Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Deniz Akkaya önceki gün cezaevinden çıktı. Türkiye’nin gördüğü belki de tek top model ve cezaevinin aynı cümle içinde kurulması, üstelik bunun nedeninin ifade özgürlüğü meselesi olması normal şartlarda mantığın almayacağı bir durum. Ama burası Türkiye, her an olağandışı şartlarda yaşıyoruz ve Deniz Akkaya da ifade özgürlüğü yüzünden üç gün hapis yattı, çıktı. Benim konuyla ilgim ve merakım bu kadardı. İlkesel olarak hiç kimsenin düşüncelerinden ve ifadelerinden dolayı cezalandırılmaması, ifade özgürlüğünün başkalarına rahatsızlık verse de en geniş yorumuyla kabul edilmesi gerektiğini düşündüğüm için tarafım Akkaya’ydı. Kime ne derse desin bir insanın sözlerinden dolayı cezaevine girmesini sindiremem. Açıkçası Deniz Akkaya’nın tam olarak ne dediğini de bilmiyordum. Düne kadar.

        Dün önce Deniz Akkaya, sonra avukat Şeyda Yıldırım, ardından da Akkaya’nın takıntılı bir şekilde hedefe koyduğu Selin Ciğerci’yle konuşup olayın detaylarını öğrenmeye çalıştım. Epey kafam karıştı, epey de yoruldum bu konuşmalardan sonra. Umarım adil bir şekilde özetleyebilirim. Konunun önemine gelince: Türkiye’nin bir gerçek gündemi var, bir de gizli gündemi. İşte bu kavga Türkiye’nin gerçek gündeminin tepesinde yer alıyor. Şeffaflık adına not: Deniz Akkaya’yı tanıyorum, karşılaştığımıza selamlaşıyoruz, uzun yıllar önce bir kere Londra’da eşi ve aralarında İzzet Çapa’nın da olduğu ortak bir arkadaş grubuyla oyuna gittik ama düne kadar telefonu kayıtlı değildi. Yıldırım’la gazeteci olarak yolumun kesişmemesi mümkün değil, Reza Zarrab olayında haber için konuşmuşluğumuz, birkaç kere arkadaş ortamda bulunmuşluğumuz var. Selin Ciğerci’yle hiç tanışmadım, dün ilk kez telefonda konuştum.

        Önce bu üç ismi tanıtıp nasıl yollarının kesiştiğini geldiklerini anlatayım.

        Deniz Akkaya’yı tanımayan yok. Podyuma veda ettikten sonra magazine daldı, bir tür ifşacıya, tıpkı Arto ve Erol Köse gibi magazini hizaya getirme misyonundaki bir figüre dönüştü. Şeyda Yıldırım’ı kamuoyu “Kurtlar Vadisi”ndeki avukat “Elif Eylül” karakterinin esin kaynağı olarak biliyor. Türkiye’nin en ünlü avukatlarından biri, tam bir köpekbalığı. Deniz Akkaya onu “Kızımın hayatında çok önemli bir yeri var, Ayşe’nin ikinci annesi, iyi-kötü günlerinde en yakınındaki kişiydi, dünyanın en pamuk kalpli insanı, insanın yegane dostu olması gereken kişi,” diye anlatmıştı bir keresinde. Yıldırım daha önce Akkaya ve çocuğunun babası Efe Önbilgin’in avukatıydı, şimdi Selin Ciğerci onun müvekkili.

