Bu süreç aynen Türkiye'de yaşandı
Yakın geçmişte Türkiye’de yaşananlar ABD’de olacakların provası mıydı? Sanki ortada bir model var, önce Türkiye gibi ülkelerde deneniyor, başarıya ulaştıktan sonra ABD’de uygulanıyor. Komplo teorilerine körü körüne teslim olsam gizli güçlerin Türkiye’yi bir deneme tahtası olarak kullandığına inanacağım.
Brett Kavanaugh’un Amerikan Anayasa Mahkemesi’ne atanma sürecinde muhalefetin, medyanın ve iktidarın tavır ve taktikleri fazlasıyla tanıdık geliyor. Özellikle işleyişi ve sonuç açısından Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı adaylığı sürecini anımsatıyor.
ABD’de bugün yargıcın engellenmesi için muhalefet sırtını nasıl #MeToo konusuna dayadıysa, o günlerde de Gül’ün önünü kesmek için Türkiye’de “laik atak” üzerine kuruldu bütün hesaplar. Çankaya Köşkü’nde başörtülü bir ‘first lady’nin yaşaması ihtimali bile laik hassasiyetleri canlandırmak, toplumu gaza getirmek için yeterliydi. Hala bu tür simgesel itirazların bir karşılığı olduğunu düşünülüyordu. İkinci yanılgı, yargı ve bürokrasinin de bu dalgaya destek vereceğini hesap etmekti.
ŞARTLAR İKTİDARIN ALEYHİNEYDİ
Aslında, görünürde bütün şartlar AK Parti’nin aleyhineydi. Tıpkı Trump’ın bugün ABD’de dışlanması gibi müesses nizam hala “öteki” olarak gördüğü AK Parti’yi bağrına basmamış, Erdoğan’ı kabullenmemişti. Eskiden gelen alışkanlıklarla hükümeti belirleme gücü olduğuna inanan merkez medya olası bir CHP-MHP koalisyonuna oynuyordu. “Laik sigorta” askerin de siyasette rolü hala vardı. Sokağa baksanız kadınlar, çocuklar ellerinde bayraklarla meydanlara koşuyor, Cumhuriyet Mitingleri yükselen yaygın bir itiraz dalgası olduğunu düşündürüyordu.
Medyanın da, muhalefetin de, bürokrasinin de istediği sembolik Cumhurbaşkanlığı makamına Vecdi Gönül gibi sembolik bir ismin atanmasıydı.
Tam o günlerde neler olduğu, nasıl pazarlıkların döndüğü belki ileride yazılır. Ama özetle Gül aday olmakta ısrar edince Erdoğan onu açıklamak zorunda kaldı. Medyaya Gül’e çekilmesine yönelik yayın yapmaları için ricada bulunanlar bile oldu, hatta Hürriyet istenileni yaptı. Ancak Gül’ün adaylığı kaçınılmaz olunca iktidar partisinin bu savaşı kazanmaktan başka çaresi yoktu.
Tıpkı Amerikan Demokratları gibi sayısal çoğunluğu olmayan muhalefet için tek seçenek eskiden tutan taktikleri devreye sokup kağıt üzerinde işi engellemekti. Hukuki prosedür, kanunların yorumunu tartışmaya açmak, Anayasa Mahkemesi’ne başvurmak, işi bürokrasiye sürükleyip sistemi kilitlemek…
Sonucu biliyoruz.
Medya, bürokrasi ve muhalefetin her adımı ters tepti, bütün taktikler karşı tarafın işine geldi. Bu büyük öngörüsüzlük ve yanlış hesabın hala iç sorgulaması yapıldı mı, emin değilim.
Her şey bir yana, Hürriyet’in Gül’e yönelik çağrısının tabanda “Zamanında ‘Muhtar bile olamaz’ demişlerdi, bunlar hep bizim aleyhimize çalışıyor zaten” diye yorumlanacağı nasıl öngörülemedi?
CHP’nin bürokratik hamleleri de “Bunlar eski alışkanlıklarından vazgeçmediler, demokrasiye saygıları yok” algısının biraz daha yerleşmesine yaradı. E-muhtıra, televizyondaki ultra-Kemalist tartışma programları, “Biz kaç kişiyiz” hareketi de faydadan çok zarar verdi muhalif dalgaya.
Özellikle başörtüsü meselesinin gündeme getirilmesi geçmiş mağduriyetleri, yıllardır süregelen ayrımcılığı hatırlattı. Muhafazakar kesim bir kez daha kendilerinin küçük düşürüldüğünü, kendilerini bu ülkenin sahibi ilan edenlerin bir kesimi dışladığını düşündü.
TARİH NASIL YAZILACAKTI?
