FETÖ liderine suikast yapılacak mı?
Yapılmasın, hatta Fetullah Gülen asla Türkiye’ye iade edilmesin, Amerika’daki korunaklı hayatını yaşamaya devam etsin diye yoğun bir kampanya sürüyor. NBC News geçen hafta ortalığı karıştıran bir haberle Türkiye’nin Trump’la Gülen pazarlığı yaptığını iddia etti. Anında yalanlanan habere göre Amerikan tarafı Türkiye’ye Suudi Arabistan üzerindeki Cemal Kaşıkçı baskısını azaltmak için Gülen’i iade etmeyi önermiş.
İki devlet arasında milli güvenliği ilgilendiren pazarlıkların kapalı kapılar ardında yapılması, her türlü ihtimalin tartışılması doğal. Devletler arası gizliliğin nedeni muhtemel bir operasyonu her iki tarafa da zarar vermeyecek şekilde yürütmek. Türkiye elindeki her türlü kozu devletin bir numaralı düşmanı FETÖ lideri için kullanacak elbette; sonuçta diplomasi böyle yürüyor.
Önemli olan en sakin ve kitabına uygun bir şekilde işleyişi götürmek.
Bu gibi sızıntı haberlerin ise tek bir amacı var: Süreci baltalamak. Nasıl MİT’in Oslo pazarlığı basına FETÖ’cüler tarafından sızdırıldıysa NBC News’ün bu kadar iddialı bir senaryoyu haberleştirmesi de Beyaz Saray’ın elini kolunu bağlama maksatlı.
Basın daha önce Trump’ı zor durumda bırakmak için göreve geldiğinde danışmanı olarak görev yapan ve Türkiye’ye para karşılığında lobicilik yapan Michael Flynn’i deşifre etti, sonunda görevden alındı. Flynn hala koltuğunu korusaydı Fetullah Gülen çoktan Silivri Cezaevi’nde olacaktı halbuki.
GÜLEN’İ ABD’DE KORUYANLAR VAR
Bugüne kadar Türkiye’nin Gülen’in iadesine yönelik stratejileri Amerikan devletinin iç çekişmesine kurban gitti.
NBC News sızıntısından anlaşılansa ABD içinde hala bir kliğin Gülen’i koruduğu. Bir kısmı FETÖ’cüler tarafından besleniyor olabilir; silah lobisi, sigara lobisi gibi büyük bağışlarla satın alınan siyasetçiler ABD’de epey yaygın sonuçta. FETÖ de yıllar içinde oyunun kurallarını öğrendi, bölge temsilcilerinden başkan adaylarına kadar yıllardır bağış yapıyor. Ayrıca lobicilik faaliyetlerinde de epey tecrübe kazandılar, kendilerini Kongre üyelerine, basına, üniversitelerine mağdur gibi tanıtmayı, insanları kandırmayı beceriyorlar.
New York Magazine mesela geçenlerde Gülen’den “muhalif figür” olarak bahsediyordu, New York Post ise “Türk hükümetine eleştiriler getiren” diye… Sanki Gülen devleti ele geçirmek isteyen bir terörist değil de, düşünceleri yüzünden sürgüne götürmek isteyen biri.
Ancak bir grup daha var, onların tek derdi Trump. Türkiye ya da Gülen umurlarında değil, amaç Trump’ı bir şekilde görevden indirmek ve sivil darbeyle Beyaz Saray’ı ele geçirmek. Zaten devlet içinde, Beyaz Saray’da bu kadar sızıntı olması da bunun işareti.
TRUMP’A KALSA İŞ KOLAY
Zira Trump için Gülen’in bir çöp kadar değeri yok. Green Card sahibi olması falan umurunda değil, çıkarları gerektiriyorsa kurtulmak ister. Cemal Kaşıkçı’nın ölüm haberini alır almaz Suudi parasından bahsetmesi de Trump için insan hayatının bile önemi olmadığını gösteriyor zaten. Sırtındaki yükten kurtulmaya kararlı, kendi terazisinde de Türkiye’yle iyi geçinmek “derin ABD”nin koruduğu Gülen’i korumaktan daha ağır basıyor. Tabii şimdilik, çünkü ABD de Başkan da kaypak.
Gülen er ya da geç iade edilecek, orası kesin.
Bunun zamanlaması ise Trump’ın ABD’deki gücüne bağlı. 2020’deki seçimlerde ikinci döneme seçilirse (ki göstergeler bu yönde) Türkiye’nin işi kolaylaşır. ABD’de bir hükümet krizi anında ise Gülen biraz daha zaman kazanır.