        Selin Ciğerci adını bir futbolcuyla aşk yaşayan trans bir kadın olarak duyurdu, daha sonra aldı başını yürüdü. Vergi rekortmenleri arasında yer alıyor, kendi beyanına göre bu sene taksit taksit sekiz milyon TL’ye yakın vergi ödüyor. Muazzam gösterişli bir hayatı var. Ben konuştuğumda Göcek’teki “Selin” isimli yatındaydı. Eşi yakın zamanda “Şoförlü hayat istiyorum,” diyerek Lambo’sunu sattı, Maybach’a biniyor. Selin Beauty adlı kozmetik markasının Trendyol’da bir numarada olduğunu söylüyor. Ankara Antlaşması’yla Londra’ya taşınmak için başvurdu; işini Birleşik Krallık’a taşıyıp dünya markası olmak istiyor. Aslında tam bir başarı öyküsü. Geçmişini bilenler geldiği yeri görünce sadece hayranlık duyuyorlar. Kendisi de gizlemiyor zaten, “Ben s.. peşinde koşan bir lubunyaydım,” diyor. “50-100 TL’yle çalışan bir kadındım.”

        “O an Acarkent’te bir patlama yaşanıyor.”

        Selin Ciğerci bir gün çocuk sahibi olmaya karar veriyor, Deniz Akkaya da bu durumu İzzet Çapa’yla yaptığı televizyon programında deşifre ediyor. Türkiye’de yasal olmayan ama dünyada Kim Kardashian’ın bile kullandığı taşıyıcı annelik yöntemiyle çocuk sahibi olacağını, Ciğerci’nin taşıyıcı annesinin de eltisi olduğunu iddia ediyor.

        Evde televizyonda bu programı izleyen Ciğerci’nin ailesinin kan beynine sıçrıyor. Eltinin kocası asker; deliriyor, gidip televizyon programını basmak istiyor. Ciğerci’nin kayınvalidesi gelinini suçluyor. Kocası annesini yatıştırmaya çalışıyor. “O an Acarkent’te bir patlama yaşanıyor,” diye anlatıyor Ciğerci.

        Deniz Akkaya’ya neden trans da olsa bir kadının çocuk sahibi olmasına kafayı taktığını, bunu mesele ettiğini soruyorum. Bildiğim kadarıyla Akkaya’nın bütün yakın arkadaşları eşcinsel erkekler, yıllardır yediği içtiği ayrı gitmiyor. Ama söz konusu Ciğerci olunca aklımın almayacağı kadar yüksek dozda transfobik bir dil kullanıyor. Akkaya’nın öfkesinin bir nedeni kendisinin yanlış bir erkekten çocuk yaptığı için içinde oluşan koruma içgüdüsü.

        Akkaya’nın kızı Ayşe’nin babası Efe Önbilgin hiçbir donanımı olmamasına rağmen bir önceki eşinin babası ünlü bir televizyoncu olduğu için nepotizmden faydalanarak medya dünyasına giren bir Bilkent genciydi. Ailesinin Danıştay üyesi olmasının da medyada yükselmesinde etkisi vardı. CNN Türk kurulduğunda mavi renkli Sebago Dockside tekne ayakkabılarıyla kanal koridorunda dolaşır, yerleştirildiği genel müdürlük koltuğunu nasıl dolduracağını başka televizyonculardan öğrenmeye çalışırdı. Zamanla daha da yükseldi, magazinsel bir figüre dönüştü, bar kavgalarına karıştı, Akkaya’dan çocuk yaptı ve ortadan kayboldu. Ayşe’nin nafakasını ödemediği, yurtdışına kaçtığı, izini kaybettirdiği magazin sayfalarına yansıdı. Akkaya ve Önbilgin arasında birçok dava açıldı; avukat Yıldırım da bir ara ikisini birden temsil ettiği için bu davaları üstlenmedi, aradan çekildi. Ama Önbilgin’in açtığı bir davada tanık olarak gösterildiği için – teknik olarak gidip ifade vermesi mümkün olmasa da – Akkaya’yla araları bozuldu.

