Nereye gidiyorsun tatlım
Anna Delvey sosyeteye girdiğinde, New York’un lüks otellerinde konaklarken, şehrin sanat ve finans dünyasından önemli isimlerle takılıp onlarla en gözde restoranlarda pahalı şaraplar içtiğinde, Celine ve Chanel gibi en pahalı markaları giyip Bergdorf’dan alışveriş yaptığında, ismi belli çevrelerde bilinmeye başladığında sadece 25 yaşındaydı. Ama Anne Delvey diye biri aslında yoktu ve herkesin tanıdığını sandığı kadın bir dolandırıcıydı. New York Magazine ve Vanity Fair’de arka arkaya çıkan iki makale sayesinde 2018 yılında “SoHo sahtekarı”yla tanıştı şehir ve o günden beri adı hafızamıza kazındı. Şimdi Netflix’te bu akıl almaz gerçek hikaye “Inventing Anna” adıyla dizi oldu.
Bazen New York’ta aynı anda herkesin aynı konuyu konuştuğu anlar olur. Anna Delvey gündemimize böyle düştü. Hakkındaki makaleler yazıldığında aynı anda herkes ekran başına geçmiş, insanüstü bir hızla hatim etmiş gibiydi. Herkesin aynı anda ilgisini çekti çünkü tam New York’a özgü bir hikayeydi; pek çoğumuz buna benzer karakterlerle ya tanışmıştık ya da birileri tarafından bize anlatılmışlardı. Sadece New York’ta değil İstanbul’da da böyle tiplere rastlamak mümkün. “Meedo” mesela, kimdir, nereden çıkmıştır? “Reza” böyle icat edilen ve hayatımıza sokulan bir karakter değil mi? Yıllar önce Nokta dergisinde fırtına gibi esen “Lian Mit” karakterini o dönemi hatırlayanlar, mesela Engin Ardıç falan yazsa da yeni kuşaklar da öğrense. Her şehrin ve her dönemin böyle karakterleri vardır. Dolandırıcı hangi şehirde olursa olsun dolandırıcıdır, ama New York elitini dolandırdığı için hakkında dizi yapılır.
DOLANDIRICI NEDEN DOLANDIRIR
Klinik düzeyde bir mitomani hastası belli ki Anna Delvey. Kendi yalanına inanan cinsten. Soylu bir Alman ailesinden geldiğini, 60 milyon doların üzerinde mirası olduğu ama babasının parayı tuttuğunu, Soho House benzeri ama daha seçkin “Anna Delvey Foundation” adlı bir kulüp açacağını anlatıp duran biri. Oysa Alman soylusu değil, babası da bir Rus köylüsü. Ama dergilerden öğrendiği ve özendiği hayatın kodlarını çözmüş, kimi nasıl tavlayacağını anlamış ve insanları bir şekilde tuzağa düşürmüş. Hiçbir ödeme yapmadan özel uçak tutmak veya bir bankadan 200 bin dolar kredi almak gibi olağanüstü yetenekleri var.
Dizinin bu dolandırıcılığın kökenine dair net bir fikri yok, çünkü hiç kimse gerçek adı Anna Sorokin ya da sahte adı Anna Delvey olan bu karakterin kökenini bilmiyor. Çocukluğunda başına bir travma mı geldi, babası tarafından istismar mı edildi, yoksa sadece fakirliğinin intikamı mı? İşin sadece para avcılığı olmadığı ortada, çünkü karşısına çıkan zengin erkeklerle ilişkiye girmiyor, kolay yoldan zengin biriyle evlilik yapıp hayatını kurtarmaya bakmıyor. Hakikaten hırslı ve kendi adıyla başarı elde etmek ister bir hali var. Hastalıklı bir hırs elbette. Hem kendisinin neden diğerlerinden daha avantajsız bir durumda büyüdüğünün öfkesini içinde taşıyor, hem de başkalarından daha iyi olduğunu düşünüyor. Bütün sonradan öğrenenler gibi yeme-içme, kıyafet ve genel olarak lüks yaşam konusunda başkalarını küçümseyecek kadar donanımlı.
