En erken ölüm
Bugün hala yapılmış en iyi film sayılan “Citizen Kane”i yazıp, yönetip, başrolünde oynadığında Orson Welles sadece 25 yaşındaydı. Kylian Mbappé ise Dünya Kupası’nı kaldırdığında 19. Michael Jackson ilk kez sahneye beş yaşında çıktı. John Lennon öldürüldüğünde sadece 40’tı. Beatles’ı kurup, üzerine solo kariyer inşa eden, savaş karşıtı hareketlerin öncüsü olan, tarihin akışını değiştirdiği bir hayatı o kısacık 40 seneye sığdırmış meğerse. Daha birkaç sene önce, ancak yaşım ilerleyince fark ettim ve şaşkınlık geçirdim.
Önceki gün Los Angeles üzerinde helikopterinin düşmesi sonucu ölen Kobe Bryant ise 41 yaşındaydı.
Yeni başlayanlar için onun ne kadar önemli bir basketbol yıldızı olduğunu özetle geçeyim:
Üniversiteyi atlayıp liseden doğrudan NBA’e gitti. 2006’da Toronto Raptors karşısında Lakers formasıyla attığı 81 sayıyla kendisinin bile beklemediği bir başarı elde etti. 2016’da son maçında NBA’e 60 sayıyla veda etti; 20 yıl basketbol oynamasına rağmen sadece 37 yaşındaydı emekli olduğunda. Sürekli didiştiği takım arkadaşı Shaq’la birlikte Lakers’a 2000, 2001 ve 2002 yıllarında arka arkaya üç şampiyonluk getirdi. NBA’de en çok sayı atan üçüncü oyuncu unvanı ölmeden henüz bir gün önce LeBron James tarafından geçildi.
KARMAŞIK BİR KİŞLİKTİ
Basketbolcu babasının kariyeri yüzünden İtalya’da büyürken dokuz yaşında “İlyada” destanını sınıfın önünde Latince okuyan birinden bahsediyoruz Kobe Bryant’tan söz ederken. İtalya’da siyah bir çocuk olarak büyümenin yarattığı sorunları tam aşamadan, yeniden taşındıkları Philadelphia’da bu sefer siyahların arasında tam uyum sağlamakta zorlanan ve bu tecrübelerinin karakterini şekillendirdiği biri o. Yalnız, yer yer geçimsiz, uyumsuz ve sadece başarı odaklı.
Kuşkusuz, bütün efsanevi figürler gibi Kobe Bryant da karmaşık bir kişilikti. Onun da hikayesinde de 2003 yılından kalma karanlık bir bölüm var. O senenin yazında Colorado’da bir otel çalışanına zorla tecavüz ettiği iddiaları karşısında hüküm giymeyip, konuyu mahkeme dışında anlaşarak kapattı. Ancak yıllar sonra karşı tarafın kendi zannettiği gibi rızasının olmayabileceğini kabullendi. Tam da bu yüzden zaten Dr. Jekyll ve Mr. Hyde misali kendisine bir alter-ego icat etti. Quentin Tarantino’nun “Kill Bill” filmindeki yılandan etkilenerek kendisine “Black Mamba” lakabını taktı ve bu sayede yeniden doğuşunu simgeledi.
Sonraki yıllarda “Black Mamba” olarak emekli basketbolcular gibi golf oynadığı bir hayatı seçmedi. Hatta golf oynadığı için Michael Jordan’a laf bile attı. Ve hayatı boyunca sadece spor ayakkabı satmak için sesini duyuran Michael Jordan’ın aksine hem spor ayakkabı sattı, hem de düşüncelerini hiç gizlemedi. Donald Trump’ın en göz önündeki muhaliflerinden biriydi mesela. Birçok kitap yazdı, yayımladı. Hiç üniversite okumamasına rağmen spor markaları üzerine çalıştı. Yatırım yaptığı bir şirketi 200 milyon dolara Coca-Cola’ya sattı. Risk sermayesi şirketi kurdu. Çin’e açıldı ve emekli olduktan sonra bile oranın en popüler sporcusu oldu, heykeli dikildi. Bütün bunlar yetmezmiş gibi Oscar bile kazandı.
Hepsini nasıl 41 senede yapabilmiş olabilir?
Bir keresinde “Giorgio Armani kendi markasını 40 yaşını kadar kurmadı,” demişti. “40! Önümüzde daha çok hayat var.”
Bir de boşa harcadığımız kendi hayatımızla yüzleşelim. 19 yaşımda ben ne yapıyordum… 41 yaşımda ne yapıyorum…
YAŞASA DAHA NE BAŞARABİLİRDİ
İkon seviyesine ulaşmış isimlerin ani ölümlerindeyse ilk olarak ne kadar genç olduklarını idrak edip şaşkınlık yaşar, ardından da bu hayatta kalsalar daha neler yapabileceklerini hayal ederiz. Yer yer bu gerçekle yüzleşmemek için kendimizi avuttuğumuz bile olur ama. “Imagine”i yazmış Lennon yaşasaydı daha ne başarabilirdi mesela, diye düşündüğümü inkar edemem. Beş şampiyonluk yüzüğü taşıyan Kobe Bryant için bu hayatta ulaşılacak bir mertebe kalmış mıydı?
Genç yaşta hayatları sonlanan bu dev isimlerin geri kalan hayatlarında ne yapacaklarını merak etmenin bencil bir tarafı var. Hayranları olarak onların sevdikleriyle birlikte sağlıklı, uzun ömürlü bir hayat yaşamalarını o kadar da önemsemeyiz. Yaşadıkları halde kamuoyunun gözünde olmayan, üretimini durduran ünlülere zaten yaşayan ölü muamelesi yapıyoruz.
En azından elimizde bir ipucu vardı Kobe’nin daha neler yapabileceğine dair.
Kobe Bryant son yıllarda sakatlıkla boğuştuğundan tribünden izlemek zorunda kaldığı Lakers maçlarına helikopterle gidermiş. Ne maça ne antrenmana geç kalmış, bir gün bile “Helikopterim sise takıldı” gibi bir bahaneyle gelmiş.
Son yıllarda genç basketbolcular yetiştirmeye başlamıştı. Koçluğunu yaptığı oyunculardan biri de 13 yaşındaki kızı Gigi’ydi ve onda kendi hırslı yapısını görüyordu. Bir gün WNBA’de mutlaka oynayacağına inanıyordu; belki de babasının başarısının bir benzerini tadacaktı. Baba-kızı basketbol maçlarında görmek, kenarda taktik konuşmalarını izlemek rutin olmuştu. Zaten helikoptere de Gigi’nin maçına gitmek için binmişlerdi.
Bizler hiçbir şey yapmadıysak en azından şu hayatta Kobe Bryant’ı izleyebildik. Ben daha şanslı olanlardanım, bir ayaküstü de olsa onunla sohbet eme, aynı locadan maç izleme şansım oldu—Türkiye’ye gelecek misin soruma “Bunları bana sorma, man!” diye yanıt vermişti. Kobe 41 senede dopdolu bir hayat da yaşadı, kızının ise hayatı başlamadan bitti. Meğerse asıl hikaye yeni başlıyormuş.