerlik kapatmaya çalıştı; birçok insan ışıkları kapatmak ya da sabunla yıkanmak gibi çok temel bilgileri askerlik sayesinde öğrendi. Şimdi benzer bir toplumsal temizlik eksikliği Orhan Gencebay deodorant satarak gidermeye çalışıyor.
Oysa kokmamak için illa deodorant kullanmak gerekmiyor, hatta deodarantların vücuda zararları konusunda pek çok araştırma da var. Üstelik terlemenin sağlıklı olduğu da tartışılmaz. Ben alerjik olduğum için kullanamıyorum mesela ama kokmuyorum da. Hatta o reklam çıktığında uzun uzadıya bu konuyu ele almayı da düşündüm, sonra vazgeçtim. Çünkü burası Türkiye…
Deodorant da Konya’daki piknik bahçesi gibi bir ara çözüm çünkü, hiç yoktan iyidir.