***
Benim kuşağımı en çok etkileyen film 25 yaşına bastı
Nisan ve Mayıs ayında New York’ta yapılacak Tribeca Film Festivali “gençlik filmi” kategorisinde sayılabilecek “Reality Bites”ın 25. yılını kutlayacak. Filmin hem yönetmeni hem de oyuncusu Ben Stiller’la birlikte Ethan Hawke, Winona Ryder ve Janeane Garofalo’nun da aralarında olduğu tam kadroda gösterimde olacak.
Son günlerde bundan daha heyecanlı bir haber almadım.
Lisedeyken ziyarete gittiğim bir Amerikan üniversitesinin yatakhanesinde bir kış günü VHS’ten izlediğim “Reality Bites” hayatımdan hiç çıkmadı. DVD’sini eskittim, DVD’ler tarihe karıştıktan sonra da sakladığım az sayıda filmden biri. Hemen her sahnesini bilmeme rağmen her an lazım olabilir, tekrar izlemem gerekebilir diye.
Dönemin MTV, Gap, 7/11’in “Big Gulp” içeceği gibi sembolleri, koleksiyonerlerin meraklı olduğu aksiyon figürleri, “Biri Bizi Gözetliyor” kültürünün başlangıcı, kitaplardan alıntılar yaparak laf yapıştırmak gibi temalarla Ethan Hawke’ın sevgilisi Lisa Loeb’ın “Stay” şarkısını ezberletti ve hiç bilmeyen bir kuşağa Peter Frampton’ı tanıttı film.
Tabii fazlasıyla Amerikan kültürünün ürünü; Nirvana, Pearl Jam gibi grupların çıktığı 90’larda Amerika’da genç olmanın filmi.
Ben yapmadım ama o yıllarda telefonu “Mutsuzluğumuzun Kışı’na hoşgeldiniz” diye açanlar olduğuna eminim.
Geçen sene SXSW’te Ethan Hawke’la konuştuğumda bu film yüzünden X Kuşağı’nın poster çocuğu olarak anılmaktan ne kadar sıkıldığını söylemişti. Ancak zamanla Troy Dyer karakterini nasıl sahiplendiğini, kendinle barıştığını söyledi. “Reality Bites”ın bugünlere bir klasik olarak kalmasından, bizim kuşağı bu kadar çok etkilemesinden o da artık memnundu.
Troy Dyer her şeyi herkesten daha iyi bilen, sistemle kendi kendine mücadele eden ama toplumun beklentilerine karşılılık vermeyen bir asiydi. Sistemin dayatmasına karşı çıktığı için iş aramıyordu mesela, mülkiyete inanmadığından arkadaşlarının koltuğunda yatıp kalkmak ona koymuyordu. Müzisyendi ama alternatif kalmak istiyor, şöhreti reddediyordu. Tabii bu arada herkesi kendisine aşık ediyordu.
Winona Ryder, Ethan Hawke“Günümüzün Troy Dyer’ı kim sizce” diye sordum Hawke’a. “Ben!” dedi. Oyunculuğa başlayan kızının “Stranger Things” provalarından geçtiğini, yeni sezonda yer alacağını, müjdeli haberi de ona Winona Ryder’ın verdiğini anlattı. Hayat böyle tuhaf tesadüflerle işliyor bazen.
90’larda hepimizin idealize ettiği bir başka karakteri daha canlandırmıştı Hawke. “Before Sunrise”la başlayan film serisinde Avrupa’yı trenle başıboş gezen Jesse’yi. Filmin ilkinden 18 yıl sonra çekilen üçüncü bölümde Jesse ve Celine evli, çocuklu ve evli-çocuklu çiftlerin girdiği türden krizleri atlatmaya çalışıyordu. Eski romantiklikten eser kalmamış, hayat fazlasıyla gerçekliğini zamanının bu genç aşıklarına da dayatmıştı.
Ethan Hawke da artık X Kuşağı’nın poster çocuğu değil. Uma Thurman’la yaşadığı sarsıntılı evliliğin ardından büyüdü. Sinemada güzel erkek rollerini oynamıyor, istediği konularda belgeseller, küçük bütçeli filmler çekiyor. Bu sene “First Reformed”daki rolüyle Oscar adayı da olabilir. O da büyüdü, izleyenler de…
Kolay değil, üzerinden 25 sene geçmiş işte. Belki de filmi bu kadar sevmemin nedeni hepimizin ideallerini, hayallerini kaybetmediği o yılları hatırlatması.