        “Defne Joy’un kızı babasının yeni evlendiği kadını annesi olarak biliyor, Dilan Tatlıses babasının annesinin o zaman evlendiği kocası olduğunu düşünüyordu,” diyor Akkaya. “Benim arkadaşlarım Armağan Çağlayan ve Özgür Aras çocuk sahibi olmak istediklerinde destekledim ama daha sonra kendileri çocuğun uğrayacağı mobbing’den korktukları için vazgeçtiler, biz bu ağırlığı kaldıramayız, çocuğa haksızlık yapamayız dediler.” Okul çağında çocuklar zalim oluyor, sınıf arkadaşları da çocuklara bilinen anne-babalarının kendilerinden gizledikleri bilgileri anında deşifre edip travma yaratabiliyorlar. Ama anne-babalar bu riski alarak çocuk yapıyor zaten, bundan Deniz Akkaya’ya ne, başkalarının çocuğunu koruma görevini neden üzerine aldı—işte o kısmı anlamadım, ikna edici bir yanıt da alamadım.

        Akkaya televizyona çıkıp “Sen çocuk sahibi olamazsın, senin çocuğun olmayacak,” diye Ciğerci’ye saldırıyor bir gün. Ardından avukat Yıldırım müvekkili adına tedbir kararı aldırıyor, 6384 sayılı kadına şiddetin önlenmesi kanuna dayanan üç aylık bir tedbir bu. “Sen pisliksin, senle yatan da sapık, kocan da sapık,” diye konuşmaya devam eden Akkaya tedbiri ihlal etmiş oluyor ve cezaevine giriyor. Ciğerci şikayetini çekmiş olsa bile karar değiştirilemiyor. Cezaevinde kapısında “Pedofili” bile diyen Akkaya’nın ağzından ne çıkarsa otomatikman dava açılıyor artık. Ancak Yıldırım eski arkadaşı Akkaya’nın kendisi hakkındaki ithamlarına yanıt vermiyor, dava açmıyor.

        Cezaevi süreci bu, ama benim ısrarla merak ettiğim Akkaya’nın transfobik dili ve Ciğerci’ye olan düşmanlığı.

        Trans bir kadın çocuk sahibi olmak istiyor, bundan kime ne?

        “Cinsel kimliklerle birbirinizi korumaktan vazgeçin,” diyor Deniz Akkaya bana. “Senin Kerimcan Durmaz veya Murat Övüç’le ne alakan var? Benim de gay arkadaşlarım var diye herkesi koruyacak, kabullenecek değilim. Bu sana, Eren Yorulmazer’e haksızlık.” Bir de “Ben gay’den anlarım, bu cinsten değil,” diye ekliyor. ‘Bu cins’ ifadesi başlı başına sorunlu. Selin Ciğerci’nin eski adını kullanması apayrı bir problem.

        Trans bireyleri anlamak için en basit yaklaşım onları kendi doğdukları bedene hapsolmuş ve daha sonra gerçek cinsel kimlikleriyle uyumlu bir bedene sahip olan insanlar olarak görmek. Burada kişinin beyanı esastır. Erkek bedeninde doğan biri kendisini kadın olarak görüyorsa buna bizim söyleyecek ikinci bir sözümüz yok.

        Bülent Ersoy nasıl kendisini kadın olarak görüyorsa, yıllarca pembe nüfus kağıdıyla poz verdiyse, Selin Ciğerci de evli ve çocuk sahibi olmak isteyen bir kadın. “Taşıyıcı anneyle çocuk yapmayacağım, zaten Türkiye’de yasak,” diyor bana. “Bir çocuk evlat edinmek istiyorum. Konuştum, malvarlığımızla, kim olduğumuzla, açıkladık. Beş sene evli kalmak gerekiyormuş. Yurtdışından yabancı bir çocuğun hayatını kurtaracağım; doğmuş bir çocuğun. Kocam da sen nasıl istersen dedi.”

        Deniz Akkaya’ya göre Ciğerci’nin hala çocukları var, Londra’da saklanıyorlar. Ciğerci çocuğu olmadığına yemin ediyor. Akkaya sosyal medyada Ciğerci’nin arada sırada çocuklarını paylaştığını söylüyor. Ciğerci paylaştığı çocukların Hyde Park’ta ördeklere yem atan beş-altı yaşında bir çocuk olduğunu söylüyor. Taşıyıcı anneyle çocuk doğmuş olsa bile Instagram story’sindeki çocuğun yaşı tutmuyor.

