Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        AKLIMDA KALAN KİTAPLAR

        Çöken bir evlilik ve çöken bir ülke

        Bu sene sinemaya adapte edilen “The Goldfinch” romanı çıkar çıkmaz herkesin elindeydi New York’ta. Okumamak bir ayıptı adeta ve 800 küsur sayfalık roman su gibi aktı. 800 küsur sayfalık romanın su gibi akabileceğini hiç düşünmezdim. Benim için 2010’larda en çok aklımda kalan roman ise tam da 10 yılın başında çıkan Jonathan Franzen’in “Freedom”ıydı. Bush yılları ABD’sinde dağılan bir evliliği anlatan roman bundan çok daha fazlası tabii ki. Okuduktan sonra etrafımdaki insanları Walter ve Patty olarak ayırmaya başladım. Jennifer Egan’ın “A Visit from the Goon Squad” romanına ise bitirir bitirmez yeniden başladım. “İt Kopuk Takımı” adıyla Türkçeye çevrilen bu romanın Brooklyn’deki ilk evimin mahallesinde yazıldığını öğrenince anlamı benim için daha de değişti. “Bir gün bir kitap okudum, hayatım değişti” kategorisinde ise Paul Auster’ın “Sunset Park” romanını sayabilirim. Bu romanı okuyana kadar Brooklyn’e bir kere gitmiştim sadece, ama okuduktan sonra her şeyi bırakıp tıpkı romandaki karakterler gibi buraya taşınıp yeni bir hayata başlamayı hayal ettim. Ve şartlar bu hayalimi aynen gerçekleştirdi.

        Son olarak, evet ayıbım ama Elene Ferrante’yi hala okumadım ama bu sene Napoli’ye gittim ve okumam şart oldu.

        Bahsetmeden olmaz: Patti Smith-“Just Kids.” Ta-Nehisi Coates-“Between the World and Me.” Claudia Rankin-“Citizen.” Emine Uşaklıgil-“Benim Cumhuriyetim.” Madeline Albright-“Fascism: A Warning.” Bruce Springsteen-“Born to Run.” Rob Lowe-“Stories I Only Tell My Friends.” Tina Fey-“Bossypants.”

        EN İYİ TELEVİZYON DİZİLERİ

        25 sene önceki cinayet ekranda hala güncel

        Bazı fenomenleri gönüllü olarak kaçırmayı seviyorum, o yüzden “Game of Thrones” izlemedim ama kültür üzerindeki ağırlığını çok iyi biliyorum tabii ki. Ama yine de son 10 yılda aklımda en çok kalan dizi -şaşırtıcı bir şekilde- “American Crime Story: People vs. O.J. Simpson” oldu. Evet, bu son 10 yılda “Breaking Bad”in mükemmel bölümleri yayınlandı, “Veep” siyasi komedinin kitabını yeniden yazdı, “House of Cards” ve “Scandal”la siyasi absürdü, “Revenge” ve “You” gibi dizilerle çöpten zevk almayı öğrendik. Ama 25 sene önce olan ve bütün dünyanın kitlendiği bir cinayeti 10 bölümde gösteren “People vs. O.J.” birçok bakımdan öne çıktı. Muazzam oyunculuk, eski defterleri açması, sonunu bildiğimiz halde nefes nefes izlememiz, her bölümden sonra o dönem yazılmış makaleleri okuma, videoları izleme isteğinin oluşması falan… Dönüp dönüp tekrar izliyorum bu diziyi ve gözümü alamıyorum. Sabun köpüğü ve komedi skecinin gerçeklikle harmanlanmasının en harika formülüydü. Kaliteli dizi kategorisinde ise son 10 yılın tek bir kazananı var ve aksini iddia edenler kavga etmeye hazırım: “Atlanta” belki de tarihin en iyi TV dizilerinden biri.

        Bahetmeden olmaz: The Assasination of Gianni Versace, Enlightened, The Good Wife (ve The Good Fight), Better Call Saul, Mr. Robot, Fleabag, Looking, The Crown, The Good Place, American Vandal.

        SİNEMADA NELER İZLEDİK

        Köprüleri yakmak üzerine bir başyapıt

        Sinemada “Moonlight”ın son 10 yıla damgasını vurduğunu söylesem çok beklendik bir seçim yapmış olurum. Los Angeles’ta filmi ilk gösterimlerinden birinde oyuncu kadrosuyla izlediğimde yanımdaki arkadaşıma “Bari keşke aday olsa,” demiştim ama asla Oscar’da en iyi filmi alacağını düşünmemiştim. O gece tam televizyonu kapatacakken ağzım açık kaldı son dakika sürprize tabii ki. Ama son 10 yılda benim en çok aklımda kalan Coen Kardeşler’in “Inside Llewyn Davis” adlı küçük filmi oldu. Belki Greenwich Village’da 60’larda oluşan kültürü sevdiğimden tam Bob Dylan öncesi oralarda adını duyurmak isteyen bir müzisyenin hikayesiyle kişisel bir bağ kurdum. Ama film kaybetmek, başaramamak, bütün köprüleri yakmak üzerine bir başyapıt. Şu son 10 yılda kaybettiğimiz Luke Perry’nin “Beverly Hills 90210” dizisinde geçen bir lafı var: “Yaktığım köprüler yolumu aydınlatsın.” (Daha sonra Vetements markası bunu kıyafetlerinde de kullandı.)