Kavanaugh’un atanması için ilk günden beri canla başa mücadele eden senatör Mitch McConnell önceki gün New York Times’a şu tespiti yaptı:
- Senato üyelerini evlerinde rahatsız etmek, koridorlara korkunç davranışlar sergileyen insanları doldurmak, bizi küçük düşürmeye çalışmak tabanı birleştirmeye yaradı. O yüzden bize yaptıkları yardımlardan dolayı bu palyaçolara teşekkür ediyorum.
Kavanaugh ataması engellenseydi Trump’ın devirme süreci hız kazanacak, muhalefet kazandıkları zaferle gaza gelecek ve hareketlenecekti.
Gül’ün seçilmemesi durumunda Türkiye’nin yakın tarihi nasıl yazılırdı kim bilir…
Kim bilir, belki de görünmez el dünya siyaseti kendi kendine tasarlamıyordur. Belki de bütün bu benzerliğin açıklaması daha basittir: Sol parti beceriksizliği.
***
New York Times kendini kullandırttı mı?
Yargıç Kavanaugh’un atanmasının önündeki en büyük engel lise yıllarından tanıdığı Dr. Christine Blasey Ford’ın ortaya attığı cinsel taciz iddialarıydı. Bir partide Kavanaugh’un üzerine çıkıp kıyafetlerini zorla çıkardığını, eliyle kadının ağzını kapatıp tecavüz etmeye yeltendiğiydi.
Dr. Ford önemli bir tanıktı. İnandırıcı, güvenilir, zeki…
İkinci iddia da yenilir yutulur değildi.
Harvey Weinstein’ın düşüşüne neden olan cinsel taciz iddialarını araştıran, yaptığı bu haberle Pulitzer alan ve #MeToo hareketinin simgelerinden Ronan Farrow’un bir haberi ortalığı sarstı. Woody Allen ve Mia Farrow’un oğlu New Yorker yazarı Farrrow, Jane Mayer’le birlikte bu sefer yargıcı Yale’den tanıyan bir kadının ifadelerini yayınladı. Kavanaugh cinsel organını çıkarıp kadının yüzüne sallamıştı.
Yargıç bütün bu iddiaları reddediyordu; Beyaz Saray yine de panikteydi.
New York Times devreye girdi ve Yale iddialarını araştırmaya başladı. İkinci tanığın iddialarını doğrulayacak bir kişi bile bulamadılar sonuçta. Times’ın haberi Beyaz Saray’ın elini rahatlattı. “Düşman gazete” bile “Bu işten bir şey çıkmaz” diyordu sonuçta.
Kavanaugh’a yönelik üçüncü bir iddia Trump’la ilişkiye girdiğini iddia eden porno yıldızı Stormy Daniels’ın avukatından geldi. Üçüncü bir kadın Kavanaugh ve arkadaşlarının toplu tecavüz partileri verdiğini, kendinin de bu partilerin birinde tecavüze uğradığını söylüyordu. İddiaların elle tutulur bir tarafı yoktu; kadının inandırıcılığı tartışmalıydı, dahası bu iddiaları doğrulayacak tek bir tanık bile yoktu. New York Times bu konunun üzerine atlamadı gerçi ama yüzlerce haber sitesi, sosyal medya hesapları bu deli saçması iddiaları gündeme getirdi.
Cumhuriyetçi bir senatöre göre Cennet’ten bekledikleri Kudret Helvası bu üçüncü kadındı.
Yalanlanması ilk iki iddianın da hafife alınmasına neden oldu. Bir yanlış belki de iki doğruyu götürdü. “Bütün bunlar siyasi komplo” algısı kabul gördü ve senatörler taciz konusunu ciddiye almamaya başladı.
DAİMA GÜCÜN EMRİNDE
Medya ne yapmalıydı?
Doğrusu, “amiral gemisi” gazetelerin muhalif tutumlarına rağmen son kertede devletin yanında oldukları ortada. Seçimden önce Hillary Clinton’ın e-mail’lerini abartan, seçimlerde Rusya’nın dahli olduğunu yeteri kadar araştırmayan New York Times’dı. Alelacele yaptıkları soruşturmacı gazetecilikle Yale iddialarını doğrulatmayıp iktidarın elini rahatlatan da aynı gazete. Bush yönetiminin Irak’ı işgal etmek için yalan bilgileri beslediği, Saddam’ın nükleer silahlara sahip olduğunu yazan New York Times…
Görünürde bağımsız, tarafsız, Trump karşıtı… Ama “güç” neyi emrederse bilerek ya da bilmeyerek onu yapmıyor mu? En büyük sırları ne yapıyorlarsa usturuplu, gizlice, çaktırmadan yapmaları.