        Babla’nın da bu konuda bir fikri var.

        Ciğerci çocuğu olduğunda birkaç sene gizleyeceğini, daha sonra bir hayır işi için bir dergiye kapak olarak kamuoyuna duyuracağını söylüyor. “Babla” yani Bülent Abla ise bu işlere karşı. Ciğerci’ye göre “Sen bırak hayatını yaşa, gez toz,” diyor. Akkaya’nın söylediğine göre Bülent Ersoy arayıp “Bu kız çok cahil, bu saçma sapan çocuk yapma işinden vazgeç,” diye öğütlemiş Ciğerci’ye. Yayına bağlanıp doğru bulmadığını da söylemiş.

        Tıpkı Bülent Ersoy gibi Selin Ciğerci de kamuoyunun önünde LGBT+ hakları için parmak kımıldatmayan bir izlenim veriyor. Belki sadece kendi varlıkları görünürlüğe katkıda bulunuyor ama bu kadarı yeter mi? Deniz Akkaya ise “Kadınlar matinesi diye kadınlara kıçını elletirken, kendisi gibi olanları aldırmayıp kapıda dövürdüğünü biliyoruz,” diye iddia ediyor. “Hiçbir zaman LGBT’yle ilgili ne bir paylaşımı ne bir sahip çıması oldu…”

        Selin Ciğerci nasıl bu kadar servet yaptı, nasıl bu kadar ihtişamlı bir hayat yaşıyor?

        Kamuoyu tanıdığında ikinci sınıf bir futbolcunun eşiydi. “Onun Tarlabaşı’ndan Londra’ya uzanan hikayesini anlatacağım,” diyor Akkaya. Ama Ciğerci bunu zaten gizlemiyor, “Benimki olsa olsa bir başarı hikayesi olur,” diyor. Beyoğlu’nun arka sokaklarındaki batakhanelerden Göcek’teki yata, malikanelere, “Bodrum’un deniz üstündeki en güzel evi benim,” diye anlattığı bir hayata uzanan bir macera. Kozmetik firması var, evet, satıyor ama bir La Mer değil. Bu kadar kısa sürede bu serveti yapması merak uyandırıyor. Çok ama çok lüks bir hayat yaşıyor, bunu da herkesin gözünün içine sokmaktan çekinmiyor.

        Deniz Akkaya da “Naylon fatura,” diyerek Ciğerci’nin servetiyle ilgili kuşkularını dile getiriyor. İddiasına göre Ciğerci’nin şirketlerinde naylon fatura kestiğinin belgesi kendisinde var, zamanında ele geçirilmiş, bir köşede tutulmuş ama şimdi deşifre edecekmiş. Zaten Akkaya önümüzdeki haftadan itibaren bir belge bombardımanıyla Ciğerci’yi hedefe koymayı planlıyor.

        “225 kişi yanımda çalışıyor,” diye anlatıyor Ciğerci iş hayatını. “Call center var, şubedekiler var. Ben nasıl vergi rekortmeni oldum? Herkesin çantasında Selin Beauty var. Günde 10 bin tane ürün satıyorum. Her üründen 80 tl para kazansam…” Akkaya’ya göreyse “İki tane allık satmayla bu kadar varlık olmaz.” Asıl ima ettiği Ciğerci’nin FETÖ’yle bağlantısı olduğu.

        Bu konu da bir şekilde FETÖ’ye bağlandı.

        Türkiye’de işine gelmeyen herkese FETÖ’cü demek bir adet oldu, bu işin ucunun da bir şekilde FETÖ’ye bulaşmasına şaşırmadım. Ayrıntılı bir şekilde iki tarafı da dinledim FETÖ iddiaları konusunda. Selin Ciğerci kendisinin FETÖ’nün ne olduğunu bilmediğini, hatta “15 Temmuz mu 15 Eylül mü ne, onu da onlar mı yapmış?” diye sorduğunu iddia ediyor.