Dolandırıcı neden dolandırır; olmayanlar anlayamaz. Anne Delvey’de yalnızlığın yarattığı boşluğu doldurmak, bu açığı ancak birisi olarak kapatmak ve insanların dostluğunu sadece parayla satın alabileceğine dair bir bilinçaltı da var gibi. Çok da haksız sayılmaz açıkçası, çünkü bu sahtekarlığın yaşandığı New York tam da bu tarz ilişkilerin merkezi. Burada hemen hemen bütün ilişkiler, iş bağlantıları kimin kimi tanıdığına bakarak yürüyor. New Yorklular yeni bir karakteri hemen kabul eder gibi davranıyorlar ilk önce. Partilere davet ediyorlar, birkaç kişiyle tanıştırıyorlar, şöyle bir tartıyorlar. Tartarken de amaç ileride bana faydası olur mu hesabı. Ufak da olsa çıkarlarının olduğu birilerini bulurlarsa kendi çevrelerine yeni bir karakter olarak sokuyorlar, parti davetleri geliyor. Eğer bir fayda çıkmazsa da kolaylıkla kesip atabiliyorlar. Sistem de küçük çıkar oyunları, insanların birbirini ya da kurumları kazıklaması, koparabildiğini koparması üzerine yürüyor.
Hemen hemen bütün dostluklar yüzeysel ve çıkara dayalı bu bakımdan. Ama finansın merkezi New York’u biraz da çekici kalan bu sahtekarlık. Oyunun nasıl oynandığını görünce içine girip dışarıdan bakarak izlemesi epey eğlenceli.
HERKES KAZANÇLI ÇIKTI
Zengin iş adamı Thomas Crown banka soygununu sistemle hesaplaşmak olarak açıklar efsane filmde. Anna Delvey’nin böyle siyasi ve ulvi bir motivasyonu yok gibi. Ama hiçbir şey başarmadıysa New York’un burnundan kıl aldırmayan elitinin o kadar da kurnaz ve açık göz olmadığını gösterdi. Birkaç sahte belge, gülümseme ve icat edilmiş geçmişle milyonlarca dolarları yöneten ve kendilerini köpek balığı sananları avladı.
Mağdurlar? Bankalar, lüks oteller, kredi kartı şirketleri, iş dünyası ve zenginler? Onların mağdur olduğu nerede görülmüş. 60 bin dolarlık kredi kartı borcu taktığı “yakın arkadaşı” bile bu hikayeyi üç ayrı yere satıp yüzbinlerce dolar garantiledi. Win-win: Herkes kazandı bu sahtekarlıkta, Türkçesi “havuç havuç” oluyor sanırım.
“Inventing Anna”yı izlerken Peter Sarstedt’in Wes Anderson’ın “Hotel Chevalier” adlı kısa filminde duyduğumdan beri takıntılı olarak dinlediğim “Where Do You Go to (My Lovely)” şarkısı aklımda çaldı durdu. Sadece Balmain giyen, Ağa Han’la takılan, yazları Juan-les-Pins’de tatil yapan, brandy’sini yudumlarken dudaklarını ıslatmamayı başaran, evinde Picasso’dan çaldığı tablo asılı o “lovely” de bir Anna Delvey olabilir mi? Şarkıya ilham kusursuz ve rüya gibi kadının özünde kim olduğunu hiç kimsenin bilmediğini, ama kendisinin bildiğini söylüyor Sarstedt: Yırtık pırtık kıyafetlerle Napoli sokaklarında dilenen ve acılarını ta dibinde yaşayan, o geçmişini unutan… Çoğumuz olduğumuz kişiden memnun değiliz ve bir başka olmayı hayal ederiz, bazılarımız da sahtekarlıkla, ruh hastalığıyla oluveririz. Kendi adıma şu hayattaki çok da uzun olmayan tecrübemde bile haddinden çok Anna Delvey’le tanıştım, artık gözünden tanıyacak noktaya geldim. Kendisi olmaktan mutlu olmayanları sadece uzaktan ya da televizyondan izlemenin keyifli olduğunu söyleyebilirim.
*
Küçük çaplı bir şehir sahtekarıyla başımdan geçen kısa tecrübemi daha önce yazmıştım. Hatırlatmanın tam zamanı. Merak eden daha fazlasını Hande Ataizi’ne sorabilir, hatta buradan onun oynadığı bir dizi bile yapabilir.