Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bir ay önce sıfırın altında 10 derece gibi bir havada evimin 40 dakika uzağında rastgele bir lisede ilk doz aşı randevum vardı. İlk bulduğum randevu oradaydı, kaptırmadan aldım. O aralar aşılama merkezlerinden gelen haberler korkutucuydu. İnsanlar saatlerce kuyruk bekliyor, randevular iptal oluyordu. Gidip gitmeme konusunda tereddüdüm vardı. Aşı olmak adına gidip sokakta bekleyerek hastalanmak var.

        Sonra kendi kendime bir hesap yaptım. Bu randevuyu zaten zor aldım, bir daha kim bilir sıra ne zaman gelecek, en kötü ihtimalle gidip duruma bakayım diye Über’a atladım, liseye gittim. Ne bir sıra, ne bir kalabalık... Aksine son derece iyi işleyen bir ortam vardı. Beş dakikada aşı merkezine dönüştürülmüş okulun spor salonunda gönüllü hemşirenin önünde buldum kendimi. ABD’de her türlü işlem için bilgilendirme ve rıza formları imzalatılır, aşı için bu formları dijital ortamda imzalayınca QR kodu geldi, kimlik doğrulama gibi işlemler de bu kodla ilerledi.

        Hiç acımayan ilk doz Moderna aşısı yapıldıktan sonra olası bir yan etkisini görmek için başka aşı olanlarla birlikte 15 dakika başka bir odada bekletildim. Sonra da okuldan çıkıp eve döndüm. Ertesi gün iğnenin yapıldığı sol kolumda ağrı oldu, ama onun dışında bir yan etkisine rastlamadım. Küçük bir aşı kartı verdiler, elle ilk dozu olduğumu yazıp kaybetmememi tembihlediler. İlk dozu olduktan sonra siteden ikinci doz için randevu aldım, bu sefer evime daha yakın bir okulu seçtim.

        REKLAM

        RANDEVU ALMAK ZOR

        Cumartesi günü ikinci doz randevum vardı. Ben ilk dozu olduktan sonra New York’ta aşı olmaya hak kazananların sayısı arttı, ancak randevu bulmak daha da zorlaştı. Hem eyaletin hem de belediyenin farklı sistemleri var, teker teker hepsine kaydolup tarihlere bakmak gerekiyor. İnsanlar saatlerce bilgisayar başında sayfaları yenileyerek randevu açılmasını bekliyorlar. Piyango çıkması gibi aşı olmak. O yüzden ikinci doz randevumu kaçırmamam gerekiyordu.Tam saatinde okula gittim, yine QR kodumu okutturdum, hiç beklemeden bu sefer okulun yemekhanesinde hemşirenin yanında buldum kendimi. Hangi kolumu tercih ettiğimi sordu hemşire, sol kolumu seçtim ve hiçbir şey hissetmeden iğne oldum. O ana kadar her şey normaldi.

        Cumartesi günü öylesine geçti evde, ama rahat uyuyamadım. Pazar sabahı uyandığımda hastaydım. Boğazım kurumuş, ateşim çıkmış, hafif bir soğuk algınlığı gibi bir his. Tam bitkin değilim, ama enerjim de yerinde değil. Bedenimde enerji varmış ama bir şekilde devreye sokulamıyormuş gibi bir his. Grip gibi insanı süründürmüyor, sıradan bir soğuk algınlığı gibi birkaç ağrı kesici ya da vitamin takviyesiyle bastırmak da mümkün değil gibi şimdilik. Arada burnum akıyor, sürekli uyumak istiyorum. Okumak, hatta tarihin en kötü ödül töreni Altın Küreler’i izlemek, klavyenin tuşlarına basmak bile yorucu geliyor.

        Doktorum da ikinci doz aşıyı olduktan sonra birkaç gün hastalandığını söyledi. Hem Moderna hem Pfizer/BioNTech aşısı olanlar ikinci dozdan sonra hastalanıyor. Aşı olanların yüzde 80’inde yan etki gözüküyor, ama kolun ağrıması da bu yan etkilere dahil. Nitekim sol kolum da yine ağrıma başladı. Belli ki birkaç günü böyle hasta geçireceğim, bir-iki hafta içinde de vücudun beklendiği gibi COVID-19’a bağışıklık kazanmasını bekleyeceğim.

        ACELE ETMEZDİM ASLINDA

        Açıkçası, aşı pasaportu projesi hız kazanmasa bu kadar acele etmezdim aşı olmak için. Hele hele üçüncü doz gerekecekse ileride, bu iki dozu şimdiden yaptırmak da çok anlamlı değil gibi. Bana kalsa tek doz aşı olup bitirmek isterdim; hafta sonu onay alan Johnson & Johnson aşısına sırf tek doz olduğu için daha yaygın talep olacağını tahmin ediyorum.

        Neyse, şimdilik aşının ilk etkileri böyle. Hastayım ama en azından vücudumda chip yok.

