Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Biraz karikatürize ederek anlatacağım ama, işin özeti bu. Serdar Turgut bir gün belediye otobüsüne bindi ve Türkiye’nin son 20 yılına damgasını vuracak üç entelektüel kavramdan birini ortaya attı: Öteki Türkiye. (Diğerleri Şerif Mardin’in “mahalle baskısı” ve ilk kez Ataol Behramoğlu’nun kullandığı “sivil darbe.”) Öteki Türkiye bu topraklarda giderek artan gelir adaletsizliğine ve orta sınıfın yok olmasına dikkat çekiyor, bir kesim zengin olurken bir başka kesimin yükselmesinin toplumda bir patlama yaratacağını ön görüyordu. Serdar Turgut iktisat alanında doktora yapmış ve akademiden gelen bir gazeteciydi, o yüzden yaklaşan toplumsal dalgayı okuyabildi ve AK Parti’nin geleceğini ön gördü.

        Aynı dönemde MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun da 90’ların sonunda televizyonları ele geçiren “Televole” fenomenin ülkeye komünizmi getireceğini söylüyordu.

        “Televole” başlarda futbolcuların komiklik yaptığı bir magazin programıydı, ancak kameranın futbolcuların imajını zedelediği fark edilmeye başlandığında yapımcılar sahne ve ekran şöhretlerine yöneldi. Miami sokaklarında limuzinle gezen Sibel Can’ın “Benim için önemli değil ama çocuklar rahat ediyor,” demesi hala aklımda. Ekrandaki servet pornografisi bu ünlülerin bizlerden daha iyi evlerde oturduğunu, daha iyi arabalara bindiğini gözümüze soktu ve pek çoğumuz da öfkemizi içimizde biriktirdik.

        İSYAN AK PARTİ’Yİ GETİRDİ

        Atasagun’un vardığı sonuç yanlıştı. Komünizm gelmedi ama 2000’lerin başında mevcut düzen çöktü, bütün siyasi partiler ömrünü tamamladı, eski liderler emekliye ayrılmak zorunda kaldı ve AK Parti geldi. Sokaklara çıkmaya, yakıp yıkmaya, sesini yükseltmeye meyilli olmayan ve tepkisini sadece sandıktan veren bu Öteki Türkiye isyanını AK Parti’yi iktidara getirerek gösterdi.

        Ancak zamanla bu isyanın altında kolektif bir refah arayışı değil, bireysel kalkınma hayalinin yattığını yaşayarak öğrendik. Tam da bu yüzden havalimanı inşaatları, ekonominin büyümesi, duble yollar, yükselen kuleler iş dünyasını kalkındırdı. Ama bu hızlı büyüme hiçbir zaman uçağa binemeyecek olana bile bir gün binebilme ihtimalini sundu. Öteki Türkiye bir gün kendisinin de Ali Ağaoğlu veya Acun Ilıcalı gibi zengin olabileceğine inandı.

        Bu sınıf atlama açlığını küçümsememek gerekir. Belli bir şöhrete ve gelire ulaşmış Ahmet Hakan gibi bir medya figürünü bile cezbeden, ağzının sularını akıttıran kolay kazanılmış bir servet Ilıcalı’nınki. Geçen yaz Çeşme’de bu şatafattan nasıl gözünün döndüğünü hiç üzerini bile örtmeden yazdı. Zamanın ruhunu anlamak açısından da kendi sınıfının intikamını alamamış iki kişiyi tavla masasında görmek simgeseldi. Hiçbir özel yeteneği olmayan bu figür medyada büyük ölçüde korunuyor; onu koruyanlar kendilerinin onun sayesinde kalkınacağına inanıyor. Nitekim televizyon kanalı, yapım şirketi, jüri üyeliği üçgeninde küçük bir kalkındırma ekonomisi de dönüyor.

        Acun’un ortaya çıkması bize özgü bir fenomen değil. Reality show’lara olan ilgi hiçbir özel yeteneği Kardashianları da ABD’de dolar milyarderi yaptı örneğin. Influencer ekonomisi, YouTube şöhretleri de hep bu kolay yoldan zengin olma arzusunun devamı olarak ortaya çıktı.

        Kolay yoldan zengin olma yeni Amerikan Rüyası oldu. Oysa eskiden Amerikan Rüyası’nın tanımı çok çalışarak çok zengin olunabileceğiydi. Ancak yolda bir yerde, bir şeyler değişti.

        Eskiden büyük şirketlerde liyakatle en tepeye ulaşmak mümkündü. Amerikan Rüyası’nı da ofisboy olarak işe girip CEO olarak ayrılan başarı öyküleri şişirdi. Ancak zamanla McKinsey gibi yönetim danışmanlığı şirketlerinin etkisiyle profesyonel yöneticiler dışarıdan şirketlere atanmaya başladı, içeriden terfi hayal oldu ve birtakım danışmanlar kararları vermeye başladı. Bu süreç en büyük darbeyi orta sınıfa vurdu.

        Buraya kadar bilinmedik bir şey söylemedim. Ama asıl ilginç olan buradan sonrası. Çünkü yıllardır bastırılan orta sınıf şimdi isyan etmeye başlıyor. Hem de ABD’de.

        EN BÜYÜK TEPKİ MİLYARDERLERE

        Aslında 2016’da Donald Trump da müesses nizama karşı çıkmayı vaat eden, Öteki Amerika’nın desteğini alan bir adaydı. Ama son dört yılda sadece zenginleri kalkındırdı: Bunun siyasetteki karşılığı “Ekonomi çok iyi gidiyor,” cümlesi olsa gerek.

        Bu sene ise özellikle milyarderlere yönelik alışılmadık bir tepki var. Eskiden Trump gibi iş adamları özenilesi birer figürdü. Ama giderek insanlar çok çalışarak onlar gibi çok zengin olunmayacağı gerçeğiyle yüzleşip seslerini yükseltmeye başladılar. Bernie Sanders bu isyanın sesi, Michael Bloomberg de hedef tahtası.

        Geçtiğimiz günlerde iklim değişikliği için 10 milyar dolar harcayacağını taahhüt eden Jeff Bezos da bu öfkeden nasibini aldı. Eski dünyada alkışlarla karşılanması beklenen bu hamle aksine Bezos’a karşı tepkileri artırdı. Vergi vermeyip hayır işlerine para yatırmak bir Amerikan geleneğiydi ve pek sorgulanmazdı, şimdi hem mevcut Başkan hem Başkan adayları bu ezberi tartışmaya açıyor. Çünkü taban böyle istiyor.

        Bu dalgayı Türkiye’nin de iyi okuması gerekiyor. Çünkü birçok başka birinci dünya ülkesinin aksine Amerika’daki hareketlilik başka ülkeleri doğrudan ve çok çabuk etkiliyor.

        ABD’deki seçim süreci giderek ülkenin gelecekteki yönü ve sistem üzerine bir referanduma dönüşüyor. Ya çökene kadar böyle devam edecek, ya da dünyayı da etkileyecek yapısal bir dönüşüm yaşanacak bu sene. Michael Bloomberg ya da benzer bir orta yolcu aday Trump’ın karşısına çıkarsa veya Trump yeniden seçilirse ABD’nin asıl vermesi gereken bu kadar dört sene ertelenecek. Ama bir aşamada illaki bu karar verilecek.

        Diğer Yazılar