Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Daha birkaç sene öncesine kadar hepimiz sosyal medya sayesinde dünyaya demokrasi geleceğine inanıyorduk. 2009’da İran’da seçime karışan hileleri Twitter’dan öğrendi dünya, Arap Baharı sırasında halklar sosyal medyadan örgütlendi, Türkiye’de televizyonlar penguen belgeseli gösterirken Gezi Parkı’nda olan bitenleri sosyal medya dünyaya duyurdu.

        Ama sonunda bu umut başladığı gibi söndü. Dünyaya demokrasi gelmedi; bir anlamda hepimiz de kandırıldık.

        Sosyal medya konusunda tavrını hiç değiştirmeyen tek bir kişi var: Cumhurbaşkanı Erdoğan. Dün de hoşlanmıyordu, bugün de. 2013’te Twitter için tüm kötülüklerin kökeni demişti. Son olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan sosyal medyaya denetim gelmesi gerektiğini ifade etti.

        DEMOKRASİYE TEHDİT

        Erdoğan’ın çıkış noktası, geldiği yer başka ama bu durum sosyal medyanın problemli bir alan olduğu gerçeğini değiştirmiyor. İyi kullanıldığında bir ifade kanalı, gerektiğinde devletleri sorumlu tutabilecek, hesap vermeye zorlayabilecek kadar etkili olabiliyor. ABD’de polislerin işlediği cinayetler sosyal medya sayesinde geniş kitlelerce öğrenildi mesela. Bugün ülkede polis reformuna giden yolda sosyal medya paylaşımlarının gücü inkar edilemez.

        REKLAM

        Ancak aynı ABD’de sosyal medyanın da katkısıyla tüm dünyaya tehdit oluşturan Donald Trump gibi kontrolsüz bir figür Başkan seçildi. 2016’da sosyal medyanın tehlikeli tarafını gördük: Seçmenler kolaylıkla manipüle edilebiliyor, sosyal medya hayal edilenin aksine demokrasiye tehdit oluşturuyormuş meğerse.

        Brezilya’da Bolsonaro’nun seçilmesi, Myanmar’da azınlıklara yönelik katliam, Afrika ülkelerinde seçim hileleri, Hindistan seçimlerinde manipülasyonun altından hep sosyal medya çıkıyor.

        Platformlar aktivistlere, ifade özgürlüğünü savunanlara, demokrasi aşıklarına olduğu kadar dezenformasyon ve manipülasyon amaçlı güç odaklarına da aynı şekilde açık ne de olsa. Kısa sürede troll orduları, Cambridge Analytica gibi şirketler ve QAnon gibi gruplar sosyal medyayı kendi çıkarlarına alet etmeyi öğrendi.

        Bugün hiç kimse sosyal medya demokrasisinden bahsetmiyor, çünkü savaş çoktan kaybedildi ve kötüler kazandı. Bunu da savunmasız insanların zayıflıklarından, cehaletlerinden faydalanarak yaptılar. Cahil insan kandırılmaya, beyninin yıkanmasına elverişlidir. Oysa sosyal medya şirketleri kendi kullanıcılarını korumak zorundaydı; hiçbir sorumluluk almadılar. Yeterli refleksi gösterselerdi bugün dünya siyaseti bambaşka olabilirdi.

        Birkaç sene öncesine kadar bu platformların demokrasiye katkıları üzerine arka arkaya akademik çalışmalar yayımlanıyordu, şimdi bu iyimserlik yerini endişeye bıraktı. Sosyal medya platformlarının demokrasiye oluşturdukları tehdit epey popüler bir araştırma konusu örneğin.

        Yalan haber, seçim manipülasyonu, dezenformasyon, bilgi kirliliğiyle anılır oldu sosyal medya.

        Nihayet hesap vermeleri, bedel ödemeleri gerekmiyor mu? Tek başına Türkiye’nin meselesi, çözebileceği bir sorun değil bu.

        YALAN HABER KAYNAĞI

        Problemin temelinde sosyal medya şirketlerinin kimlik bunalımı var. Bu açık platformlar demokrasilerde bir anlamda kent meydanlarının tutan ifade alanları olarak ortaya çıktı, kabul gördü. Ama zamanla Hyde Park’tan ziyade medya kuruluşu işlevi görmeye başladılar. Özellikle Facebook’a “News feed” özelliğinin eklenmesiyle arkadaş fotoğrafları beğenmekten haber paylaşmaya, giderek de yalan haber paylaşmaya yöneldi kullanıcı alışkanlıkları. Pek çok kişi sosyal medyayı tek haber kaynağı belledi.

