Peki şimdi ne olacak
Aslında, İstanbul’a kimin belediye başkanı olacağı önemli değil. Bu süreçte muhalefet ya da iktidar fark etmeksizin kurumları korumak önemli. Ne yazık ki sayıları azımsanmayacak bir seçmen kitlesinin gözünde YSK epey yıprandı. Dahası, önümüzdeki günlerde şimdiden yayılmaya başlayan komplo teorileri ve temelsiz hurafeler de daha yüksek sesle dillendirilecek. Seçimlerin sonucunun belli olduğu gibi…
Oysa Türkiye’de nadir iyi işleyen şeylerden biri seçimler. Hem katılım oranı yüksek, hem de halk nezdinde sandıktan çıkan sonuca saygı sonsuz. Hepimiz sandığın bir şeyleri değiştirebileceğine inanıyoruz. Dahası, demokrasinin başka itiraz yöntemlerine pek sempatik bakmayan halkımız da tepkisini en net sandıktan sandığa gösteriyor. Çıkan sonuç her zaman herkesi memnun etmiyor elbette, ama aksayan demokrasimize rağmen sandıktan çıkan sonuca saygı gösteriyor çoğunluk.
Nispeten genç bir ülke, ondan daha da genç bir demokrasi olmamıza rağmen en azından seçimlerin ne kadar önemli olduğunu bu kadar zamanda benimsemişiz. İşte önemli olan da sandıktan kimin çıktığına takılmak değil, seçimlere olan inancımızı korumak.
Aksi halde dönüşü olmayan bir yola girilir; sandığa olan inanç kayboldu mu yerini kaosun alması kaçınılmazdır. Oluşacak şüphe ne iktidara ne muhalefete yarar; aksine kaos ülkeyi bölmek isteyenlerin, PKK’nın, FETÖ’nün işine gelir.
“SEÇİMLER BİR ŞEYİ DEĞİŞTİRMİYOR Kİ” ANLAYIŞI
Doğrusu, İstanbul seçimlerinin iptal edileceğini, önünde seçimsiz dört buçuk yıl olan iktidarın böyle bir arzusu olduğuna inanmayanlardandım. Ama YSK’nın kararı kesin ve dönüş yok. Bu durumda her iki tarafın da yapması gereken 23 Haziran’a kadarki süreci demokrasi daha fazla yara almadan yürütmek.
İktidar kuşkulu muhalif seçmene seçimlerin adil ve şeffaf bir şekilde yapılacağına ikna etmeli. Sayımın ardından çıkacak sonucun artık kesin sayılacağını, tekrar muhalefet adayı kazansa bile bu duruma itiraz edilmeyeceğini taahhüt etmeli. Zira şu anda Türkiye’yi bekleyen en büyük tehlike “Seçimler bir şeyi değiştirmiyor ki” anlayışının yaygın kabul görmesi; kurumlar çökerse kitleler alternatif çözüm arayışına girer.
Seçim öncesi düzeyi yukarıda tutan, kampanyayı çirkinleştirmeyen, seçildikten sonra da süreci mükemmel yöneten muhalefetin de görevi büyük. Muhalefet kendi seçmenini sandıktan kuşkulanmamaya ikna etmeli. Özellikle bu dönemde komplo teorilerinden, seçmenin moralini bozacak hayali senaryolardan kaçınılmalı. Sadece veriye ve bilgiye dayalı mesaj vermeli, özellikle de kaosa yol açabilecek söylem ve çağrılardan kaçınılmalı. Sandığa olan inancı korumak iktidar kadar muhalefetin de görevi.
YSK’nın iptal kararı bir alışkanlık değil, bir anomali olarak yer etmeli sancılı demokrasi tarihimizde.
***
Medyaya bir ombudsman gerekiyordu, geldi
Faruk Bildirici kendi adını taşıyan web sitesinde yazılarına başladı, öncelikle duyurayım. Hürriyet’in okur temsilciliği görevinden zülfüyâra dokunduğu için el çektirilen deneyimli gazeteci şimdi bütün medyayı eleştirecek.
Epeydir böyle bir “watchdog” eksikliğini hissediyorduk etik ve ilkenin bir anlamının kalmamaya başladığı Türk medyasında. Ben de medya eleştirisi yapmayı çoktandır ihmal ediyordum, bu vesileyle bana da bir motivasyon olacak Bildirici’nin yazıları.
Aslında geçmişte İstanbul Bilgi Üniversitesi içinden Medyakronik medya eleştirisine soyunmuştu, ancak liberal ideoloji ve kişisel takıntıların eseri oldukları için bir süre sonra inandırıcılıklarını kaybettiler. İçlerinden biri de sonradan FETÖ’nün hizmetine girdi zaten.
Faruk Bildirici’nin en önemli avantajı kıdemine ve objektifliğine kimsenin laf söyleyemeyecek oluşu. Medya eleştirisi yaparken kişisel ilişkileri ya da ideolojiyi değil, evrensel gazetecilik ölçülerini kıstas alıyor. En önemlisi, bu meslekte kişisel olunmayacağını da biliyor.
Zor bir işe kalkıştığı kuşkusuz, zira zaten az sayıdaki arkadaşları şimdi daha da azalacak. Ama belki bu sayede hepimizin kendi evimizin önünü süpürmesine faydası olur.
Umarım eleştirilerinden ben de en sert şekilde nasibimi alırım. Ben de onunla tartışmak için sabırsızlanıyorum.
***
CDMX bölüm iki
Meksiko izlenimlerimi yazacağımı söylemiştim, ama kimsenin böyle bir gündemde okuyacak hali olduğunu düşünmüyorum. Doğrusu bu kadar tartışma arasında seyahat yazısı yazmak da okurla alay etmek gibi geliyor bana. O yüzden erteliyorum, bir gün gündem izin verir belki.
Yine de merak eden olursa kısaca şunu söyleyeyim: Gidin, bir hafta kalın, sokakta ne bulursanız yiyin. Devamını neşemiz yerinde olduğunda konuşuruz.