        Akkaya’ya göre Londra’da Ankara Antlaşması işlerini yürüten hukuk firmasında FETÖ firarisi bir avukat çalışıyor; Ciğerci’nin işlerini de o hukuk firması yürütüyor. Söz konusu avukatın FETÖ firarisi olduğu doğru, ama Ciğerci haberinin olmadığını, yabancı bir firmada avukatlık lisansı olmadan çalıştığını, sonradan öğrendiğini, zaten onu tanımadığını, birebir ilişki kurmadığını anlatıyor. Söz konusu avukatın Halil İbrahim Koca’nın adını Akkaya bu hafta savcılığa verecek. Ama işin ilginci bu avukat daha önce Deniz Akkaya’yı çeşitli davalarda temsil etmişti. Sonradan Londra’ya taşınan avukat Akkaya’ya da oturma izni almak istemiş ama “Kendinizi aklayıp öyle gelin,” yanıtını almış.

        Akkaya’nın bir başka iddiası da FETÖ’den soruşturma geçiren bir yargıç üzerinden kendisine yönelik tedbir kararı çıktığı ve bu yüzden hapse girdiği. Çağlayan’daki kararı Beykoz bozuyor. Avukat Yıldırım’a neden Beykoz’da başvuruda bulunduğunu sorduğumda “Selin Ciğerci’nin ikameti Beykoz’da, o yüzden oradan başvurduk, yasal hakkımız var,” diyor. “Ayrıca adli tatil olduğu için Çağlayan’da davalar uzun sürüyor.”

        Kararı veren yargıç? Evet, daha önce FETÖ’den soruşturma geçirmiş ama daha sonra aklanarak görevine dönmüş.

        “Ben FETÖ’cü olsaydım şu anda evime koçbaşıyla girmişlerdi,” diyor Ciğerci. “Devlet bilmiyor mu kim FETÖ’cü, kimin FETÖ’cü arkadaşı var…”

        Peki şimdi ne olacak?

        Deniz Akkaya cezaevindeki üç günün zor geçtiğini, ama kendisinin her yere uyum sağlayabileceğini gördüğünü anlatıyor. Selin Ciğerci “Ben hiçbir zaman Deniz’in hapse girmesini istemedim; ben kimseyle kötü olmam,” diyor. “Bence daha büyük hapse girecek, daha uzun süreli hapse girecek. Bana FETÖ’cü olup olmadığımı kanıtlayacak. Türk halkına gösterecek. Naylon faturayı, taşıyıcı anneyi geçtim; her şey belli. Ama bu FETÖ’cü olayını temizleyecek.”

        Deniz Akkaya geri adım atacağa benzemiyor, bu hafta da konuşmaya devam edecek. Benim yazdıklarımın ötesinde bir şeyler anlatacak mı, sanmıyorum, ama göreceğiz. Buradan FETÖ’cülük çıkar mı, Selin Ciğerci hedefe konur mu, ondan da emin değilim. Akkaya biraz daha huysuz ve kavgacı olarak anılacak gibi. Ama Ciğerci’nin servetiyle ilgili somut bilgiler ortaya koyarsa işin rengi değişir. Ciğerci’nin bu FETÖ iddialarından çok rahatsız olduğu belli. “Annemin tansiyonu inip çıkıyor, mal alıp verdiğim insanlar tedirgin oluyor,” diyor. O yüzden Deniz Akkaya’nın hapse girmesine de hiç üzülmemiş. Londra’dan oturma izni almaya çalışıyor, büyük ihtimalle bir süre sonra oraya yerleşecek. Evlat edinmenin yollarını arıyor.

        “O kadar yorgun ve yaralıyım ki, Deniz’in söyledikleri bir kulağımdan giriyor diğerinden çıkıyor,” diyor.

        Diğer Yazılar