        Hollywood'un çürümüş ödül töreni

        Altın Küre töreninin hep tek bir özeliği vardı: Beverly Hills’de bir otelin balo salonunda verilen içki yemekle dağıtılması, böylece ünlülerin gevşemesi, Oscar’lara kıyasla daha komik espriler yapmaları. Bu esprilerin hemen her zaman hedefi de ödülleri veren Hollywood Yabancı Basın Derneği’nin (HFPA) lüzumsuz üyeleriydi. Yoksa yaklaşık 90 kişinin verdiği bu ödüllerin ciddiye alınır bir tarafı yok.

        Hollywood yıldızları yıllardır bu yabancı basın mensuplarını küçümser. Geçtiğimiz senelerde ödül törenlerinde yüzlerine karşı hakaret bile edilmişti, “Sizin tek işiniz ünlülerle fotoğraf çektirmek,” diye. Haksız da sayılmazlar, çünkü söyleşi diye bize yutturdukları beşer dakikalık görüşmeler ve karşılıklı fotoğraflar aslında birer PR çalışması. Bunların bir kısmıyla aynı ortamlarda, yuvarlık masa toplantılarında bulundum. Asla gazeteci denemez, utanç verici tipler. Bir de hepsi birbirini tanır, arkalarından konuşur.

        Bu sene HFPA’in rezillikleri resmiyet kazandı. Zaten yıllardır biliniyordu. Geçtiğimiz günlerde Los Angeles Times’ın ayrıntılı dosyasına göre bazı üyeler Netflix tarafından Paris’e götürüldü, geceliği kimilerine göre 1400 kimilerine göre 900 dolar olan lüks bir otelde ağırlandı, şaşalı bir tur düzenlendi, karşılığında da senenin en kötü dizilerinden “Emily in Paris” en iyi komedi dizisi dalında aday yaptırıldı. Geçtiğimiz senelerde de böyle pek çok olay yaşanmıştı. Herkesin dalga geçtiği “The Tourist” nasıl en iyi film dalında aday yapıldı yoksa?

        REKLAM

        NBC’den ödül töreninin yayın hakları için milyonlarca dolar alan HFPA ister istemez kötü olsa da çok starlı filmleri aday yapıyor. Böylece en büyük yıldızların balo salonuna gelmesi bekleniyor. Bu sene “The Prom” ve oyuncularından James Corden’in aday gösterilmesinin nedeni de bu: Meryl Streep oynuyor, nasıl görmezden gelsinler bu rezilliği?

        NETFLIX PARAYI BASTIRMIŞ

        “The Prom” da Netflix yapımı bu arada. Ödül sezonunda öyle büyük paralarla kampanya yapılıyor ki çoğu Akademi ya da HFPA üyesi izlemeden filmleri aday gösteriyorlar. Yine Los Angeles Times’ın haberine göre üyelere bari bu sefer filmleri izlesinler diye binlerce dolar da dağıtılmış. Neresinden tutarsanız elinizde kalan çürümüş bir düzen işte. Üyelerden birinin bir zamanlar Türk basınının 'amiral gemisi' olan Hürriyet’te yazdığını, bu seneki HFPA başkanının da Moscow Times gazetesine yazan bir Türk olduğunu ekleyeyim. Türk başkan seneye siyahların temsili konusunda daha dikkatli olacaklarını taahhüt etti: HFPA’a tek bir siyah üye yok, aday olan bir siyah gazeteciye kimse oy vermemiş. Bu sene panik ve utançla birkaç ödülü siyah oyunculara verdiler belli ki, ama senenin iddialı siyah filmlerini aday dahi yapmadılar.

        Sonuçta yine Altın Küreler’de paranın dediği oldu. Amazon nihayet komedi-müzikal dalında da olsa en iyi filme kavuştu, “Borat: Subsequent Movie Film”le. “Borat” nedense Türkiye’de yok hala. Netflix ise “The Crown”dan “Queen’s Gambit”e adayları topladı. Hele o sakız gibi uzayan satranç dizisinin “Small Axe” gibi bir başyapıta karşı kazanması sadece paranın gücüyle açıklanabilir.

        Yine bir Netflix filmi olan “The Trial of Chicago 7” da vasattı, ama çok kategoride aday oldu. Senaristi Aaron Sorkin’in en iyi işi değildi, ama kampanya sonucu ödülünü aldı. En iyi dramaysa zaten herkesin konuştuğu “Nomadland” oldu. Bu rüzgarla Nisan sonundaki Oscar’larla da iddialı olacak gibi.

        Bu seneki Altın Küreler sanal ortamdaydı çoğunlukla. O balo salonu atmosferi, güzel espriler yoktu. Bir kategoride aday olan Cate Blanchett tenezzül edip Zoom’la bile katılmadı törene. Ne yalan söyleyeyim, Altın Kelebek vasatlığındaki bu tören keşke son olsa, keşke HFPA’in üzerine çökse üzülmem.

        Diğer Yazılar