Bu diziyi izleyerek kaç kişiyi rencide edebiliriz?
Pet Shop Boys’un 2009’da çıkan ama çok popüler olmayan “Love, etc.” diye bir şarkısı var. Ana mesajı insana özgüven aşılamak… Zengin olmanın, özel jetle gezmenin, duvara Gerhard Richter tablosu asmanın tek başına bir anlam ifade etmeyeceğini, insanın daha fazlasına ihtiyacı olduğunu söylüyor. “İhtiyacın olan şey aşk” diyor ama bir gerçeğin de altını çiziyor: “Güzel olmak zorunda değilsin, ama faydası oluyor.”
Netflix’te kısa süre önce yayınlanmaya başlayan “Insatiable” (Doyumsuz) dizisini izlerken aklımdan bu şarkı geçti. Şişman (ve görmezden gelinen) bir genç kızın kısa sürede kilo verip hayata yeniden başlaması, işlerin bu sefer onun için iyi gitmesi fikri üzerine kurulu dizi. Zayıfladıktan sonra kendi seksapelini keşfeden genç kızı eskiden olduğu gibi erkekler reddetmiyor, hatta onunla birlikte olmak için yarışıyor. Güzellik yarışmasına katılacak kadar iddialı birine bile dönüşüyor. Tabii ki kendi güzelliğinin farkında olan her erkek ve kadın gibi o da kendini beğenmiş, bencil ve dış görünüşünün sık sık kullanmaktan çekinmediği bir silah olduğunu biliyor.
BUGÜNE KADAR YAPILAN EN İĞRENÇ DİZİ Mİ?
Dizinin daha fragmanından Amerika’da fırtınalar koptu. Hemen hemen bütün eleştiriler “Insatiable”ın Netflix’in bugüne kadarki en rezil, iğrenç, korkunç (sıfatları artırabilirsiniz) yapımı olduğunu yazdı. “Body shaming” yani insanın vücudundan utandırılmasının altını çizdiği, şişman, yeteri kadar güzel ya da çekici olmadığı için ezilen insanları rencide ettiğini söylediler. Dizinin yaratıcıları ise kara mizah yaptıklarını, abartılı vurgularla aslında bu ayrımcı kültürü eleştirdiklerini söyleyerek kendilerini savunuyorlar.
“Insatiable” gerçekten eleştiri amacına ulaşıyor mu, bilmiyorum, ama 12 uzun bölümü izlemenin gerçekten eğlenceli olduğunu utanarak itiraf etmem gerekiyor. Konu saçma, hikaye uzuyor, iki üç saate de sıkıştırabilirmiş…
Eleştirmenler bir dizinin aynı anda bu kadar çok grubu rencide edebilmesi karşısında şaşkın. Hakikaten de “Insatiable”da herkes ait olduğu grubun abartılı birer stereotipi.
Eşcinsel olduğu beş kilometre uzaktan belli, topuklu kadın ayakkabıları giyen ama evli bir erkek uzun süre kendi cinsel kimliğiyle yüzleşemiyor mesela. Karikatür lezbiyen tepkileri veren bir başka genç kızın kendisini bulması için de dizide epey vakit geçmesi gerekiyor. Tabii reşit olmayan genç bir erkeğin arkadaşının annesiyle birlikte olması, bekaretini kaybeden genç kızlar, kilise baskısı, Amerika’nın güneyinde yaşayan muhafazakarlar, beyaz ırk da her türlü alaydan nasibini alıyor. Herkes ama herkes aşırı abartılı, yer yer doz kaçsa da bir süre güldürüyor. Bir de bu dizi “Glee”den farklı olarak alışılmış ve geleneksel olanın dışındaki tiplere sempatiyle yaklaşmıyor, aksine onları birer mizah malzemesi yapıyor.
BİR ŞİŞMAN OLARAK…
Dizinin hedefe aldığı kategorilerin (şişman, vs.) birkaçına birden ait olan bir izleyici olarak ben izlerken rencide olmadım. Kendisi de fazla kilolarla boğuşan bir başka arkadaşıma sordum, o da keyif alarak izlediğini söyledi. Bir başka kilolu arkadaşıma da önerdim diziyi, ne düşündüğünü çok merak ediyorum.
Kendimizi üstün yaratıklar olarak görüp dış görünüşe önem vermiyormuş gibi görünsek de aslında hepimiz içten içe güzelliğe vurulur, en azından takdir etmesini biliriz. İstediği olmayan çocuklar ağlayıp sızlarken onlara dünyanın adil olmadığını anlatırız ya, işte bu eşitsizlik daha doğuşta başlar aslında. Bazı insanlar daha güzel doğar ve hayata birkaç adım önde başlar. “İnsanın kendi bedeninden utandırılması” daha çok kendi bedeninden utanmayanların politik doğrucu ve zorlama tavrı gibi gelir bana. Hani uzaktan konuşması kolay ya… Hiçbir şişmanın kendi bedeninden memnun olduğunu düşünmüyorum, ama bunun sürekli hatırlatılması rencide edici. Ve, evet, şişmanlık bir bedensel engel değil; insanın kendi kendine kontrol edebileceği bir durum. Neden tercih etmediği ise apayrı, karmaşık bir derin kuyu.
“Insatiable” bütün abartılı ve rencide edici mizahının altında aslında bu acı gerçekle hepimizi yüzleştiriyor. Evet, şişman ana karakter zayıfladıktan sonra hayatı güzelleşiyor ama sonra o hayatı yine yerle bir ediyor. Ama sonunda hayatta da, masallarda olduğu hep zayıf genç kız kazanıyor gibi bir his bırakıyor. Kazanmadığını düşündüğümüz, iyice kendini rezilliğe bulaştırdığı anlarda bile. Biliyoruz ki bir şekilde işin içinden çıkacak, kendini kurtaracak.
Güzel genç kızlar her zaman kazanır sonuçta. Hayatta da televizyonda da hikayenin ilerlemesi için başrolün kendini kurtarması, her şeyin yanına kar kalması değişmez bir kaidedir. Üzgünüm, bütün hayvanların eşit olduğu dünyada her zaman bazı hayvanlar daha eşittir. Güzel olmak şart değil, ama her zaman faydası vardır.