        REKLAM

        Sosyal medya geleneksel medyadaki denetim mekanizmalarından (editör, bilgi doğrulayıcı, hatta düzeltmen) yoksun olduğu için de her türlü yalan haber dolaşıma sokuldu: Erdoğan’ın ülkeden kaçtığına dair kaç tane haber gördünüz? Siz paylaşmadıysanız bile Facebook sayfanızda buna inanan, paylaşan bir amca, yenge, teyzeniz illaki vardır. Sosyal medya şirketleri “Biz medya kuruluşu değiliz,” diye hala sorumluluktan kaçınıyor.

        Bu durumda hakikate ulaşmak için bireye daha fazla sorumluluk düşüyor. Zira sosyal medya, tıpkı televizyon gibi yapısı gereği derinlemesine bilgiye elverişli değil. Ancak işin kötüsü, bilgi edinmek için elzem olan yazılı kaynaklar bile Türkiye’de sosyal medyanın tuzağına düştü. Abartılı, tık amaçlı başlıklar, detaylardan arındırılmış spekülatif bir haber dili, en karmaşık meseleleri bile kısa başlıklarla açıklama çaresizliği ve sloganlara teslim oldu yazılı basın. En başta da gazeteciler toplumu bilgilendirme, bilinçli bir seçmen oluşmasına katkıda bulunmak gibi temel görevlerinden vazgeçip tık yarışına girdi, tribüne oynadı. En çok satan kitaplar bile ya tweet’lerden oluşuyor ya da twitter’a uygun yazılıyor.

        Buna rağmen hala alternatif bilgi kaynakları var. Daha sınırlı belki, ama sosyal medyadan daha güvenilir. Ben yıllardır haberlerimi sosyal medyadan almıyorum mesela. Ve kendimi daha bilgili ve haberdar hissediyorum. 70’lerde sosyal medya yoktu, okuryazarlık çıtası daha yukarıdaydı mesela. Bu seçim sonuçlarına da yansımıştı. Bu açıdan sosyal medyayı yasaklamak insanları daha derinlemesine bilgi alacakları kaynaklara da yönlendirebilir tabii. Niyet, ters de tepebilir.

        Yabancı öğrenci tehdidinin nedeni belli oldu

        ABD’de yeni öğretim yılında online ders verecek üniversitelere kayıtlı olan öğrencilerin ülkeye gelemeyecek olmalarına dair kararın nedeni belli oldu. Meğerse Donald Trump’ın amacı Harvard gibi bütün ders yılını online geçirecek olan okulları bir an önce açmaya zorlamakmış.

        Dün akşam saatlerinde Dışişleri Bakanlığı’ndan “Yabancı öğrencileri bekliyoruz” açıklaması geldi, ama öğrencilerin yarı online yarı da sınıfta eğitime devam etmeleri gerektiği vurgulandı. COVID-19 yüzünden alınan seyahat tedbirlerinin öğrenciler için geçerli olduğu da eklendi.

        Yabancı öğrenciler okullar için gelir kapısı, ama üniversiteler diğer iş kollarına kıyasla kampüsleri açma konusunda çok daha tereddütlü. Beyaz Saray vize kısıtlamasını bir baskı unsuru olarak kullanarak okullar alelacele açmaya zorluyor.

        Ama okullarda sosyal mesafeyi koruyacak kadar çok sınıf yok. Pek çok üniversite de dersler online yapılacak olsa bile en azıdan birinci sınıfların kampüs hayatını tatmaları için okulları açmayı düşünüyor. Tabii California, Teksas ve Florida’da artan vakalar gelecek için umut vermiyor. Şu anda California’da hiçbir üniversite önümüzdeki eğitim yılında kampüsleri açacağa benzemiyor.

        Dahası, okullar açılsa bile profesörler sınıflara dönmeye niyetli değil. Dün konuştuğum tez danışmanım yeni ders yılında kesinlikle Zoom üzerinden ders vereceğini anlatıyordu. Ama iki öğrencisi California’da, biri Maryland’da, kendisi New Jersey’de, birkaç öğrencisi de Uzakdoğu’dayken nasıl hepsine uyan bir saat bulacağını kara kara düşünüyordu. “Sonuçta herkese uydurmak imkansız, yapılamaz,” dedi. “Ben bir saat seçeceğim ve uyanan uyanacak, derse katılacak ya da bir sene erteleyecek eğitimini.”

        Diğer Yazılar