        Filmi dönem dönem tekrar izliyorum ve filmde çalınan folk şarkılarını sürekli dinliyorum; hep bu sözü hatırlıyorum. Belki bu cümle ve film hayat felsefemi özetlediğinden. Yine kişisel olarak bana çok dokunan bir film de hayatımda her şeyin ters gittiği bir dönemde izlediğim “Tree of Life” oldu. Şu kadarını söyleyeyim: Bu film yüzünden İncil’i ve “Eyyüb’ün Kitabı”nı okumaya başladım.

        Bahsetmeden olmaz: The Master, Phanton Thread, Spotlight, Margaret, Manchester by the Sea, Boyhood, Force Majeure, Last Black Man in Sanfrancisco, Star Wars: The Force Awakens, Take This Waltz, Before Midnight, Django Unchained, The Hateful Eight, Once Upon a Time… in Hollywood, The Social Network.

        10 YILIN EN İYİ ALBÜMLERİ

        Bütün dünya hip-hop dinlemeye başladı

        Kanye West kendi kişisel tarihinin en iyi albümlerinden biri olan “Yeezus”u bu son 10 yılda yaptı, Travis Scott dünyanın en büyük yıldızlarından biri oldu ve Kardashian klanına katıldı, Drake hip hop’çu erkeklerin de ağlayıp kalplerinin kırılacağını gösterdi, The Weeknd uyuşturucu ve seks üzerine bir külliyat inşa etti, Kendrick Lamar ise Pulitzer kazandı. Evet, Pulitzer. Bu son 10 yıl zamanında dışlanan, düşmanlaştırılan hip hop’ın ana akımın hakimi olup en çok dinlenen müzik türü olduğuna tanıklık ettik. Eğer tek bir albüm seçeceksem ama Frank Ocean’ın “Channel Orange”ını kendi 10 yılımın zirvesine koyabilirim. Açılışından kapanışına bu başyapıtın üzerine bir daha albüm yapılabilir mi, onu da gördük. Yine Frank Ocean’ın “Blonde” albümü. Üçüncü sırada da Childish Gambino ve “Awaken My Love” var elbette. Bu albümden çıkan “Redbone” sadece son 10 yılın değil, tüm zamanların en iyilerinden biri olabilir.

        Bahsetmeden olmaz: Vampire Weekend-Modern Vampires of the City, Kendrick Lamar-Good Kid, M.A.A.D City, Kendrick Lamar-To Pimp a Butterfly, Kanye West-My Beautiful Dark Twisted Fantasy, Taylor Swift-Red, The Weeknd-Starboy, Drake-Views, Leonard Cohen-You Want it Darker, David Bowie-Blackstar, A Tribe Called Quest-We Got it fom Here… Thank You 4 Your Service, Ariana Grande-Thank U Next, Khalid-American Teen, Migos-Culture, De La Soul-and the Anonymous Nobody, Daft Punk-Random Access Memories, Blood Orange-Freetown Sound, J.Cole-2014 Forest Hills Drive, Dr. Dre-Compton, Earl Sweatshirt-Doris, Tyler the Creator-Scum Fuck Flower Boy.

        EN İYİ UZUN MAKALELER

        Gazetecilik ölmedi, gayet güzel yaşıyor

        Şu son 10 yılda basının geleceğini çok tartıştık ama ABD basını dijitalin egemenliğinde gazeteciliğin ölmediğini gösterdi. Eski ezberler de teker teker yıkıldı. İnsanlar iyi içerik için para veriyor, uzun yazı okuyor, gazetecili destekliyor. Harvey Weinstein’in taciz skandalından Panama Belgeleri’ne, Edward Snowden’ın sızıntılarına kadar soruşturmacı gazetecilik altın çağını yakaladı denebilir. Benim aklımda ise Lawrence Wright’ın önce New Yorker’da çıkan 20 bin kelimelik Scientology makalesi kaldı. Telefondan okuduğumda henüz telefondan uzun yazı okumak bu kadar yaygınlaşmamıştı. Sırf bu yüzden bile çığır açıcıydı. Daha sonra makalenin genişletilmiş hali “Going Clear” kitabını okuduğumda Hollywood ünlülerinin “kilisesi”nin ama daha doğrusu tarikatının iç yüzünü daha iyi öğrendim. John Travolta’nın dolapta neyi gizlediği için Scientology’e katıldığını da öğrendim, bir daha Tom Cruise’a eskisi gibi bakamadım.

        Ama tabii 10 yıla asıl damgasını vuran gazetecilik olayı podcast’lerdi. “Serial”ı milyonlarca insan gibi ben de nefes nefese dinledim.

        Bahsetmeden olmaz: Adam Moss’un yayın yönetmenliğini yaptığı dönemin bütün New York Magazine sayıları, New Yorker’da Donald Glover portresi, Jane Mayer ne yazarsa, Dan Piepenbring’in Prince’in anı kitabını yazma macerası, Suzy Hansen’in Mülkiye makalesi…

        Diğer Yazılar