Ben buradayım ey okuyucu sen neredesin
Geçen hafta Nihal Bengisu Karaca’nın yazısının altındaki bir okur yorumu beni bir kez daha karamsarlığa sürükledi. Epey bir süredir yazarla okur arasında giderek büyüyen bir uçurum olmaya başladığından endişeliydim, galiba aradaki açık kapanmayacak kadar büyüdü artık.
“Yazılarınızda daha çok anlaşılır Türkçe kelimeler kullanabilirseniz memnun olurum,” diyor okuru Karaca’ya. “Sözlükle yazı okumak alışkanlıklarım arasında değil.”
Konuşmamı duyan herhangi biri Türkçe konusunda ahkam kesemeyeceğimi bilir. Ama bir yazarı eleştiren okurun bizzat kendi Türkçesinin bozukluğunu görmemem de mümkün değil. Yine de Bengisu’nun yazısını bu gözle bir kez daha okudum, benim bile bilmediğim bir tek kelimeye, deyime rastlamadım. Jargona boğulmuş, ağdalı dille yazılmış bir yazı da değildi. Akıcı ve anlaşılır yazma konusunda diğerlerinin epey ilerisinde bir yazar sonuçta. Özellikle baktım, hangi kelimeye takılmış olabilir, hangi kelime sözlüğü açtırmaya yetmiş olabilir diye…
Başlıktaki “akim bırakma” mı, yazıda geçen “diskur” veya “vandal” kelimeleri mi acaba?
Ortalama bir gazete okurunun, hadi onu da bıraktım, lise mezununun bilmesi gereken kelimeler. Kaldı ki ne zararı var bir yazar zor kelimeler kullansa, okura sözlüğe bakma alışkanlığı getirse? Yeni bir kelime öğrenmenin nasıl bir zararı olabilir? Gazeteci kamu hizmeti yapmış olur en fazla.
OKUDUĞUNU ANLAMAYANLAR KUŞAĞI
Sorun şu: Türkiye’de hayatın her alanında olduğu gibi okur-yazarlık konusunda da çıta giderek düşüyor. Daha da kötüsü, düşen çıtaya direnenler, belli bir seviyeyi tutturmaya çalışanlar da diptekiler tarafından sürekli aşağıya çekilmeye çalışılıyor.
Benzer bir durum Ayşe Kulin ve Elif Şafak’a verilen tepkilerde de var. Okuduğunu anlamayan, hatta okumaya hiç niyetli olmayan kendini bilmez bir kitle iki yazarı kolaylıkla hedef gösterebiliyor. Daha da korkunç olanı sosyal medyanın verdiği filtresiz görüş belirtme fırsatından güç alıp polisi, savcıları göreve çağırmaları, bir kısmının bizzat Emniyet’i @’lemesi. Muhbir vatandaşlık epey kolaylaşmış; eskiden en azından bir gören olursa belki ayıp olur diye yeltenmezlerdi, ekran karşısında hadsizliğin sınırı kalmadı artık.
Birkaç kendini bilmezin deli saçmasını ne yazık ki ciddiye alanlar da var. Sözcü mesela Ayşe Kulin’in pedofiyi övdüğü saçmalığının üzerine atladı, Aydınlık “Daha beteri Elif Şafak’ta var” diye hedef yaptı o kim olduğunu bilmediğim erkek yazarın pedofili tartışması ateşleyen kitabının gündeme gelmesinden sonra. Bir de bu yayın organları aydınlık insanları, muhalifleri temsil ettikleri iddiasındalar.
Aklı başında, serinkanlı, okuduğunu anlayan insanlar nerede peki? Bir yerlerde olduklarına eminim ama seslerini duyurmuyorlar. Zaten işi gücü olan, sağlıklı düşünen biri sosyal medyada kendi kendine neden havlayıp durur. Makul insanlar makul tepkilerini gerektiğinde eleştiriyorlar, ama çoğunlukla ortada görünmüyorlar haklı olarak. Çünkü sosyal medya giderek bir kanalizasyona dönüştü, kim bulaşırsa üzerine pislik sıçrıyor.
TEK ÇÖZÜM DİRENMEK
Makul insanlar sessiz kaldıkça cahil ordusunun sesi de giderek gür çıkıyor. Başka okurlar kadar Emniyet, savcılar da bu kampanyalardan etkileniyor. Sosyal medyada konuşulup gözaltına alınan insanlara dair son zamanlarda haberlerin artması boşuna mı?
En kötüsü, gazetecilik mesleğine de zarar veriyor bu azınlık. Bir kere hiç kimse artık yazıların tamamını okumuyor, başlığa ya da bir tweet’e göre yargısını belirtiyor. Başlıklarda oyun, yaratıcılık, zeka da kalmadı bu yüzden; ironi çoktan ölmüştü zaten.
Epeydir kafamı bu cehaletle nasıl mücadele edilmesi gerektiğine yoruyorum, ama sonunda hep pes ediyorum. Geldiğim nokta “Değmez” oluyor hep.
Cehaleti normalleştirmeye, herkesi kendileri gibi hayatın her alanında düşen çıtaya uymaya mahkum bırakanlarla savaşmak bir Don Kişot mücadelesi değil mi?
Sözlüğe bakarak yazı okumak istemiyormuş…
Hakikaten bu insanlara yazı yazmaya değer mi?
Aklımdan küfürler, İlber Ortaylı’ya atfedilen “Çok cahilsin keşke ölsen” caps’leri geçiyor tabii.
Ama bildiğim tek esaslı çözüm yolu inadına direnerek kendimizi korumamız… En azından kendi entelektüel sağlığımız için.
İnadına sözlük kelimeleri seçelim.. İnadına uzun cümleler kuralım. Çıtayı ısrarla, yer yer anlaşılmamak pahasına yukarıda tutalı. Yoksa bu kalabalık hepimizi boğacak, hepimizi kendi oldukları çukura çekecek.
***
Birkaç gün yokum
Önümüzdeki hafta seyahatte olacağımdan birkaç gün izin kullanacağım, dönüşte görüşmek üzere.