Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Bu sene Güney Kore yapımı “Parazit” filminin zaferiyle biten Oscar töreninden birkaç hafta sonra, film de ödül töreni de gündemden düşmüşken Donald Trump aniden bu konuya değindi. Kürsüden seçmenine seslenirken en iyi film ödülünden hiç memnun olmadığını söyledi, “Nerde o eski filmler…” diye başladı özlemle andığı iki tanesinin adını verdi.

        Biri 1950 yapımı “Sunset Boulevard” ve hakikaten de Amerikan sinema tarihinin en önemli yapıtlarından biri olarak anılıyor. Diğeriyse ondan da eski, 1939 tarihli “Gone with the Wind” ama Trump’ın o gün o kalabalığa bu filmden bahsetmesi filmin sinemasal değerinden dolayı değildi.

        Irkçı alt metni bariz olan bu filmi özellikle vurgulayarak kendi beyaz seçmeninin duygularını okşadı. Yabancı düşmanlığı, göçmenlik karşıtı vaatlerle, bir kültür savaşını tetikleyerek seçilmişti Trump. Bir Güney Kore filmine Oscar verilmesini gündeme getirerek de halkın belli bir kesiminde ‘memleket elden gidiyor’ paniğinin oluşmasını sağladı. Binlerce sinsi taktiğinden yalnız biriydi bu.

        Bu konuşmadan sadece birkaç ay sonra “Gone with the Wind” bugünlerde Amerika’nın hem yasaklanan hem de en çok kiralanan, izlenen filmi.

        BİR MİLLET UYANIYOR

        George Floyd’un beyaz bir polis tarafından öldürülmesinden sonra başlayan protestoların bir sonucu hayatın her alanında ırkçılık konusunda uyanışa neden oldu. Amerika’da kendi topraklarında bir ırkçılık sorunu olduğu bilincine 400 sene sonra ulaşmış gibi davranıyor bugünlerde. İşte “Gone with the Wind” de bu yeni uyanışa kurban giden eserlerden biri oldu. Geçtiğimiz gün film HBO Max adlı yeni dijital platformdan kaldırıldı. Bunun da etkisiyle dört saatlik bu sinema klasiğine yeniden ilgi belirdi ve insanlar hızla izlemeye başladı. (Eski bir filmin yeniden keşfedilmesinin son örneği COVID-19’la beraber “Contagion” filmi oldu.)

        Sadece “Gone with the Wind” değil, komedyenlerin suratlarını siyaha boyayıp azınlıklarla dalga geçtiği “Little Britain” ve “Come Fly with Me” dizileri de Netflix ve BBC Player’dan kaldırıldı. BBC ayrıca eskilerden “Fawlty Towers”ı da yok ediverdi. Bu süreçte ABD’de 33 sezondur devam eden “COPS” adlı reality-show da ekranlara veda etti. Polisleri aklayan, onları kahraman gibi gösteren bu programın yanı sıra televizyondaki “Blue Bloods” gibi polisleri yücelten başka diziler de gözden geçirilecek.

        Aslında HBO Max tamamen “Gone with the Wind”i tarihten silmeye çalışmıyor. Önümüzdeki hafta büyük ihtimalle yeniden platforma yüklenecek film. Ama bu sefer belki tartışmalı kısımlarını, filmdeki ırkçı motifleri, tarihsel bağlamını anlatan bir sunum ya da uyarıyla yer alacak. Sinema tarihinden bu filmi silmek, yokmuş gibi davranmak imkansız ne de olsa.

        REKLAM

        Dört saatlik bir sinema destanı olan “Gone with the Wind” kuşkusuz bir klasik. Hatta “George Lucas’s Blockbusting” kitabındaki hesaba göre bugünkü paraya vurulduğunda bile tüm zamanların en çok iş yapan filmi. Ama aynı zamanda tartışmalı da bir klasik.

        IRKÇILIĞI ŞİRİN GÖSTERİYOR

        İç Savaş’ın hemen öncesinde Amerika’nın güneyinde geçen bu hikaye dönemin adeti olduğu üzere zengin beyaz bir ailenin dev malikanesinde geçiyor. Ve bütün malikanelerde olduğu gibi burada da tarlada ve evde zorla çalıştırılan köleler var. Ancak Amerikan tarihinin aksine “Gone with the Wind”de kölelik sanki gönüllü bir işmiş gibi yansıtılıyor. Kölelerin hepsinin yüzü gülüyor, hallerinden çok memnunlar ve efendilerine hizmette kusur etmiyorlar.

        Tarihi hiç bilmeyen biri sadece “Gone with the Wind”e bakıp kölelik döneminin hiç de fena olmadığını, kölelerin mevcut sistemden mutlu olduğunu düşünebilir. Hatta bu kölelik meselesinin neden bu kadar abartıldığını, siyahların hiç zulüm çekiyormuş gibi gözükmediği algısına bile kapılabilir.

        Filmde yüzü gülen, sevimli, mutlu kölelerin aksine gerçek hayatta bu dev malikanelerin yer aldığı “plantation”larda zorla çalıştırılan kölelerin yaşam şartları ve çalışma koşulları insanlık dışı. Amerika’da kölelik de efendilerine pasta pişiren mutlu insanların değil, ağır çalışma koşulları altında tecavüze uğrayan, işkence yapılan, dövülen, kırbaçlanan, sakat bırakılan, öldürülen insanların hikayesi. “Gone with the Wind” kökeni 1619’da ilk köle gemisinin Amerika'ya gelmesiyle başlayan bu zulüm tarihini yok sayıyor.

        Bir film asla sadece bir film de olmayabiliyor. Örneğin sinema tarihinde bir devrim niteliğinde olan, birçok tekniği ilk kez kullanan, hatta icat eden “Bir Ulusun Doğuşu” filmi aynı zamanda KuKlaxKlan’ın dirilmesine neden olmuştu. O yüzden bugün özellikle filmler, diziler, televizyon programları açısından yapılan tartışma tarihi okumak, tarihte popüler kültürün nasıl oynadığını hatırlamak açısından çok sağlıklı. Yasaklamak, görmezden gelmek değil ama anlamak, bilmek önemli.

        *

        Not: Hala var mı bilmiyorum, ama en son uçtuğumda “Gone with the Wind” Türk Hava Yolları’nın da film seçenekleri arasındaydı. Uçuşlar yeniden başlarken bu film de platformda yer almaya devam edecekse bir uyarıyla ya da sunumla açıklamak yerinde olur.

        *

        Not: Yazının bir önceki halinde “The Birth of a Nation” filmi yanlış tercümeyle “Bir Millet Uyanıyor” olarak geçmiştir, doğrusu “Bir Ulusun Doğuşu” olacaktır.

        Diğer Yazılar