Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Amerika’daki #MeToo hareketinin ardından bir yazı yazdım. Türk basınının efsane bir kaleminin evine gelen genç kadınları nasıl ellemeye çalıştığını, bu kadınların kendilerini evin dışına zor attıklarını, yıllardır bunların medyada konuşulduğundan bahsettim. Şeytan gör dedi, ben de kendimi tutamadım.

        Ama asıl öfkem bütün bu hikayelerin meyhane sofrasında bir anekdota dönüştürülmesi, zaman zaman benim de dinleyip güldüğüm komik anılar olarak anlatılmasınaydı.

        Satır arasında bir de bir gazetecinin evine çağırdığı genç kadının üzerine yürüyerek “Benimle bir serüvene var mısın?­” diye taciz etmesine değindim. Kimsenin dikkatini çekmedi. Ertesi gün olayı daha ayrıntılı yazmak için tacize uğrayan o kadınla konuştum. “Boş ver,” dedi. “Bizim ülkemizde kadını suçlarlar, ‘Kuyruk sallamış,’ derler.”. Böylece belki de Türk medyasının ilk #MeToo hareketi başlamadan bitti.

        Ta ki geçen haftaya kadar.

        Taciz ifşaları bir başkası istediği için ortaya dökülmez, mağdur zamanı geldiğine inandığında, kendisi bu iğrençliği paylaşmaya karar verdiğinde açıklar. Tacize uğrayan kişi gazeteci eski Hürriyet yazarı Melis Alphan’dı. Türk medyasındaki ilk #MeToo dalgasını önceki gün o başlattı.

        MELİS ALPHAN’IN BAŞINDAN GEÇENLER

        Bu taciz olayını anlamanız için önce Melis Alphan’ı tanımanız gerek. Ben neredeyse 20 yıldır tanıyorum. Radikal’de birlikte çalıştık, sonra da arkadaşlığımız hiç kopmadı. Bu meslekte insanın çok fazla yakın arkadaşı olmaz. Melis en iyi günümde de, en kötü günümde de yanımda oldu. Annem öldüğünde yanımdan ayrılmadı. Ona tereddüt dahi etmeden kendi hayatımı emanet ederim.

        Ancak yakın arkadaşım olsa da beni zaman zaman saflığıyla çıldırtır. Tanıdığım en zeki kadınlardan, en iyi gazetecilerden biri olmasına rağmen bazen gözünün önündeki tezgahı anlamadığı çok olmuştur. “Nasıl bu kadar saf olabilirsin!” diye isyan ederim; bu sorunun yanıtı iyi niyetinde gizlidir. Çünkü öyle böyle değil, gerçekten şeytanlıklara, kötülüklere aklı ermez. Kalbi temiz olduğu için başkalarının da kendisi gibi olduğunu düşür, herkesi kendi gibi bilir. Gazetecilerin birbirinin kuyusunu kazdığı Babıali’deki en büyük zayıflığı budur.

        22 yaşında kendisini taciz edecek gazetecinin evine giderken de başına böyle bir şey gelebilme ihtimali aklının ucundan dahi geçmiyordu.

        O sıralar Sabah grubuna bağlı Vizyon dergisinde çalışıyor. İzmir’de liseyi bitirip, Londra’da üniversite okuduktan sonra İstanbul’a geliyor, Vizyon’da moda editörü olarak işe başlıyor. Aynı binada dedesinin Cumhuriyet’ten tanıdığı bir gazeteci de çalışıyor. Ömrü kendisinden daha şöhretli ve etkin yazarların, sinemacıların yancısı olarak kariyer yapan bir Çiçek Bar solcusu… Dedesi “Torunuma sahip çık,” diye telefon açıyor ona. İletişim böyle kuruluyor, gazeteci de “Sen bana dede yadigarısın,” diye eski fotoğrafları, haberleri göstermek için evine davet ediyor.

        22 yaşındaki bir genç kadın, karşısında yaşını başını almış, kültür-sanat dünyasında iyi kötü adı bilinen, pek çok saygın ismin yanında dolaştırdığı, televizyonlara program yapan bir gazeteci. Melis dedesi hakkında konuşmak, belki Cumhuriyet yılları hakkında bir belgesel yapmak için saf saf evine gidiyor. Diyorum ya, insanı çıldırtacak kadar saf olabilir diye. Öyle bir akıl tutulması. Hem nereden bilsin Babıali’nin bir yudum onuru olmayan böyle iğrençliklerle dolu olduğunu…

        Evde kola içiyor. Bekliyor ki dedesi hakkında konuşsunlar, ama saldırganın başka bir amacı var. Birkaç saniye içinde önce ışıkları kapatıyor, kolundan çekiyor. Bu şokun etkisiyle de kendisini apartmana atıyor, merdivenlerden yuvarlanarak iniyor ve saldırıdan kurtuluyor. Utanmadan arkasından “Bir taksi çağırsaydım keşke,” diyor bu sözde solcu “ağabey” gazeteci.

        Bu olayı uzun süre sadece tek kişi biliyor. Hiç kimseye söylemiyor Melis, ama Sabah binasında çalıştığı bir buçuk sene boyunca bu adamla karşılaşmamak için özel çaba harcıyor. Bir süre sonra dalgaya vuruyor, daha fazla kişiye anlatıyor. Ben de birlikte çalıştığımız yıllarda ilk öyle öğrenenlerdenim; konunun başka tanıkları da var. “Dedi ki” diye basitçe geçiştirilecek bir olay değil. Olayın ayrıntıları 20 yıldır aynı. Bizim yıllardır bildiğimizi kamuoyu şimdi öğreniyor.

        O GAZETECİ BANA SALDIRIYOR

        Yer: İstanbul. Tarih: 5 Aralık 2019. Pilevneli Galeri’de sanatçı Ahmet Güneştekin’in sergi açılışı var. Aklınıza kim gelirse orada. Yüzlerce davetli uzun masalarda adlarına özel ayrılmış yerlerde akşam yemeği yiyecek.

        Ve o gazeteci de orada.

        Bir ara Zülfü Livaneli’yle selamlaşmak için masasına gittiğimde tam karşısında onun oturduğunu fark etmiyorum bile. Ama o beni görmezden gelmiyor. Belli ki daha gecenin başı olmasına rağmen alkol duvarını aşmış, üzerime yürüyor.

        “Sen Oray Eğin misin?” diye bağırıyor herkesin içinde, sadece yüzüne bakıyorum.

        “Sen aşağılık, iğrenç bir herifsin,” diye saydırmaya başlıyor. Hiçbir şey demiyorum, yakından tanıdığı arkadaşının bu halini görüp yerin dibine giren, durumu en kibar şekilde idare etmeye çalışan Livaneli’yle sohbet etmeye çalışıyorum. Ama saldırgan susmuyor.

        Bir süre sonra masama gidiyorum, gözü hala benim üzerimde ve yüksek sesle hakkımda atıp tutuyor. Başta Livaneli olmak üzere hiç kimseye bir şey demiyorum, neden bana saldırdığını anlatmıyorum. Pek çok kişi hakkında sert yazılar yazan biriyim sonuçta; masadakiler buna yoruyordur herhalde.

        Ama hayır… Nedeni benim o yazımdaki birkaç cümle. Satır arasındaki tek bir cümlemin kimse üzerine atlamadı, kimse anlamadı. Ama o kendisini ve ne yaptığını bildiğinden hemen anladı. Sanırım üzerime yürüyüp bağırarak da beni korkutacağını, unutturacağını düşündü. Hiç unutmadım, unutturmayacağım.

        Diğer Yazılar